Hakan Alan
“Ben başlıyorum”
Altı kişilik daire oluşturmuş çocuk grubundan çınladı bu ses. Ellerini birbirlerinin ellerinin üzerine koyarak bağlamışlardı daireyi. Sonra “Ben başlıyorum” diyen sol elini sağdakinin eline dokundurdu. Diğeri de yanındakinin eline ve böyle 11’e kadar sayarak devam ettiler. 11. kişi olduğu yerde 11’e kadar saydı. Diğer çocuklar çil yavrusu gibi dağıldı. 11’e kadar sayan çocuk da diğerlerini yakalamak için delirmişçesine koşmaya başladı.
10 yaşındaki Gamze, sokaklarında çığlık çığlığa koşuşan bu grubu izliyordu. Koşturmacanın başlamasıyla yanağında beliren gamzesi ne kadar da güzel yakışmıştı suretine. Yüzünü cama yapıştırdı, sokağın diğer kısmını görmeye çalıştı fakat kimse yoktu ortalıkta. Çığlık sesleri uzaklaşmıştı biraz. Çocukların uzaklaşmasıyla dikkatini cama çarparak eriyen karlara verdi. Hızlanıyordu yavaş yavaş kar taneleri. Her erime noktasına işaret parmağını yetiştirmeye çalıştı. O kadar çok kar tanesi eriyordu ki camda, sonunda bırakmak zorunda kaldı.
“Dışarı çıkabilir miyim?”
“Kar yağıyor, hava çok soğuk” dedi annesi. “Birşeyi unutmadın mı.”
Gamze duraksadı. Biraz düşündü.
“Dışarı çıkabilir miyim efendim?”
“Gerekçemi söyledim.”
İstediğini alamayan Gamze televizyonun karşısına geçti. Açacağı sırada;
“Televizyon saatin değil. Bugünün tatil olması istediğin zaman izleyebilme hakkını sana vermez.”
Çocuk şaşırdı. Halbuki diğer pazar günleri bu konuda birşey söylemiyordu annesi. Bir an bunun babasının evde olmayışına bağladı.
“Özür dilerim” dedi. Sonra “efendim” diye ekledi.
“Odana çıkıp biraz ders çalışabilirsin mesela. Birazdan baban gelince seni aşağıya çağırırım.”
“Teşekkür ederim anneciğim.” diyerek ahşap merdivenlere yöneldi. Demir parmaklıklı, odasına doğru kıvrılan merdivenleri ağır ağır çıktı. Odasının kemerli kapısını açtı, penceresinde eriyen kar taneleri ilişti gözüne yine. Camın yanına koştu. Sokakta eğlenen çocukları gördü yine. Suretinde gamzesi belirdi.
“Bugün erken çıkmadın mı?”
Gamze sokaktan ayırdı gözlerini. Pembeler bağlamış yatağına uzandı.
“Birazdan aşağı ineceğim, babam gelince.”
“Geldiğin iyi oldu. Canım sıkılmaya başlamıştı. Dünkü oyunu oynayalım mı yine?”
“Hayır” dedi Gamze umursamazca. “Artık seninle oynamak istemiyorum.”
Ses çıkmadı. Gamze yatağından doğrularak tekrar dışarıyı izledi. Kardan adam yapanlar, kartopu yapıp savaşanlarla cıvıl cıvıldı sokak. Evlerin damlarından aşağı buz kristalleri sarkıyordu. Kar örtüsü bağlamıştı her yanı. Gamze, çocukların tekrar 11’e kadar sayışlarını ve koşturmacayı izledi. Bahçeli evlerin boydan boya uzandığı sokak canlıydı adeta. Peri masallarındaki evleri andırıyordu, en azından Gamze’ye öyle görünüyordu. Odasının bir köşesinde duran okul çantasına bakmak aklının ucundan geçmiyordu. Düşüncelerden sıyrılarak sokaklarına bağlanan caddeye dikti gözlerini. Her zaman iş saatlerinde yoğun olan bu cadde şimdi sakindi. Babasının her zaman kullandığı yol.
Beyazlara bürünmüş bir araç sokaklarına saptı. Babasının 2006 model Mercedes’ini neredeyse tipi etkisi yapan kar nedeniyle seçememişti. Araç bahçe kapısında durdu. Kapısının açılmasıyla babasını tanıdı Gamze. Tekrar gülmeye başladı, gamzesi daha sert çizgiler oluşturmuştu yüzünde.
Babası iki kanatlı dev bahçe kapısını tamamiyle açtı. Sonra aracı evin avlusuna park etti.
Gamze hemen aşağıya koştu, “beni de götürür müsün” sesine aldırış etmemişti bile.
Annesinin “hoşgeldin hayatım” dediğini duydu. “Neler almışsın”.
Gamze de “Hoşgeldin babacığım” diyerek babasının elindeki paketleri aldı. Plazma televizyona doğru açılan hilal şeklindeki kanepenin üzerine yığdı hepsini. “Yavaş ol” sesi ürpertti bedenini. Paketler kanepenin üzerinde öylece kaldı. Bu lafı babasının söylemesi şaşkınlık yaratmıştı küçük dünyasında.
Annesi paketleri açmaya başladı. Çocuk dikkatle açışını izliyor, kendisi için çıkacak hediyeyi bekliyordu. İlk paketten küçük bir kadife kutu çıktı. Kutunun açılmasıyla annesinin sevinç çığlıkları yükseldi. Zümrütle bezeli bir yüzüktü. Çok küçük zümrüt tanelerinin işlenmesiyle oluşturulmuştu sanki. Annesi babasına bir öpücük kondurdu. “Teşekkür ederim hayatım”.
“Sen de aç bakalım hediyeni” dedi baba. Gamze hediye kutusunu açtı. İçinden bir adet kitap çıkmıştı; “Robinson Cruise”. Çocucuğun heyecanı hayalkırıklığına dönüştü. Bayram ve yılbaşlarında kitap hediye ediyordu babası. Hatırladığı ilk hediye bir bez bebekti. O da odasında duruyordu. Ondan sonrakiler ise hep kitap. Yine de “teşekkür ederim babacığım” demeyi ihmal etmemişti.
***
“Birazdan Cemal ailesiyle birlikte gelecek. Hep beraber olacağız”
“Çok iyi” dedi Gülgün hanım. “Eşine 4x4 alacaktı, aldı mı acaba?” diye sürdürdü.
“Almış.” dedi Caner bey. “Bizden biraz daha iyi durumdalar”.
“Krediyle bana da alsan. Son zamanlardaki artmayan servetimizi su yüzüne vurmasak.”
“Pek yapabileceğimizi sanmıyorum. Aşırı harcamalar bizi fakirleştirmekten başka bir işe yaramayacak.”
“Bu yüzük o kadar pahalı değil o halde.”
“Yeterince pahalı. Ama fiyatının çok üzerinde bir gösterişe sahip.”
Plazmanın karşısında anlamsız kanal geçişlerini sürdürürken korna sesleri geldi dışarıdan. Gülgün hanım hızlı adımlarla kapıya gitti. Açmasıyla birlikte yüzü burkuldu. Önde Cemal bey’in Mercedes’i, ardında da Fatma hanımın 4x4’ü duruyordu. Fatma hanımın yanında kızları Feride oturuyordu. Onlara el salladı ve içeriye dönerek;
“Caner arabanı garaja çek, onları bahçeye alalım.”
“Sokakta dursa fareler mi yer” diyerek sitem etti Caner bey. Dışarı çıktılar. Caner bey aracını garaja soktu. Diğerleri de evin avlusuna girdi. Kısa selam faslının ardından eve girdiler. Kıyafetleri eriyen kar taneleriyle ıslanmıştı. Üstlerini çıkararak Hilal kanepeye yerleştiler.
“Hayırlı olsun Cemal’ciğim.”
“Sağolasın kardeşim. Eşimizin isteği boynumuz kıldan ince.” dedi ve sürdürdü; “dışarı çıkmak istemediniz. Ne olurdu sanki boğazda kutlasak şu günü.”
“Bu yıl farklı olsun” dedi Gülgün Hanım, “hava çok soğuk, şömineyi de yaktık çok daha iyi olacak.”
“Hizmetçiniz nerede yahu?” diye söze daldı Fatma hanım. Gözlerini evde gezdirdi. Perdelerin hala yenilenmediğini farketti. Yüzünde hafif bir tebessüm belirdi.
“Bugün izin verdik” dedi Gülgün Hanım. İki hafta önce işten çıkardıklarını söylemek istemedi.
****
Gamze ve Feride önceleri aileleri sık sık buluşmalarına rağmen çok yakın arkadaş değildi. Bunda Gamze’nin biraz soğuk davranmısının payı büyüktü. Fakat o gün Gamze çok farklıydı, Feride’yle yakından ilgilenmiş, türlü oyunlara dalmışlardı. İki kişi saklambaçtan ne kadar zevk alabilirdi ki? Fakat Gamze çok eğleniyordu. Öyle ki hayatında bu kadar eğlendiği bir gün hatırlamıyordu. Ailelerinden ayrı dünyalarını paylaşırken, ebeveynleri plazmanın önünde sohbetlerine devam ediyordu. Gamze bir an konuştuklarına dikkat kesildi. “Finans, moda, sosyetik” kelimeleri o kadar yabancı gelmişti ki ona.
Caner bey konuşmaktan sıkılmış olacak ki, kızların neler yaptığına bakma gereksinimi duydu. Kızının Feride’yle ilgilenişi, ona gösterdiği yakınlık şaşkınlık yarattı. Gülgün hanıma gözüyle işaret etti. Gülgün hanım da onlara baktı, sonra diğerleri de.
“Ne oldu azizim” dedi Cemal bey merakla. “Çocukların yanlış bir davranışını mı gördün.”
“Hayır” dedi Caner bey. “Kızımın bu kadar eğlendiğini hiç görmemiştim.”
“Yahu çocuk bu. Neden eğlenmeyecekmiş ki. Hiç yaşıtlarıyla oynamıyor mu bu çocuk.”
Cemal beyin bu sözü düşündürdü Caner beyi. Gerçekten haklıydı. Bu çocuk şimdiye değin yaşıtlarıyla ne kadar vakit geçirebilmişti ki. Okulda mı? Beş dakikalık tenefüslerde mi. Okulun hemen ardından bindiği serviste mi?
Gece yarısına birkaç dakika kala, Gülgün hanım kızına “Hadi bakalım, Ferideyi de al ve odana çıkın. Biraz da orada oynayın.”
Gamze Feride’yle birlikte merdivenleri çıktı. Gülgün hanım kırmızı ve beyaz şarabı çıkardı poşetlerinden. Cam sesleri çınladı bir süre sonra. Gülücükler ve kahkahalar birbirine karıştı.
Gamze ve Feride kemerli kapıdan odaya girdi. Cama şiddetle kar taneleri çarpıyordu. Hava hiddetlenmiş, rüzgarın sesi adeta uğulduyordu.
“Nihayet gelebildin.”
Feride yatağa koştu, pencerinin yanına ilişti. Şiddetli rüzgarın ağaçları sarsışını izledi. “Sen de gel.”
“Geliyorum” dedi Gamze.
Pencerenin yanına ilişmiş, dışarıyı izliyorlardı. Saatin geç olmasına aldırış etmeyen 4-5 çocuk yine aynı oyunu oynuyordu.
Feride; “Sen 11-50’yi bilir misin?”
“Hayır.”
“Dışarı çıkmamıza izin verirler mi?”
“Vermezler.”
Kısa konuşma esnasında oyun bitirilmişti. Çocuklar ebeveynleriyle bir açıklıkta toplanmış, levent plazalarının üzerlerinde patlayan havai fişeklerini izliyorlardı. Gamze ve Feride de karanlıkta parlayan renklere kaptırdı kendilerini. Gülücükler saçarak izliyorlardı panoramayı. Duyduğu ses Gamze’nin neşesini noktaladı, gamzeli suretindeki çizgileri sertleştirdi.
“Beni de götür pencerenin yanına. Ben de görmek istiyorum.”
“Olmaz”
Feride; “Ne dedin Gamze.”
“Sana demedim”.
“Benimle ilgilenmiyorsun demek”.
“Seninle arkadaşlığım bitti artık.” dedi Gamze. Feride hayretle Gamze’yi izledi.
“Beni o kadar kolay silemezsin. En yalnız zamanında yanındaydım her zaman.”
Gamze; “Artık arkadaşım değilsin” diyerek yataktan fırladı. Dolabının üzerindeki gülen yüzlü bez bebeği eline aldı, cama fırlattı. Feride çığlık attı fakat sesi o kadar inceydi ki boşlukta kayboldu. “Artık seninle oynamak istemiyorum”. dedi kelimelerin üzerine basarak Gamze. Feride hızla odadan çıktı.
Bez bebeğin gülen yüzü burkuldu. Şirin yüzü çirkinleşmeye başladı. Gamze pencereden atmayı düşündüğü oyuncağının yüzünü görünce yaklaşamadı. Yüzünde terler birikti. Nefes almakta zorlanıyordu. Aşağıdakilerin merdivenleri hızla tırmandıklarını, bilincini kaybetmeden hemen önce duyabilmişti.
1 Nisan 2007