Hakan Alan
“Evden yükselen ses”
Meyhanede saatler çabuk geçer. Masasına kuruldu mu mezeler, saatlerce otursan doyuma ulaşamazsın. Yine öyle bir gündü. İki arkadaş akşam altı civarında gelmiş, gece yarısına kadar orada kalmışlardı. Zaman ilerledikçe masadan kalkma dürtüleri artıyor, fakat bir türlü kendilerini dışarı atamıyorlardı. Biraz sonra gece sis çöktü meyhanenin üstüne, Cevdet dışarı baktığında artık kalkma zamanının geldiğini düşündü, karşısındaki Sinan ise isteksizce arkadaşına uyarak ayaklandı. Cevdet elini cebine attı, fakat Sinan itiraz ederek, “Yok olmaz, son geldiğimizde de sen ödedin, şimdi sıra bende, koy cüzdanını yerine.” dedi. Cevdet de bir şey söylemeden cüzdanını arka cebine attı.
“Yolumuz uzun, burada taksi de bulamayız, gel şu kestirmeden gidelim”. dedi Sinan. Cevdet fikri beğenmemişti. “Sen oralar hakkında söylenenleri duymadın galiba. Deli misin nesin, ben gitmem oradan.”
“Nesi varmış yahu, eski bir mezarlık işte, korkuyor musun yoksa?”
“Evet korkuyorum” dedi Cevdet. “İki saat fazla yürürüm ama o ıssız sokaktan geçmem. En azından tinercisi, katili saklanmıştır o köhne evlerden birine. Birden önümüze atlayıp bizi boğazlamayacağı ne malum. Oralar evsiz insanlar için iyi barınak olur.”
İki yol ayrımına geldiklerinde durdular. Yolun köşesindeki sokak lambası mat ışık yayıyordu çevreye. Sinan gidip gitmeme konusunda kararsız kaldı. “Senin evin hiç olmazsa fazla uzak değil” dedi Sinan. “Fakat benim kestirmeden gitmem gerek. Yoksa bir saat fazla yürüyeceğim. O zikzaklı yoldan gidersem pestilim çıkar.”
“Tamam o halde, ben gidiyorum” dedi Cevdet. Soldaki yoldan devam etti. Biraz sonra karanlıkta gözden kayboldu. Sinan sağdaki yoldan yavaş adımlarla ilerlemeye başladı. Nedenini bilmiyordu fakat biraz heyecanlıydı. Cevdet’in sözleri karamsar bir hava yaratmıştı onda. Uzaktan Esrarengiz Sokak denilen, yokuş aşağı yol görünüyordu. Sokağın başında kısık ışık veren sokak lambası vardı. Daha ışığı sönecek zamanı gelmemişti. Yolun kenarlarında yıkık dökük evler, neredeyse çökmek üzereydi. Sokağın sonundaki mezarlık ise uzaklardan seçilebiliyordu. Mezar taşları tıpkı sokaktaki evler gibi harap durumdaydı. Çevresi bir çitle çevrili olan mezarlığın ana giriş kapısı neredeyse yıkılmak üzereydi. Osmanlı döneminde bu mezarlığa birçok kişi gömülmüş, fakat taşlar konmadığından, sonraki mezarların yeri belli olmamıştı. Küçük gibi görünen mezarlık, aslında çok geniş bir mekana yayılıyordu.
Sinan, ardında bıraktığı sokak lambasından iyice uzaklaştı. Biraz sarhoş oluşu kendini daha rahat hissetmesini sağlıyordu. Boş caddede yürürken kendi kendine şarkılar söylemeye başladı. Sesi ilk başlarda titrediyse de, biraz sonra kendini daha iyi hissediyordu. “Şu lanet mezarlığı geçip de bir an önce eve gideyim” dedi. Yoluna devam ederken Esrarengiz Sokağı birden sis sardı. Önceden görebildiği mezarlığı, hatta sokaktaki evleri bile neredeyse göremiyordu. Sinan sokağa ilerledikçe, lambanın olduğu kesimden hemen sonrasının görülmediğini fark etti. Sokağa yaklaştıkça hava soğuyor, sis ağırlaşıyordu. Nihayetinde sokağın başındaki lambaya varmıştı. Sönük bir ışıktan başka bir şey göremiyordu. Sokak lambasının altındaki kaldırıma oturdu. Yokuş aşağı olan yola çevirdi gözlerini, sis oralarda biraz daha dağınıktı. Cadde ve çevresindeki evleri seçince rahatlık duygusu sardı. Yolun sonundaki mezarlık ise kaybolmuştu adeta.
Sinan, aşağısının çok karanlık olduğunu görünce, evsiz barksızların yolunu kesebileceğini düşündü. “Şu işsiz zamanımızda paramı kaybetmek istemem” dedi. Fakat geriye baktığında, artık çok uzun bir yolu geride bıraktığını anladı. “Artık çok geç, yolcu yolunda gerek”. diyerek kaldırımdan doğruldu. Sokağa yöneldi, sisin içine attı kendini. Yoğun sis uzağı görmesini imkansız kılıyordu. Aşağılara yöneldikçe harap evler kendini daha da belli ediyordu. Bunlar arasında tamamen yıkılmış olan ahşap evler de vardı. Sokak uzundu, sokağın kaldırımları muntazamdı. Sanki evler sokağa doğru eğimliydiler. Sinan evlerin, üzerine geldiğini düşündü bir an.
Aşağı doğru yürüdükçe görüş mesafesi de genişledi. Mezarlığı daha net görüyordu. Sokak aşağı doğru genişliyordu. Çevresine dikkat ederek herhangi bir saldırı karşısında aciz kalmamayı istiyordu. Neme lazım, birisi saldırırsa kendini koruyabilmeliydi. Cevdet’in sözleri sakız gibi aklına yapıştı. Arkadaşına da hak veriyordu şimdi. “Neyse” dedi, Esrarengiz Sokak’ta yürümesine devam etti.
Sessizlik hoşuna gitmiyordu, en azından bir iki kuş sesi duymayı çok isterdi. “Ne yıldız var ne bir şey, gökyüzü yok sanki, bugün güya ay vardı, hani ay, hiçbir şey yok burada. Ne biçim bir yer böyle.” dedi seslice. Onun sesine cevap niteliğinde inilti duydu. Birdenbire irkildi, ayakları olduğu yerde kalakaldı. Evlerden birinden “orada kimse yok mu” diye bir ses geldi. Bir kadın sesiydi, ne bağırıyor, ne kısık sesle söylüyordu. Sanki onun orada olduğunu biliyor, ona karşılık konuşuyordu. Sinan olduğu yerde kaldı, yutkundu, sesin nereden geldiğini kestirememişti. Ardında ikinci kez:
“Orada kimse yok mu”.
“Allah allah” dedi Sinan, sesin geldiği harap eve bakınca şaşakalmıştı. “Hayal görüyorum herhalde, bu evde kim yaşar ki” dedi. Gerçekten de neredeyse yıkılmak üzere olan, tamamiyle karanlık bir evden gelmişti bu ses. Hayal gördüğünü sandı. Önemsemeyerek yoluna devam etmek istedi. Fakat son kez duyduğunda bunun bir hayal olmadığını anladı. “Bana yardım et”. demişti bu kez.
Sinan iki katlı olan eve yöneldi. Kapısının önünde, üst kattan düşen balkonun parçaları vardı. Kapının neredeyse yarısını kapatmıştı bu parçalar. Onları yavaş yavaş kaldırıp yolun kenarına attı. “Geliyorum, iyi misiniz, size yardım etmeye geliyorum.” diye bağırdı. Fakat ses gelmedi. Sinan önemsemeyerek balkonun tahtalarını yolun kenarına yığdı. Kapı eski olduğundan açılmakta inat ediyordu. Biraz daha güç harcayarak gıcırtılar eşliğinde açıldı. Bu tiz ses, Sinan’ın kulağını rahatsız etmişti.
İçerisi karanlıktı, herhangi bir ışık yoktu. Üst kata bir merdiven çıkıyordu. Yukarı doğru, “Kimse yok mu, burda mısınız bayan” diye bağırdı. Fakat ses gelmedi. “Allah Allah” dedi Sinan şaşkınlıkla, “hayal olmadığına eminim, o ses hayal olamaz, bir kere olsa neyse, ama üç kez duydum, kesinlikle biri var burada”.
İçeriye ışık girmesi için kapıyı ardına kadar açtı. Yerlerdeki tahta parçaları çürümüştü. Basarken tahtanın biri kırıldı, aşağıdaki boşluğa düştü. Sinan açılan deliğe baktı, aşağıda mahzen vardı. Tamamen karanlık olan mahzende hiçbir şey göremedi. Bastığı yerlere biraz daha dikkat ederek merdivene ulaştı. Basamakları teker teker çıkarken ezilen tahta parçalarının gıcırtısı duyuluyordu. Biraz şişman birisi olsaydı merdiven de dayanamazdı.
Sinan merdivenin yarısını çıktı, fakat yukarıda da herhangi bir ışık görülmüyordu. Geri dönmek istedi, kendini merdivenden aşağı atmayı düşündü, bu esnada “orada kimse yok mu” diye bir ses daha geldi üst kattan. Bu defa çok yakından gelmişti. Seste hiç duygu yoktu, donuk ve normalden daha yavaş yükseliyordu; fakat adamın heyecanı bunu farketmesini engelliyordu.
Yukarıda bir kadının olduğundan tamamen emindi artık. Rahat adımlarla merdiveni çıktı. Odaya girdi. Herhangi bir şey göremedi. Burnuna küf kokusu geliyordu. Zeminin tahtaları çok zayıflamıştı. Ardında gıcırdayan tahta parçalarını duydu, ensesinde nefes hissetti, yüzünde terler boncuk boncuk olmuştu. Ardını döndü, yarı çürük, ıslak bir yüz gördü, avazı çıktığı kadar bağırdı, karşısındakinin ne olduğu konusunda bir fikri yoktu, bir kadın yüzüydü, fakat yüzü kuruydu, saçları döküktü, yer yer kafatası görülüyordu, adam avazı çıktığı kadar bağırmaya devam etti, kaçmak istedi fakat başaramadı, başaramazdı da. Bir müddet sonra Esrarengiz Sokak’ta yankılanan sesi kesildi.
3 Temmuz 2002