Hakan Alan
“ayin”
Güzel bir yaz. Güneş, gündüz kavuruyor ortalığı. İnsanları bunaltan bir hava var, alacakaranlıkta bile sıkıyor. Oysa gece öyle değil, insanları heveslendiriyor dışarı çıkmaya. Yazın en güzel anlarıdır gece. Kaldırımlarda oturulur, çekirdekler yenilir, kabukları yerleri süsler. Gece yarılarına değin sürer böyle. Serin hava dışarı çeker insanları, Esrarengiz Sokak’ın serinliğine. Sokak, o gün kendine çekeceği insanı bekler.
Yine bir yaz gecesi, Esrarengiz Sokağın başındaki yol ayrımında, yeşil parkın kaldırımında yenen çekirdekler. Yerler adeta kabuk tarlası. Sokak lambası insanlara hizmetini sunmuş, gecelerini aydınlatıyor. Esrarengiz Sokak’taki grupça yapılan dansı izletiyor. Kaldırımda oturanlar ilgiyle izliyor bu dansı. Ortada bir ateş yanıyor, çevresinde de kalabalık bir grup çember şekli alarak ateşin etrafında dönüp duruyorlar.
Parka gidip gelenler, kaldırımda oturan kişilerin işaret ettikleri ve ilgiyle izledikleri yere baktıklarında, yanan bir lamba ve boş bir alandan başka birşey göremiyorlar. Üç kişi, bir yandan ağızlarındaki çekirdekleri eritirken, gözleri de bu dansı takip ediyordu. Yarım saattir izliyorlardı bu ilginç gösteriyi, çember şeklinde ateşin etrafında dönenler de hep aynı yönde dönüyorlar. Ortada yanan ateş kaybetmiyor canlılığını. Esrarengiz sokağın hemen başındaki geniş alanda yapılıyor dans. Öteki tarafı ise karanlık, uzaktan hiçbir şey görülmüyor. İzleyenlerden biri:
“Ne kadar ilginç değil mi” diyor.
“Evet” diyor yanındaki arkadaşı. “Yakından görmek gerek, ne dersin Canan” diye sürdürüyor.
“Bilmem ki, şimdilik burası iyi bence.”
Bir sessizlik oluyor. “Sen neden yakın görmek istedin” diye soruyor Canan. Cüneyt gözlerini uzaklara dikmiş, ateşin büyüsüne kapılmıştı sanki, “gel artık” diyordu uzaktan bir ses. Kendini orada görme isteği canlandı. Canan, arkadaşının kendisini duymadığını görünce, öteki tarafındaki Ayhan’a döndü, “Sen ne dersin, yakından görmek ister misin.” dedi.
“Hayır” dedi Ayhan, ‘çıt, çıt’ çekirdek seslerinin ardından. “İzliyoruz işte, hem kimdirler, ne yaptıkları belli değil baksana, nerdeyse yarım saattir hep aynı yönde dönüyorlar. Ne biçim bir kutlama bu böyle.”
Dans eden grup durakladı, elinde sopa olan biri yanan ateşe tuttu sopayı. Bir müddet sonra yanmaya başladı sopa. Grup ters yönde hareketini sürdürdü, yanan sopayı elden ele dolaştırıyorlardı. Cüneyt dikkatlice takip ediyordu gösteriyi. Neyi kutluyordu bu grup, bunu öğrenmek istedi. “Ben merak ettim, belki biz de onlara katılırız, biraz eğleniriz hiç değilse, hadi kalkın, gidiyoruz.”
Canan ve Ayhan uyuşmaz tavırlarını sürdürdüler. “Sen git istersen” dedi Canan, biz pek merak etmiyoruz, buradan izleriz seni, bize anlatırsın ne olup bittiğini”. Ayhan da başını sallayarak ona hak verdi. Cüneyt, “tamam o halde, ben birazdan gelirim, belki biraz orada oyalanırım, kafama göre eğlenebilirsem tabi.”
“Tamam” dedi Ayhan, “eğer güzel bir kutlamaysa bize işaret yap, belki biz de geliriz.”
Cüneyt biraz daha çekirdek alarak oradan uzaklaştı. Sokak lambasını geçince iyice çöktü karanlık. Uzaktan ateşin ışığı görülüyordu. Dans eden grupta herhangi bir değişiklik göremedi. İşin ilginç yanı, on beş kişi kadar olan bu gruptan hiç kimsenin yorulmayışıydı. “İnsanın başı döner be” dedi Cüneyt. Elindeki çekirdekleri çiğneyerek ilerliyordu. Ateş büyümüştü, uzaklara ışığı yansıyordu.
Çekirdekler bitince, Ayhan ve Canan parktaki kuruyemişçiye gitti, tekrar döndüklerinde Esrarengiz Sokağın görülmediğini farkettiler. “Aaa” dedi Canan, “ne oldu öyle, demin ateş felan yanıyordu, şimdi hiçbirşey görülmüyor. Gideli beş dakika bile olmadı.” dedi.
Cüneyt meydana yaklaşında, dans eden gruptakilerin şeffaf bedenlerini gördü. Hayalet gibiydiler, yüzleri belli olmayacak kadar bozuktu. Sürekli ateşe bakıyorlardı. Cüneyt hala karanlıktaydı, kendini hemen kaldırıma attı, yere yattı, gizlenmeye çalıştı. “Olamaz” dedi şaşkınlıkla. Burnuna dayanılmaz bir leş kokusu geliyordu. “Hayal mi görüyorum, böyle şey olamaz” dedi Cüneyt. Kendini toplamaya çalıştı, fakat ayağa kalkmaya cesaret edemiyordu. Şeffaf yaratıklar, sürekli ateşin çevresinde dönüp duruyor, ateşten başka biryere bakmıyorlardı.
On dakika sonra grup, dans etmeyi bıraktı. Elinde yanan sopa olan yaratık, sopayı ateşin üstüne attı. Dağılmaya başladılar. Aşağıya doğru, Esrarengiz Sokağa gidiyorlardı. Alandaki sokak lambası söndü, iyice kararmıştı her yer. Cüneyt ayağa kalktı, gizlice sönük durumdaki sokak lambasının altına gitti. Esrarengiz sokağa baktı, ne olduğu belirsiz yaratıklar mezarlığa doğru gidiyordu. Birkaç tanesi mezarlığın yıkık kapısından geçti. Sonuncusu da geçmek üzereyken Cüneyt boğulmaya başladı. Yoğun sis nefes alışını zorlaştırmıştı adeta. Yukarıdan gelen ses yaratığın dikkatini çekti, karanlık gözlerini yukarıya dikti, birden müthiş bir uluma duyuldu. Cüneyt karanlık olduğu için aşağıda ne olup bittiğini göremiyordu. Fakat şiddetli sesler geliyordu. Adam bütün gücüyle koşmaya başladı. Ardından süratle gelen yaratığın sesini duyuyordu. Adeta bir köpek soluması gibi yaklaşıyordu.
Bütün gücüyle yukarı koştu, fakat yaratık çok hızlıydı, onu ensesinden kavradı, alana doğru fırlattı. Cüneyt düştüğü yerde baygın kaldı. Yaratık sessizce yanına geldi, boyu 2,5 metre kadardı, Cüneyt’in elbisesini tuttu, sürükleyerek Esrarengiz Sokağa yürüdü.
Cüneyt, yavaş yavaş ayıldığında sokaktan aşağı sürüklendiğini gördü. “Bırakın beni, bırakın da gideyim” diye bağırdı. Burnuna korkunç bir leş kokusu geliyordu. Yaratık köpek sesine benzer sesiyle birden uludu, ses uzaklarda yankılandı. Adeta “kes sesini” der gibiydi.
Sürüklenerek Esrarengiz Sokağın yollarından geçti. Çevredeki eski evler korkunç görünüyordu. Sokağın kutsal havasını o an hissetti. “Burası cehennem” dedi Cüneyt. Mezarlığın başında, diğer yaratıklar da bekliyordu. Cüneyt bunun bir rüya olduğunu düşündü. “Sadece çok gerçekçi bir rüya. Bir uyanayım, sabah olsun, herkese anlatacağım.” dedi. “Lanet yaratıklar”. Gülmeye başladı, “hepiniz hayalimsiniz. Sizi ben yarattım, ben öldüreceğim. Hepiniz benim ürünümsünüz.”
Mezarlığın başına geldiklerinde diğer yaratıklar Cüneyt’i havaya kaldırıp mezarlığa girdiler. Bir mezarın çevresinde mumlar yanıyordu. Cüneyt, mezarlığın dışında hiçbir yerin görülmediğini farketti, sanki dünyada sadece bu mezarlık vardı, geri kalan yerler karanlık ve boştu. Cüneyt’in gözleri boş bir mezarlığa takıldı. Karanlık çukur onu bekliyordu.
7 Temmuz 2002