Hakan Alan
“mektup”
Geceydi. Esrarengiz Sokağın biraz ilerisindeki meyhaneden sarhoşlar çıkıyordu. Meyhaneye giren, sarhoş çıkardı dışarı. Esrarengiz Sokak kestirmeydi onlar için. Oranın neresi olduğunu kimse bilmezdi. Aşağı mahalleye kestirme diye yolu tutarlar, bir daha da haber alınamazdı. Kaybolanların Esrarengiz Sokakta kaybolduğunu kimse bilmediğinden bunu çözemezlerdi. Çünkü Esrarengiz Sokak sadece gece belirirdi. Belli kişilere görünür, sokağın yolunu tutan kişi veya kişilerden sonra, sokak kaybolurdu. O günkü kurbanını bulmuştu artık. Öyle her gece de görünmezdi sokak. Bazı zamanlar kimse göremezdi. Kimbilir, bu neyin göstergesiydi. Kaybolmanın sırrı neydi.
Sarhoş kafalar meyhaneden ayrıldı. Dumanlı ortamdan temiz havaya çıkınca havayı kokladı uzun boylu sarhoş. “Ohhh, dünya varmış” dedi. Arkadaşı biraz daha kısa boyluydu. Yolda yürürkenki sallantısından, içkiye daha dayanıksız olduğu anlaşılıyordu. Bir an önce eve gitmeyi istiyordu. “Ben yürüyecek halde değilim, şu yoldan hemen varalım mahalleye. Kendimi iyi hissetmiyorum”. dedi. Uzun boylu olanı başını salladı. Caddenin başına geldiklerinde, Esrarengiz sokağı gösteren tabelayı gördüler. Tabela mavi fonu, üzerine beyaz yazısıyla ok şeklinde biraz ilerideki sokağı gösteriyordu. Kafadarlar sokağa saptıkları anda, tabela kayboldu. Yolun girişi de artık yoktu. O gece, oradan başka kimse girmeyecekti.
“Burası da amma karanlık be Celal” dedi kısa boylu olanı. “Işıklı yoldan gitseydik ne olurdu sanki. Hem gezerdik. Ben korkmaya başladım vallahi.”
Celal gülmeye başladı. Elini “hadi oradan” dercesine salladı. “Daha neler” dedi seslice. Yavaşça sokağa ilerliyorlardı. İleriki alandaki sokak lambasının ışığı mat bir parlaklık veriyordu.
“Şu lambayı görüyor musun” dedi Celal, “orada biraz dinleniriz, kendini bırakma. On dakika dinlendikten sonra iki dakikada çıkarız mahalleye. Bir de seni taşımayayım zamansız.”
Karanlık bölgeyi sallana sallana geçtiler. Celal’in avazı çıktığı kadar bağırma istedi uyandı. Bağırmak, şarkı söylemek istiyordu. Bu sessizlik onu çıldırtacaktı.
Meydandaki sokak lambasına yaklaştılar. Etraf aydınlıktı burada. Alanın kıyısında, lambanın sağında köhne bir ev vardı. Esrarengiz sokağın ilk eviydi bu. Evden sonra, intizamla diğer eski evler sıralanıyordu. Evlerin durumları iyi değildi. Sanki yüz yıl bu sokağa kimse uğramamıştı. Evler kendi hallerine bırakılmıştı.
Celal ve yanındaki kısa boylu adam lambanın altına oturdu. Mat ışık yüzlerini iyice aydınlattı. Kısa boylu olanın adı Melih’ti. Celal ona baktığında, yüzünün normalden fazla parladığını fark etti. “Neyin var senin” dedi, Melih: “İyiyim, ne oldu ki?”
“Bu ışık, çok fazla parlaklık saçıyor. Bende bir parlama görüyor musun?”
Melih dikkatini arttırdı. Gerçekten de öyleydi. Celal’in yüz derisi çok parlaktı. Karanlık olsa ondan korkulurdu. Aynı şeyleri Celal’in de düşündüğünü biliyordu. Melih ellerini yana attı, bir hışırtı duydu. Elini bir kağıt parçasına çarpmıştı. Kağıdı eline aldı. Celal kağıdı görünce, “O da ne, cebinden mi çıktı?”
“Hayır, kaldırımın üzerinde duruyormuş. Yeni fark ettim.” Katlanmış kağıdı Celal’e uzattı. “Sen okuma bilirsin. Oku bakalım.” Celal katlanmış kağıdı açtı, el yazısıyla yazılmış metni okumaya başladı.
“Bu gece, tam gece yarısı, yaratığınız uyanacak. Kendinizi iyi saklayın. Gün doğumuna kadar kendinizi koruyabilirseniz, kurtulursunuz. Gün doğumuna kadar bu sokaktan çıkamazsınız. Saklandığınız yerde sessizce bekleyin. Güneş doğduğu an, Esrarengiz sokağın dünya ile bağlantısı kurulacak.”
Celal’in eli titredi. Kağıt elinden düştü. Saatine baktı. Gece yarısına on dakika vardı. “Çabuk” dedi, “buradan hemen gidelim. Bir yere gizlenelim.”
“Ne oldu Celal anlatsana, gitmeyecek miyiz?”
“Hayır, sabaha kadar bir yere gitmek yok. Saklanacağız. Bu Allahın cezası kağıtta yazıyor. Hiç değilse biraz saklanalım, birşey görmezsek gidelim. Ama şimdi saklanmalıyız. Eğer doğruysa başımız derde girer. Hadi acele et biraz.”
Melih yerinden kalktı, sokaktan aşağıya inmeye korkmuşlardı. Sokağın başındaki ilk eve girmek istemediler. Fakat bütün evlerin aynı olduğunu görünce yapacak birşeyleri olmadığını düşündüler. Böylece başlangıçtaki eve daldılar.
Celal sürekli saate bakıyordu. Onun telaşlı oluşu Melih’i de korkutmuştu. Cesur adam olduğunu biliyordu, fakat durum şimdi farklıydı. Cesur dediği adam yaprak gibi titriyordu. “Sakin ol Celal, nedir bu telaşın.”
“Bana bak” dedi Celal, “kağıtta kötü şeyler yazıyor. Şimdi senden istediğim hiç sesini çıkarma. Aynı yerde saklanacağız, birbirimizin yanında olacağız. Sabaha kadar çıt çıkarmamalıyız. Kendimi iyi hissetmiyorum. Hata ettik gelmekle. Belki birisi bizimle oyun oynuyordur. Birazdan anlarız ne olduğunu.”
Evin eski kapısını açtılar. İçerisi karanlıktı. Celal hemen kapıyı ardlarından kapadı. Heyecanının iyice arttığını biliyordu. Onun telaşı Melih’i de iyice korkutmuştu. Gerçeğin ne olduğunu bilmese de, kötü şeyler olduğu muhakkaktı.
Gece yarısına beş dakika kalmıştı. Dubleks olan evin üst katına çıktılar. Balkondan bütün sokak görülüyordu. Kağıtta yazılı olan yaratığın nerde oluşacağı konusunda bir bilgi yoktu. Eski bir elbise dolabı buldular. Saklanmak için en uygun yer diye düşündü Celal. İlk önce Melih’in girmesini sağladı. Dolabın kapısını kapadı. Celal odada, balkondan sokağı izleyerek yaratığın nerden çıkacağını görmek istedi. Belki de boşuna telaşlanıyordu. Bir evden çıkacaksa bunu görebilirdi. Eğer öğle bir durum yoksa zaten yaratığı da göremezdi. Böylece sabaha kadar bekleme telaşı olmayacaktı. Celal bunları düşünerek balkona sürünerek geçti. Balkonu çevreleyen duvar ayakta durmadığı sürece sokaktan görenmesini engelleyebilirdi. Saklanmak için güzel de bir yerdi. Balkondan ne dışarısı görünüyor, ne de kendisi görülüyordu. Celal, balkonun köşesinde küçük bir su deliği olduğunu fark etti. Küçücük delikten sokağı izleyebiliyordu. Tekrar sürünerek odaya gitti. “Melih, iyi misin? Ben burdayım. Gizli bir yer buldum, oradan sokağı bakacağım, kağıtta yazılı olanlar doğru değilse buradan çıkacağız.”
“Tamam” dedi Melih, titrek sesi zor duyuluyordu. Celal tekrar sürünerek balkona yöneldi. Küçük delikten sokağı izlemeye koyuldu. Artık saniyeler vardı. Bir dakikadan az bir süre kalmıştı. Kalbinin hızla çarptığını biliyordu. Sakin olmak bu durumda zordu. Nefes alış verişini yavaşlattı, dikkatlice sokağı izliyordu.
Artık zamanı gelmişti saate göre, tam on iki oldu. Celal sessizce delikten dışarısını izledi. Ses seda yoktu. Alanın ışıklı lambasının gölgesi sokağa vuruyordu. Işık sokağın başını aydınlatıyordu, sonunu görmek imkansızdı. Celal iyice dikkat kesildi. Gözleriyle göreceği yaratığı, kulaklarıyla duyacağı gürültüleri bekliyordu. Üç dakika geçti, fakat ne bir görüntü vardı, ne de bir ses. Melih’in yanına gitse miydi acaba. Hiç bir şey görmese de, sokağa çıkamayacağını biliyordu. En iyisi güneşin doğuşunu beklemekti. Dört beş saat sonra güneş doğardı, bu o kadar zor olmazdı.
***
Gece 12,30. Esrarengiz Sokak çok soğuk. Rüzgar aydınlık alandan, sokağın dibindeki mezarlığa ıslık çalarak akıyor. Rüzgar birkaç bira kutusunu sokağın dibine sürüklüyor. Yerde karaltı gibi duran, patlak bir topa benzeyen nesne yavaş yavaş yükseliyor. Önce ayaklar oluşuyor. Normalden daha uzun, daha geniş ayaklar. Damarları dışarı fırlamış. Nerdeyse kan dolaşımı görülecek. Sonra bacaklar yükselmeye başlıyor. İnsan ayağından daha kalın, daha uzun bacaklar. Buradaki damarlar daha büyük, daha belirgin halde, tuğla rengi tenle birlikte ortaya çıkıyor. Karın bölgesi yukarı doğru yükseliyor, göğüs de oluştuktan sonra kollar aynı anda yanlara doğru savruluyor. Ayak kalınlığında da kollar oluşuyor. Bacaklar gibi kalın, çıkık damarları fırlayacakmış gibi duruyor. Vücut kan kırmızısına bürünüyor. Ellerin oluşumu tamamlanıyor. Ayaklar gibi uzun, insan elinden çok daha uzun. Parmaklar neredeyse on santimi buluyor. Parmakların ucu kağıt gibi ince, bıçak biçiminde. Boyun yukarı doğru çıkmaya başlıyor. Buradaki can damarı kendini iyice belli ediyor. Çene başlangıçta insan çenesi gibi görünse de, birden uzuyor, insan çene yapısından daha uzun bir hale geliyor. Deri hemen üstünden yarılıyor, buradaki oluşum biraz daha yavaşlıyor sanki. Yarılan deriden dişler görülüyor. Ağız yavaş yavaş oluşumunu tamamlıyor. Avurtlar da ortaya çıktıktan sonra, burun birden kendini gösteriyor. Burnunun küçük, nerdeyse hiç çıkmamış gibi olması zıt bir görünüm sergiliyor. Göz alları, yumurtanın beyazı gibi akıcı. Yerden beyaz sıvılar yükseliyor, gözlerine giriyor. Beyaz oluşumunu tamamladıktan sonra, can damarında hareketlenme oluyor, beyne doğru kan pompalanıyor sanki. Can damarından yukarı giden kan, gözlere doluyor. Kızıl gözler oluşumunu tamamlıyor. Son olarak da alnı ve üst kısım tamamlanıyor.
Vücut genel görünüşünü aldıktan sonra, silkeleniyor, titremeye başlıyor. Bu titreyiş insan titreyişinden daha fazla, daha sarsıcı. Yaratık nihayet tamamlanıyor. Boyu neredeyse iki buçuk metreydi. Yaratığın sol eli yandaki dolaba çarptı. Sesi sadece Melih duydu. Oluşum tamamlanırken hiç ses çıkmamıştı. Tamamen sakin bir ortamda kendini tamamlamıştı. İleriye atıldı. Balkonda yatan Celal’i görüyordu. Ellerini Celal’in sırtına bıçak gibi geçirdi. Celal inilti çıkarır gibi bağırmaya çalıştı. Yaratık ellerini tekrar geri çekti, Celal’in boynuna geçirdi. Boyun parçalandı. Balkonun dibindeki su deliğinden Celal’in kanı yavaş yavaş süzüldü, sokağa akmaya başladı. Yaratık Celal’in bütün düşüncelerini okuyabiliyordu. Ona dokunduğu an orada kimlerin olduğunu biliyordu artık. Geri çıktı, oluştuğu yere gitti. Dolabın önünde durdu. Melih, Celal’in inleyişini duymuştu. Ne yapacağını bilmiyordu. Biraz kendini toparladıktan sonra: “İyi misin Celal, ne oldu.” diye bağırdı titrek sesiyle. Yaratık dolabın dışında bekliyordu. Celal’in kendi sesiyle konuştu: “İyiyim, buradan gidiyoruz. Hadi dışarı çık.”
Melih sesi duyunca rahatladı. Dolabın kapağını açtı. Açar açmaz boynuna yaratığın parmakları girdi. Yarı canlı haldeydi Melih, yaratık parmaklarını boynundan çıkartı. Kalbine soktu, parmaklar Melih’in sırtından çıkmıştı. Artık yaşamıyordu. Yaratık bıçak gibi keskin parmaklarını geri çekti. Ölülerin başlarını kopardı. Koltuk altlarına sıkıştırdı, mezarının yolunu tuttu. Kafaları mezarına götürecek, kendisiyle birlikte gömecekti. Çünkü bir dahaki oluşum için bu başlar gerekliydi. Yaratık mezarlığın kapısından girdi, açık olan mezarına önce başları attı, sonra kendi girdi. Uzunlamasına yattıktan sonra mezar bir anda kapandı. Yaratık kendisi için verilen zamanı bekleyecekti. O zamana dek uyuyacaktı. Esrarengiz sokak buradaki yaratıkları beslemek zorundaydı. Başka türlü sokak yaşayamazdı. Neticede lambanın dibinde buldukları mektupta bahsedilen kurtulma şansları gerçekte yoktu. Sokak yaratığına oyun oynayamazdı. Canlının kaçma şansı hiç yoktu ve olmayacaktı.
Esrarengiz sokağın ortasına kadar inmişti kanlar. Celal’in kanı, balkondan aşağı süzülmeye devam ediyordu. Sokak yine sessizliğe büründü, meydandaki sokak lambası söndü.