Hakan Alan
Titreyen elleriyle Halay kafenin kapısını itti. Loş ışık rahatsız etmiş olacak ki yüzünü zemine çevirdi. Hızlıca göz kapaklarını kırpıştırdı. Yaşlı bacakları çevik hareket etmesini önlüyordu. Yavaş adımlarla ilerledi.
Kafenin köşeden köşeye uzanan kanepelerinde gençler oturmuş sohbet ediyordu. Bir yandan da hafif tonlu müzik sesi kafenin içinde çınlıyordu. Türküden başka bir şey çalınmazdı bu kafede. Kafenin arka bölümü iki yana genişliyordu. Sol kesimde yiyecek ve içecek tezgahı vardı. Bunun hemen önünden kanepeler başlıyordu diğer tarafa uzanarak. Sağ taraftaki genişlikte köşeler koltuklarla döşeliydi. Kafenin duvarlarına asılmış fenerler loş ışık veriyordu. Yerlere serilmiş kilimler “Anadolu evi” havası estirmişti.
Yaşlı adam, kafenin genişleyen bölümüne vardığında tezgahtan zayıf bir genç ona yöneldi. Yaşlı adam kendisine ilerleyen gence döndü. Genç, nazik bir edayla:
“Hoş geldiniz Lütfü bey.”
“Hoş bulduk. Birazdan arkadaşlarım da gelecek. Bugün biraz kalabalık.”
“Olacak o kadar, yılın son günü. Bazıları bu gibi yerlerde sohbet ederek yılbaşına girmeyi tercih eder. Tıpkı siz ve arkadaşlarınız gibi.”
Tezgahın ilerisindeki koltuğu işaret ederek: “Gelin sizi şuraya alalım. Hem canınız sıkılmasın, diğer kısımlar biraz gürültülü.”
“Sağol” diyerek yavaş adımlarla ilerledi. Kendini koltuğa bıraktığında dermanının kalmadığını anlamıştı. Karşıdaki kanepede oturan olmadığından ayaklarını uzattı. Şimdi biraz daha gevşemişti kasları. Yürüdüğü yolu artık kaldıramıyordu. Gün geçtikçe daha çok yoruyordu bu yol. Arkadaşlarına bu durumu iletmeliydi. Buluşmak için daha yakın yer önerecekti.
Kafeyi işleten genç meyve suyu dolu bardakları dağıttıktan sonra Lütfü beyin yanına oturdu. “Sakıncası yoksa” demeyi de ihmal etmemişti. Yaşlı adam, “hayır canım, ne sakıncası olacak ki” dedi.
“Arkadaşlarım da benim gibi, buraya gelmek zorluyor olmalı. Sen ne dersin, başka yerde yapsak şu görüşmelerimizi canını sıkar mıyız?”
“Aman Lütfü bey, sıkılmasına sıkılmayız da ara sıra buraya da uğrayın. Hiç gelmezseniz o zaman gücenirim vallahi.”
Halay kafenin kapısı açıldı. Lütfü bey heyecanla gözlerini kapıya dikti. “İşte bizim Mehmet de geldi.”
“Yanıldınız Lütfü bey” dedi genç adam. “sizden biri değil o. Karşıdaki kahveci, bozuk para soracak herhalde. Birazdan gelir hepsi merak etmeyin.”
“Yok canım niye merak edeyim. Gelecekler tabiki. Yaşlılık işte iyi seçemiyorum artık. Bu gözlükleri de değiştirsem mi ne.”
Çevreyi süzerek gelen kahveci, gencin önünde durdu: “Bozuk paran var mı? Çok acil lazım.”
“Ver bakalım, bozarım tabi.”
Genç, parayı alıp tezgaha geçti.
“Engin varken para bozmazdı.” dedi Lütfü bey.
“Evet” dedi kahveci. “Yeni gelen işinde iyi sağolsun. Bizler birbirimize yardımcı olmayacağız da kim olacak. Yıl sonu olduğundan herkes kahvede. Sabaha kadar kumar oynarlar. Eeee bazıları bu şekilde eğlenmeyi sever.”
Genç, bozuk paraları kahveciye verdi. Kahveci: “Sağolasın. Senin de ihtiyacın olursa gel. Hayırlı işler.”
“Güle güle..”
“Kola alabilir miyiz” diye bir ses çınladı. Kızın ince sesi kafede yankılandı adeta. Genç işletmeci yüzünü ona dönerek: “Tabi efendim. Hemen getiriyorum.”
“Birazdan gelirim” diyerek Lütfü beyin kolunu sıvazladı. Kalkarak tezgahın başına gitti.
Lütfü bey sıkılmaya başlamıştı. Saatine baktı: Onu geçiyordu. “bir şeyler mi içsem acaba onlar gelene kadar. Ne olur canım, geldiklerinde bir daha içerim. Ne var bunda sanki.”
“Hey oğlum” diye bağırdı. “Bana da meyve suyu ver. Vişne olsun, yok kayısı olsun. Elini çabuk tut boğazım kurudu.”
“Tamam Lütfü bey.”
Kolayı verdikten sonra tekrar tezgahın başına geçti. Kayısı kutusunu açarak büyük bir bardağa boşalttı hepsini. İçine bir de kamış attı.
“Buz da atayım mı?”
“Yok oğlum ne buzu. Hasta edeceksin bizi. Zaten havalar soğuk.”
Genç, meyve suyunu koltuğun yanındaki sehpaya koydu. Bardağın ağzı ışıkta parlıyordu. Lütfü bey bardağı aldı, iyice dikti ve yarısını boşaltmıştı. Tekrar sehpanın üzerine koydu bardağı.
“Biz liseden beri ayrılmayız. Çok şükür bunca zaman geçti birbirimizden kopmadık. Oğlum benden sana tavsiye arkadaşlarını hayat arkadaşı seçer gibi seçeceksin. Ömür boyu sürmeli bu yakınlık. Sizi ancak ölüm ayırmalı.”
“Haklısınız” diyerek onayladı genç. Kafenin duvar saatine baktığında on bire geliyordu. Gece yarısına hazırlık yapmalıydı.
Halay kafenin kapısı sıkça açılmaya başlandı. Sigara dumanı sis bulutu gibi çökmüştü üzerlerine. Lütfü beyin karşısına üç kişi oturdu. Böylece kafe tamamiyle dolmuştu. Genç, tezgahın ardına geçti. Beş şişe şampanya, beş şişe şarap ve yirmi kasa birayı çıkardı. Kadehleri de sıralayarak gece yarısını bekleyecekti.
“Engin varken burada böyle şeyler satılmazdı.” diye geçirdi Lütfü bey. “İyi çocuktu vallahi şu Engin. Tek başına bütün kafenin işini görürdü. İyi iş bulmuş olacak ki ayrıldı. Ne diyelim. Allah yolunu açık etsin.”
Tezgahtaki genç derin düşüncelere dalmıştı. Bu hafta yeni başlamıştı işe. Başladığı ilk gün tanışmıştı Lütfü beyle. O zaman arkadaşlarından bahsetmemişti. Birkaç kişiyle sohbet edip ayrılmıştı kafeden.
Engin işi verirken bir ikazda bulunmuştu. “Sanırım Engin’in bahsettiği ihtiyar tam karşımda duruyor. İsminden anlamalıydım.” diye düşündü. Engin’in kendisine söylediklerini tekrar hatırladı:
“Kafenin müşterileri genelde bellidir. Özellikle akşamları takılan insanlar neredeyse sabittir. Zaten ara sokakta olduğundan tesadüfi gelenler çok azdır. Bunun dışında bir ihtiyar da arasıra gelebilir. Önceden sıkça geliyordu fakat sonra gelişleri azaldı. Önceden haftada bir geliyorsa şimdi ayda bir gelir. Yetmiş yaşlarında gözlüklü bir beydir. Adı Lütfü. Bu adam oturur koltuğuna arkadaşlarını bekler. Hoşsohbet bir insandır aslında. Bir saat oturur, bir şeyler içer, kapıdan giren bazı müşterileri arkadaşları sanır. Biraz garip hareketleri olabilir ama sen hizmetini eksik etme. Onunla sohbet et. Bu deli deyip de kovmaya kalkma. Kimseye zararı dokunmaz. Aksine grup oluşturup sohbet başlatma gibi bir yeteneği de vardır. Fakat son zamanlarda bunu da yapmaz oldu. Onunla ilgili bir gerçek var ki: Arkadaşlarının yaşamadığıdır. Bunu kabullenemiyor. Çoğu zaman arkadaşlarının yaşamadığını unutur. Zaten kafeye o zamanlar gelir. Yaklaşık bir saat oturduktan sonra söylene söylene çıkar kafeden.”
Genç adam duvar saatine baktı tekrar: 23:45. On beş dakika kalmıştı yılın bitmesine. O arada ihtiyarın söylenip milletin huzurunu kaçırmasını istemiyordu. Endişeyle baktı ihtiyara. O anda Lütfü beyin sert bakışlarını kendisine doğrulttuğunu gördü. Genç adam heyecanlanmıştı.
“Hesabı getir” dedi Lütfü bey. “Hep unuturlar işte. Ya da yol uzun diye yürümek istemezler. Neyse. Oğlum çabuk ol! Getirsene hesabı.”
Genç, koşarak Lütfü beyin yanına geldi. “Bu benden olsun. Ben de sizin arkadaşınız sayılırım. Daha sık gelin, konuşuruz.”
“Sağolasın” dedi, titreyen elleriyle gencin elini sıktı: “İyi seneler.” diyerek yavaş adımlarla kapıya yöneldi. Sohbet eden grupları süzdü. Bugün başka bir gündü. Çehresinde hafif bir gülümseme belirdi. Halay kafenin kapısını açtı, yüzüne vuran kar tanelerini umursamadı.
Mart 2004
(askerde yazdığım tek hikaye)