Hakan Alan
Soğuk hava.. Hem de ne soğuk.. İliklere kadar iniyor etkisi. İnsanlar hızla ilerliyor gitmek istedikleri yere. Bir an önce bu sokaklardan çıkıp evlerine dönmek istiyorlar.. Kimi hafif atıştıran kardan kurtulmak için tramvay durağına koşuyor, kimileri de yürümeyi tercih ediyor Eminönü’ne kadar. Sultanahmet’in yeşil sahaları beyaz çimenlere bürünmüş. Beyazlığın ardında haşmetli duruyor Sultanahmet camii. Bir o kadar da Ayasofya. Birbirlerini kıskandırıyorlar sanki.
Bir yudum duman çekti içine. Sonra gittikçe koyulaşan griye geri verdi. Duman dağıttı karanlık griyi. Sonra havada eridi. Bir tramvay geldi Eminönü yazıyordu üstünde. Buna binmedi. Sultanahmet’i yılın bu son gününde gezmek veya hiç istemedikleri halde, iş için yılbaşı arifesi buralara gelenler indi. Eminönü’ne inmek isteyenler bindi. Sonra kapılar kapandı ve tramvay yoluna devam etti.
Biten sigarasını ayakkabısıyla ezdi. Bundan hiç zevk almamıştı. Bir tane daha yaktı. Çekebildiği kadar çekti nerdeyse boğulacaktı. Bütün gücüyle dışarı verdi dumanı ve karanlığın içinde kayboldu sigara buharı. Sonra daha yeni yaktığı sigarayı yere attı tekrar ayakkabısıyla ezdi. Bu sefer daha sertçe ezmişti.
Yılın son günü. Onun için ıstıraptı sanki. Bir ay önce ayrıldığı sevgilisi bugünkü aramasında yüzüne kapamıştı telefonu. Barış umudu doğmuştu içine bugün. Fakat umduğu gibi olmamıştı ve cep telefonunu fırlatıp kırmıştı.
Yüzünü Sultanahmet Camii’nin ışıltılı görünümüne çevirdi. Işıl ışıldı Sultanahmet. Hoşuna gidiyordu burası fakat bugünkü telefon görüşmesini hatırlayınca yine yüzü asıldı. Buradan da nefret etmeye başlamıştı el ele dolaşanları görünce. Tekrar sırtını döndü Sultanahmet’e. Saatine baktı 19.00 olmuştu. Bugün ne yapacağını şaşırmıştı. Eve gitse kimse yoktu. Televizyonun başında geçirecekti yılbaşını. Fikir hoşuna gitmemişti fakat aklına başka da bir şey gelmiyordu. Evet yapılacak bir şey yoktu ve evinin yolunu tutmalıydı. Gece yarısını beklemeye tahammül edemeyecekti. Elini cebine soktu, bir adet hap parıldadı ayasında. Işığı emiyordu adeta bu hap. ‘Beni iç’ diye bağırıyordu sanki. Hapı aldığı adama baktı. Biraz önce gözünün önündeki adam kaybolmuştu. Birden aklına geldi gizemli adamın söyledikleri: “Bunu evden başka bir yerde içme, sonra evin yolunu bulamazsın” diyerek gülümsemişti. Bunları hatırladı fakat bu hapa ihtiyacı olduğunu biliyordu. Daha önce hiç içmemişti, rahatlamaya ihtiyacı vardı, sigara derdine derman olmaktan uzaktı. Uzaktan ‘Fındıklı’ tramvayının yaklaştığını gördü. Hızla ilerliyordu durağa doğru tramvay. Bir an tereddüt etti adam ve hapı ağzına attı ansızın. Kendi de inanamamıştı buna. Tramvay durakta durdu, inmek isteyenler indi, yorgun görünen duraktakiler bindi. Kapılar kapandı ve tramvay yoluna devam etti.
Normal işgünlerinin aksine boştu tramvay. Yolundan ışık saçarak ilerliyordu. Sol taraftaki açılır oturağa oturdu. Ayasofya gözünün önünden kaydı. Sultanahmet’in ışıltılı meydanını geride bıraktı. Ardına baktı adam, Sultanahmet gözünde eriyordu. Gülhane’ye doğru inerken iyice karanlık sardı etrafı. Normal günlerden farklıydı bugün. Daha karanlıktı, daha sessizdi. Gülhane’nin önünden geçerken, dev kapılarının kilitli olduğunu fark etti. Surlar kasvetli görünüyordu gözüne. Tramvay sağa kıvrıldı ve durdu. Ne inen oldu ne binen. Tramvaydaki parmakla sayılacak kadar az insan grubundan başka kimse görünmüyordu dışarıda. Bu ona ilginç gelmişti, zira buralar gecenin geç saatlerine kadar insanların dolaştığı bir mekandı. Bu kadar mı meraklıydı bu insanlar Yılbaşı’na…
Tramvay Sirkeci’de durdu. Yolcuların yarısı indi. Binen olmadı ve kapılar kapandı. Eminönü’ne doğru harekete geçti. Ve nihayet adamı rahatlatan kalabalık Eminönü’ndeydi. Tramvay ilerliyor sessizce. Kimse sesini çıkarmıyor sanki bir şey olacak diye. Ama bir gariplik var bu işte. Eminönü’nde duruyor tramvay, kalan birkaç yolcu da terk ediyor. Sadece adam kalıyor. Bir anons duyuluyor; ‘Aracımız Fındıklı’ya devam edecektir.’
Kimse binmiyor tramvaya ve yoluna devam ediyor. Köprüden geçerken mavi boğaz sularından eser görülmüyor. Karanlığa doymuş bir su, üzerinde parıldayan ışıklar. Şehrin ışıkları suya dokunuyor.
Adam başını ovuşturuyor. Bir ağrı saplanıyor alnına. “Yardım edecek kimse yok.” diye düşünüyor. Başı dönüyor, resimler birbirine karışıyor. Karanlık iyice midesini bulandırıyor. İç cebinden bir aspirin çıkarıyor, susuz çiğniyor dişlerinin arasında.
Fındıklı’da, otobüs gelirse yarım saatte evde olurdu. Biraz sabretmesi gerekecekti. Ve biraz rahatlamış görünüyordu aspirini çiğneyince. Belki de sadece ruhu rahatlamıştı.
Karaköy’den Fındıklı’ya tek tük otomobiller görülüyordu. Bugün trafik azdı nedense. Adam buna memnun olmuştu. Neticede bu trafik yarım saatte de insanı evine götürür, iki saatte de. Tramvay Fındıklı’ya ulaşınca adam oturduğu yerden kalktı. Düşecek gibi oldu, kendini toparladı. Titremeye başladı. Dışarı çıkınca derin bir nefes aldı. Fındıklı tramvay durağında kimsecikler yoktu.
Işıkları geçerek otobüs durağına ulaştı. Temiz hava biraz iyi gelmişti, şimdi daha iyi hissediyordu. Durakta biri kadın üç kişi vardı. Durağın kabinine hiç bakmayarak geçti, yan taraftaki ağaçların yanında durdu. Ardında küçük bir park uzanıyordu sahile doğru. Yüzünü Üsküdar tarafına çevirdi. Boğazın suları iyice kararmıştı sanki. Lodos’un ani esişleri yelpazeler oluşturuyordu kara suda.
Tekrar trafiğe döndü. Tramvay geri dönüyordu, yolcu almadan gitmişti. Bir süre sonra Tophane’ye doğru gözden kayboldu. Başına tekrar bir sızı saplandı. Cebinde aspirin arandı fakat yoktu. Diğer hapları aradı fakat o da yoktu.
“Keşke evde içseydim şunu. Böyle olacağını nerden bileyim.” diye sitem etti. Saatine baktı 19.20 idi ve durağa geldiğinden beri tek otobüs geçmemişti. Çevrede duyduğu sesler birden kesildi. Sanki sağır olmuştu. Hiç bir şey duyamıyordu. Duraktaki diğer üç kişi yüzlerini caddeye dikmişti. Bulunduğu yerin serin olduğunu düşünerek durağa girdi. Kız oturuyor, diğerleri ayakta bekliyordu. Kıza döndü, yüzünde sıkıcı bir ifade vardı. Birden yüzü gerilmeye başladı. “İyi misiniz?” dediği an kızın yüzünün bulanıklaştığını fark etti. Kendi söylediği sözü duymamıştı. Ellerini yüzüne götürdü adam, biraz gözlerini kapadı ve tekrar açtı. Şimdi net görüyordu yine. Tekrar kıza döndü ve yüzündeki değişik ifadeyi anlamaya çalıştı. Kız hiç bakmıyordu bu tarafa.
Kulaklarını ovuşturdu, “ilacın yan etkisi olsa gerek” diye düşündü duyamamasını. Caddeye bakarken kızın kendisine baktığı fark etti. O da yüzünü çevirdi fakat dehşete kapıldı. Kız bir şeyler söylüyordu fakat adam duymuyordu, ama daha da kötüsü kızın yüzü erimeye başlamıştı. Adam ayağa kalktı, kız da kalktı, yüzü hızla eriyordu. Adam bağırıyor fakat sesi yükselmiyordu. Kız kendisine yaklaştı, “uzak dur benden, şeytan” dedi adam. “Uzak dur benden, rahat bırak beni.”
Kız olduğu yere yığıldı. Erimeye devam ediyordu ve bir süre sonra giysilerden başka bir şey kalmamıştı. Diğer iki adama baktı, fakat caddeye bakıyorlardı ve sanki bir şey olmamış gibi davranıyorlardı.
“Bunlar hayal. Kendime gelmeliyim. Bu kız yoktu herhalde burada beynim uydurmuş olmalı. Neler diyorum ben ama başka açıklaması yok ya. Bu otobüs nerde kaldı, kafayı yiyecem burada.” Yerdeki giysilere bakmamaya çalıştı, tekrar ayağa kalkarak durağın dışına çıktı. Yollardan tek tük araçlar geçiyordu.
Sigara çıkardı, yakacağı sırada diğer iki adamın kendisine baktığını fark etti. Çakmağını yavaşça indirdi ve yine yüreğini korku sardı. Yüzleri eriyordu bunların da. Ne yapacağını şaşırdı. “Rahat bırakın beni şeytanlar” diye bağırdı. Karaköy tarafına giden bir otomobil aniden fren yaptı. Yüzünü araca çevirdi fakat şoförün olmadığını fark etti. Bir ışık zümresi patladı ve otomobil tekrar yoluna devam etti. Diğer iki adamın da elbiseleri yerde uzanıyordu.
“Allahım çıldıracağım. Bu ne biçim hayal. Bu Allahın cezası otobüsler nerede.”
Kimseler gözükmüyordu koca caddede. Durakta kimse yoktu. Yollar bomboştu.
“Pekala, bu bir hayal öncelikle bunu bileyim. Hap neden oldu bunlara. Şimdi Taksim’e yürüyeceğim ve bunların bir hayal olduğu ortaya çıkacak.”
Yolun karşısına geçti. Elifli Pasta ve Cafe’de insan görebileceği ümidi ile iki katına da dikkatle baktı fakat ışıklar yandığı halde kimseyi göremedi. Mebusan yokuşundan yukarıya yürümeye başladı. Mebusan yokuşu bomboştu. Ne bir araç park etmişti, ne de bir insan yürüyordu. Gergindi: “Hah hah hah. Bu rüya olsa gerek. Gerçekçi bir rüya” diye bağırdı. “Beni duyan yok mu koskoca caddede.”
Caddenin solundaki anahtarcı dükkanına baktı kimseyi göremedi. Camına vurdu seslice, fakat gelen olmadı. Camdaki kırmızı anahtar levhası ışıldıyordu. Sağ taraftaki park zaten bu saatlerde kimsenin uğramayacağı bir parktı. Yoldan biraz yüksekçeydi. Biraz hızlanarak yokuşu bir an önce bitirmek istiyordu. Diasa’nın süpermarketinde de kimsecikler yoktu. Kapı açıktı, içeri girdi heryer ışıl ışıldı. Fakat ne kasiyer ne de müşteri vardı.
Koşarak çıktı Diasa’dan. Yürümeye devam etti. Yokuş yormaya başlamıştı, nefesi daralıyordu. Caddenin sağında sıralanmış bakkal, manav, kasap hepsi de boştu. Dükkanların kapısı ardlarına kadar açıktı.
Mta’nın İstanbul Şube binasına vardı. Yüzünü tramvay durağına doğru döndü fakat bir hareket göremedi. Ne bir şahıs geçiyordu, ne bir otomobil, ne de boğazda yüzen tekneler.
Tekrar yürümeye devam etti. Kaldırım taşlarından oluşmuş yola çıktı. Kremit renginde taşlardı bunlar. Bu caddede ağaçlar ışıklandırılmıştı. Renk renk, kırmızı, yeşil ağırlıklı ışıklar parıldıyordu. Yılbaşı için süslenmişti bu cadde ve Taksim’e yaklaştığının da bir kanıtıydı. Sağdaki elektrikçinin çok renkli camekanının ardında kimseyi göremedi. Soldaki kahvehaneye baktı, sigara dumanından geçilmiyordu fakat kimse yoktu. Biraz yukarıda, sağdaki iç çamaşırı ve parfümerinin ilginç görüntüsünü gördü fakat kimseyi göremedi. Camdaki tütsülerin bir Türk lirasına satıldığını fark etti.
Caddeyi bitiremeden, Kazancı Ali Ağa camiinin altında, dört yol ağzındaki kaldırıma oturdu. Nefen nefese kalmıştı, biraz dinlenmesi gerekiyordu. Yukarı çıkan dik yol yorucuydu fakat Taksim için kestirmeydi. Buradan çıkmayı uygun görmedi. Diğer yoldan çıkmaya karar verdi. “Allahım ne günah işledim de bana bu saçmalığı gösterdin.”
Bir dakika geçmedi ki tekrar kalktı. Kazancı Ali camiinin yoluna döndü. Yukarıya dönen yola saptı.. Nihayet Taksim’in ışıltılı meydanı seçiliyordu. Soldaki otoparka baktı.. Otomobil yoktu ortalıkta. İyice yorulmuştu artık. Zor nefes alıyordu.
Nihayet caddeye vardı. Taksim meydanı sarı ışıklarla donatılmıştı. Her şey güzel görünüyordu fakat bir şey eksikti: insan. Türkiye’nin günde en fazla insan taşıyan koca caddesi ve meydanı bomboş. Meydanı boş görünce otele girdi. Lokantaya oturdu bir müşteri gibi. Ve beklemeye başladı bir şey olabileceğini düşünerek.
***
Göğü kara bulutlar sardı. Bir felaket habercisi, kötülük belirtisiydi sanki. Şimşekler çaktı etrafı gündüze çevirerek. Kısa bir süre sonra da yağmur başladı delicesine. İri yağmur damlaları dövüyor Taksim’i. Lokantada oturan adam yağmuru izliyordu hayretle. Ve ortaya çıkan kalıplar.. Su kalıpları. Bu kalıplar insan kalıpları, otomobiller hepsini gözler önüne seriyordu. Tabi normal renklerinde değil, su kalıbı şeklinde şeffaf. Hızlıca hareket ediyorlardı insan kalıpları, kimisi İstiklal Caddesi’ne iniyor, kimisi meydana doğru çıkıyor, tünele giriyor, veya ilerideki otobüs durağına geçiyor.. Duraktaki koca otobüs kalıpları görünüyor. Caddeden otomobiller geçiyor, tabi su kalıbı şeklinde, transparan..
Adam hayretle izliyor bu durumu.. Ve hızlıca otelden çıkıyor. Meydana doğru koşuyor otomobil kalıplarına dikkat etmeden. Bir korna yankılanıyor, bir otomobil kalıbı hızlıca çarpıp duruyor. Adam yerde, bacaklarını tutuyor, çevresinde kümelenen insan kalıplarına bakıyor hayretle. Ve bunlar yavaş yavaş renkleniyor. Başlarından aşağıya doğru renkleniyorlar. Otomobilin farları parıldıyor birden, otomobil ortaya çıkıyor, farları gözünü alıyor. “Şükür bitti bu işkence” diyor ayağını tutarak. “Bir ambulans çağıralım” diyor adamın biri.. Telefonuna sarılıyor..
“Geç kalacağız, biraz daha hızlı sür.” diyor kız cikletini çiğneyerek. “Eğlenceyi kaçırırsak çekeceğin var.”
“Merak etme” diyor direksiyondaki. “En fazla yarım saatte oradayız.”
Fındıklı tramvay durağına yakın, ışıklarda duruyor araç. “Niye durdun.” diyor kız. “Kırmızı ışık yanmıyor ki.”
“Bana fotoğraf makinesini verir misin. Otobüs durağına bak, şu adam çok garip görünüyor, ilginç bir fotoğraf olabilir.” diyor ve camını açıyor. Şaşkın bakan adamın fotoğrafını çekiyor, flaş patlıyor.. Etrafa ışık zümresi yayılıyor. Ve yoluna devam ediyor..
20 Aralık 2005