Hakan Alan
Her gün alışık olduğunuz dakikaları yaşamayabilirsiniz.
Otobüsten en son o indi, çiseleyen yağmur yerleri ıslatmıştı. Asfalt, sokağın ilerisinde karanlığa gömülüyordu. 60 yaşlarında, saçları ağarmış, uzun boylu bir adam sallana sallana sokağı geçti. Dizlerindeki ağrı yavaş yürümesini gerektiriyordu. Yaşlı gözleri derin karanlığı iyi seçemiyordu. Sokaklar sessiz, hiç de tekin görünmüyordu. Fakat o bu sokakların her zaman güvenli olduğunu bilirdi. Yıllarca geçmişti bu sokaklardan, çoğu zaman da böyle sarhoştu. İçki tek ilaçtı onun için. Kaybolan yılların, erken kaybettiği eşinin tesellisiydi. O günden bugüne çok sarılmıştı bu merete.
Her zamanki gibiydi bu gece onun için. Evine gider, mışıl mışıl uyur, sabah erkenden kalkar ve giderdi. Akşam olunca da kendisini bir meyhaneye atardı. Hangisi olursa olsun farketmezdi onun için. Hepsinde yeni bir arkadaş ediniyordu. Bunları düşündükçe huzur buluyordu.
Sokağın karanlığı, biraz ilerideki sokak lambasıyla aydınlanıyordu. Yağmur çiseliyordu, biraz sonra boşalacak yağmurun habercisi gibiydi. Evinin bulunduğu sokağa yaklaşırken, az ötede kaldırıma oturmuş birisini gördü. Hafif ıslanmıştı, başını eğmiş kıpırdamadan oturuyordu. "Herhalde birisiyle tartıştı, birazdan kalkar" diye düşündü. Sokağa saparken, kaldırıma oturan kişinin kadın olduğunu farketti.
Kadın, başını kaldırıp adama baktı. Adam şaşkına dönmüştü, "Ne kadar da benziyor" diye geçirdi içinden. Kadının rahatsız edilmek istemediğini düşünerek yoluna devam etti. Kapısının eşiğine vardığında, tekrar yukarı kaldırıma baktı, kadın başı eğik oturuyordu.
İçeri girdi, ev çok soğuktu. Hemen elektrikli sobayı yaktı. Televizyonu açarak koltuğuna kuruldu. "Bir de çay koydum mu içim ısınır" dedi. Çaydanlığı ocağa koyduktan sonra tekrar salona geçti. Dışarıda şiddetli gök gürültüleri yankılanıyordu. Biraz sonra da bardaktan boşalırcasına yağmur başladı. "Belliydi" dedi adam, sonra da içeri geçerek çayı demledi. Fokur fokur kaynayan suyun buharı insanın içini ısıtıyordu.
Yaşlı adam sedire uzanarak çayını yudumladı. Televizyonda sevdiği bir diziyi izlediği sırada müthiş bir gök gürültüsü duyuldu. Uzandığı sedirden doğruldu. Perdeyi araladı, yağmur sularının aşağıya aktığını gördü. "Bu ne yağmur" dedi, bakışlarını yukarıya çevirdi, kaldırımdaki kadın orada oturuyordu, sırılsıklamdı. Adam perdenin arkasından ayrıldı, paltosunu giydi, şemsiyesini de alıp dışarı çıktı. Şiddetli yağmur damlaları, şemsiyeyi dövercesine dökülüyordu. Rüzgar iyice sertleşmişti, adam şemsiyeyi rüzgara karşı siper etmek zorunda kaldı. Sarhoş oluşu, yokuşu çıkışını zorlaştırmıştı. Kadının yanına geldiğinde titremekte olduğunu gördü. Şemsiyesini yere bıraktı, paltosunu çıkardı. Sert rüzgar, şemsiyeyi sokağın karanlığına uçurdu.
Adam heyecanlanmıştı, kadının başını kaldırmasıyla karısına benzerliğine yakından tanık olmuştu. Yeşil gözleri çaresizlikle bakıyordu. Paltosunu uzattı, kadın ayağa kalktı, paltoyu aldı. Minnettar bir tavırla, "Teşekkür ederim" dedi. Fakat yaşlı adam duymamıştı bile. Rüzgarın sert uğultusu kelimeleri alıp götürüyordu. "Benimle gel, hasta olacaksın yoksa" diye bağırdı adam. Sonra aşağı yürüdü, kadın olduğu yerde kalmıştı. Biraz ilerleyince adam geriye dönüp, "Gelsene, hasta mı olmak istiyorsun" dedi.
İçeri girdiklerinde evin sıcaklığı ikisini de rahatlattı. "Oh be" dedi adam, "Soğuktan donacaktık". Salona geçince kadın da peşi sıra geldi, sobanın yanına attı kendisini, elleri titriyordu. Saçlarında biriken yağmur suları halıya damlıyordu.
Yaşlı adam çayı göstererek, "Daha yeni demledim, bir çay doldurayım da için ısınsın" dedi, içeriden bir bardak daha getirdi. Çayı uzatınca, kadının yüzünün gülümsediğini hissetti.
"Bu saatte neden dışarıdasın? Hava çok kötü, yoksa evden mi kaçtın" diye sordu. Bir yanıt gelmedi. "Adım Cengiz, senin adın ne?" diye sordu, "Adımın bir önemi yok, lütfen biraz soluklanayım" dedi kadın. Devamını getirme gereksinimi duymadan televizyon izlemeye devam etti. Adam bu konuda meraklanmıştı, fakat üstelemek istemedi. Elindeki çay bardağındaki son yudumu da bitirdikten sonra, lavaboya gitti. Yüzünü yıkadı, aynaya baktı, sarhoşluğun belirtileri var gibiydi. Salona geldiğinde kadın sobanın yanından ayrılmamış, televizyon izlemeye devam ediyordu. "Aç mısın?" dedi adam.
Kadın evet anlamında başını salladı. Yaşlı adam "Peki öyleyse" diyerek mutfağa gitti. Çorbayı ocağa koydu, tekrar salona geçti. Kadının üzerindeki ıslak elbiseler adamda acıma duygusu uyandırdı. Yatak odasına yöneldi, karısına ait, özenle koruduğu siyah bir takımı çıkardı. Naftalin kokusu etrafa yayılmıştı. "Şunları giyin, üşüteceksin." dedi.
Elbiseyi giydikten sonra rahatlamıştı, ıslak elbiselerin ağırlığından kurtuldu. Yaşlı adam elinde tepsiyle salona girdi. Adam ekmeklikte bulduğu birkaç parça ekmeği de tabağın yanına iliştirmişti.
Sehpanın üzerine tepsiyi koyduktan sonra, "Gel bakalım, biraz karnını doyur, kusura bakma, evde de fazla birşey yok." dedi. Kadın sessizce ayağa kalktı, yaşlı adam kadının üzerindeki elbisenin inanılmaz uyumunu farketti. Şimdi daha çok benziyordu karısına. Boynundaki kolye ışıl ışıl parlıyordu. Daha önce bu kolyeyi görmeyişine şaşırdı. Kadının çorbayı sıkıla sıkıla yudumladığını görünce, "Rahat ol, kendi evindeymişsin gibi davran." dedi.
Kadın tepsiyi mutfağa bıraktıktan sonra tekrar koltuğa oturdu. Televizyon izlemekten büyük haz alıyordu. Yaşlı adam, kadının pek konuşmamasını garipsemişti, o da fazla üzerine gitmedi. Fakat ona baktığında eski anıları canlanmıştı. Karısına duyduğu özlemi hafifletmişti bu kadın. Hali tavrı karısı gibi çekingendi. Birtürlü kendisine dönüp derdini anlatmayı denememişti.
"Kimin kimsen yok mu? Sana yardım etmek istiyorum, halin içime dokunuyor." dedi. Fakat kadın oralı değildi, televizyon izlerken derin düşüncelere dalmıştı.
Dışarıda yağmur biraz hafifledi. Kadın koltuktan kalkarak perdeyi araladı, dışarıyı izledi. Rüzgarın şiddeti dinmemişti. Kavak ağaçları sökülürcesine savruluyordu. Asfaltta tatlı bir ıslaklık vardı. "Burada fazla kalamam, hemen gitmem gerek" dedi, ince sesi mağdurluğunu anlatır gibiydi.
"Nereye gideceksin, evine gitmek istiyorsan ben seni götüreyim."
"Hayır olmaz" dedi kadın, "Tek başıma gitmem gerek, size yeterince yük oldum zaten."
"Sabahı bekle bari, hava buz gibi".
Kadın perdenin yanından ayrıldı, tekrar koltuğa oturdu. O anda adama ağırlık çöktü. Sedirden doğrulmak istedi, fakat gücü kalmamıştı, sarhoşluk kendini göstermeye başladı, yaşlı gözleri yavaş yavaş kapanırken, son olarak kadının bulanık yüzünü görmüştü. Kadın, ihtiyarın uyuduğunu görünce üzerine battaniyeyi örttü. Bir çocuk gibi uyuyordu.
***
Sabah yağmur dinmişti. Yapraklarda birikmiş su damlacıkları dökülüyordu yerlere. Yaşlı adam kuş sesleriyle uyandı. Üzerindeki battaniyeyi alarak doğruldu. Gözleri kadını aradı, salonda değildi. Odaya baktı orada da yoktu. Evin her tarafını gezdi ama boşuna. Karısının elbisesi yerinde asılı duruyordu.
"Nereye gitti acaba, garip de bir hali vardı." diye düşündü. Mutfakta tabakların yıkanmış olduğunu gördü. Herşey yerli yerindeydi.
Gitmek üzere dışarı çıktı. Ciğerlerine temiz havayı çekti. Yukarıya, sokak lambasının bulunduğu, caddelerin kesiştiği yere geldiğinde kaldırımın üzerinde bir kolye gördü. Kolyeyi yerden aldı, parıltısı göz kamaştırıcıydı. Yüzünde tebessümle karışık burukluk belirdi. O mağdur sesi ve çekingen yüzü hatırladı, "Bahtın bu kolye gibi olmasın" dedi, sallana sallana yürümeye devam etti.