Asıl adı Muhammet Esat olan Şeyh Galip, 1757 yılında İstanbul’da Yenikapı Mevlevihanesi civarındaki bir evde dünyaya gelmiştir. Onun doğumuna, “eser-i aşk” terkibiyle tarih düşürülmüştür. Tezkirelerin verdiği bilgiye göre, Galip’in babası Mustafa Reşit Efendi, Melamiliğe bağlı bir Mevlevi’dir. Dedesi ise söz konusu mevlevihanenin on ikinci şeyhi Kûçek Muhammet Dede olup, bazı kaynakların belirttiğine göre Kırım asıllıdır. Galip’e Muhammet Esat adı, şairin doğumundan yıllar önce bizzat büyük babası tarafından verilmiştir. Babasının da şiir yazdığı ve Galip’in şair olarak yetişmesinde önemli roller üstlendiği bilinmektedir. Galip, Hüsn ü Aşk adlı eserinde, babasından uzun uzadıya söz etmiş ve şiirde “pîr” yani Mevlana tarzını ondan öğrendiğini söylemiştir:
İlk eğitimini babasından alan Şeyh Galip, ondan Tuhfe-i Şahidî’yi okumuş, bazı hocalardan Arapça ve Farsça dersler almıştır. Kaynakların verdiği bilgilerden şairin düzenli bir medrese eğitiminden geçmediği, ailesinden ve dönemin bazı büyük hocalarından aldığı özel derslerle kendini geliştirdiği anlaşılmaktadır. Şair, bir dizesinde, “gülzâr-ı sühanda gül-i hodrûy” yani “sözün gül bahçesinde kendiliğinden yetişen bir gül” olduğunu söyleyerek aynı gerçeğe temas etmiştir. Onun yetişmesinde daha çok Galata Mevlevihanesi şeyhlerinden Aşçıbaşı Hüseyin Dede’nin ve ileri düzeydeki Farsçası ve Fars şiirine dair bilgisiyle tanınan devrin üstat şahsiyetlerinden Hoca Neşet tarafından oluşturulan edebî ortamın büyük katkısı olmuştur. Özellikle Hoca Neşet, çok genç yaşta şiir söylemeye başlayan Galip’le yakından ilgilenmiş ve yazdığı bir mahlasname ile onun önceden beri kullandığı Esat mahlasını kutlamıştır. Bir yandan Hoca Neşet’ten Farsça, bir yandan da Hamdi Efendi’den Arapça dersleri alan şair, devam ettiği mevlevihanede çeşitli alanlarda ve bu arada edebiyat ve musikide de bilgisini geliştirme imkânı bulmuştur.
Gençlik yıllarında Neşet, Pertev ve Nesip Dede’ye; önceki devirlerde yaşamış büyük şahsiyetlere nazireler yazan Şeyh Galip, bu dönemde Fuzulî, Hayalî, Nefî, Nabî ve Nedim gibi şairlerin yolundadır. Ancak bu yolda kendi kişiliğini bulamayacağını görmüş ve Hoca Neşet’in de tavsiyesiyle Sebk-i Hindî’nin Fars şiirindeki en önemli temsilcilerinden Şevket-i Buharî’yi okumaya başlamıştır. Bu dönem, onun sanat hayatında büyük kırılmaların olduğu bir dönemdir. O, daha önce yazdığı şiirleri beğenmemeye başlamış, hatta onlardan kurtulmak veya aynı mahlası kullanan diğer şairlerle karıştırılmamak için, belki de kendisindeki bu büyük değişimi göstersin diye mahlasını değiştirme düşüncesi içine girmiştir. ‘Galip’ mahlasını benimsemesi de bu dönemde olmuştur. Bir süre her iki mahlasını beraber kullanan şair, daha sonra eski mahlasını terk etmiş ve sadece Galip mahlasını kullanmıştır.
Ailesi de Mevlevi olan ve böylece bir Mevlevi muhitinde büyüyen Şeyh Galip, aynı tarikatın şeyhlerinden dersler alarak yetişmiş ve sonunda bir Mevlevi dervişi olmuştur. Şair, 1784 yılında ailesinden izin almadan çileye girmek için Konya’ya gitmiştir. Fakat onun yokluğuna dayanamayan babası, çilesini İstanbul’da tamamlayabilmesi için başvuruda bulunmuş ve gerekli izin alındıktan sonra Galip, İstanbul’a dönmüştür. Galip, 10 Temmuz 1784’te girdiği 1001 günlük çileyi 11 Temmuz 1787’de doldurarak dede olmuştur. Bu tarihten sonra o, artık Galip Dede’dir. Tarikat içerisindeki çalışmalarıyla Mevleviler arasında, şiirleriyle de edebiyat çevrelerinde dikkatleri üzerine çeken Galip, saray tarafından da tanınan ve beğenilen bir şahsiyet olmuştur.
1791 yılında Şeyh Galip, Konya asitanesi şeyhi Mehmet Emin Çelebi tarafından Galata Mevlevihanesine yirmi ikinci şeyh olarak atanmış; atanır atanmaz da padişaha bir kaside yazarak onu tekkenin bakımsızlığından haberdar etmiş ve onarılması ricasında bulunmuştur. Bunun üzerine padişah, emir vererek mevlevihanenin bir yıl içinde onarılmasını sağlamıştır. Galip, aynı dönemde evini de buraya taşımış ve mevlevihanenin harem kısmına yerleşmiştir.
Hem Mevlevi muhitinde hem de edebiyat çevrelerinde sevilen ve kabul gören şairin saray ile ilişkileri de ileri düzeydedir. Galip Dede’nin sık sık saraya çağrılması veya padişahın bizzat mevlevihaneye gelerek şiirlerini dinlemesi, onu ödüllendirmesi, divanını ve Hüsn ü Aşk mesnevisini yazdırması, tezhip ettirmesi ve ciltletmesi sarayın kendisine verdiği değeri göstermesi bakımından anlamlıdır. Ayrıca, mevlevihanede haftada iki gün Mesnevi dersleri veren Galip, bir süre sonra Sultan Selim tarafından mesnevihan atama yetkisiyle yetkilendirilince, bütün Mevlevi şeyhlerinin üstünde bir makama yükselmiştir.
Galip, daha önce çile için gittiği Konya’ya tekrar giderek on beş gün orada kalmıştır. Şair, bundan birkaç yıl sonra, 1794-1795’te annesini, ondan bir yıl sonra da çok sevdiği yakın dostu Esrar Dede’yi kaybetmiş; her iki kayıp da kendisini derinden sarsmıştır. Esrar Dede’nin ölümü için yazdığı “Kan ağlasın bu dîde-i dürbârım ağlasın / Ansın benim o yâr-i vefâdârım ağlasın” dizeleriyle başlayan mersiyesi, onun yaşadığı bu üzüntünün hangi boyutlarda olduğunu göstermektedir.
Esrar Dede’nin ölümünden bir yıl sonra Şeyh Galip de hastalanarak yatağa düşmüş ve 3 Ocak 1799’da vefat etmiştir. Şairin çok genç sayılabilecek bir yaşta, henüz kırk iki yaşındayken vefat etmesi, onu sevenleri derinden sarsmış ve ölüm sebebiyle ilgili çeşitli rivayetler ortada dolaşmaya başlamıştır. Şairin ölüm sebebi olarak, onun değişik olaylara üzülmesi ve bu üzüntü neticesinde hastalanması gösterilmiştir. Galip’in cenaze törenine büyük bir katılım olmuş ve görev yaptığı Galata Mevlevihanesi haziresine defnedilmiştir. Şairin annesi ile babası da aynı hazirede medfundur.
Çok genç sayılabilecek bir yaşta iken vefat eden Şeyh Galip’in hiç evlenmediği ileri sürülmüşse de evlendiğini, biri kız olmak üzere toplam üç çocuğunun dünyaya geldiğini, bu çocukların adlarının Zübeyde, Ahmet ve Mehmet olduğunu kaynaklardan öğreniyoruz (Gürer 1993: 54).
Galip’in hayatını anlatan çalışmalarda, kişisel özellikleri üzerinde durulmuş; onun oldukça hassas, ince ve nazik bir mizaca sahip olduğu, neşeli ve şakacı bir insan olarak bilindiği belirtilmiştir (Şeyh Galip’in hayatı yazılırken şu kaynaklardan yararlanılmıştır: Alparslan 1988; İpekten 1991; Gürer 2000).
ESERLERİ
Divan: İlk defa, şair henüz 24 yaşında iken, yakın arkadaşı Pertev tarafından 1195/1781 yılında tertip edilmiştir. Ancak bu tertip, divanın son hâli değildir. Çünkü Galip’in bu tarihten sonra yazdığı şiirlerle divanın hacmi genişlemiştir. Şeyh Galip Divanı’nın Türkiye’deki kütüphanelerde otuzdan fazla yazma nüshası bulunmaktadır. Eser, ilk olarak 1252/1836 yılında Kahire Bulak Matbaası’nda eski harflerle basılmıştır. Bu baskıda, divanın yanı sıra şairin Hüsn ü Aşk mesnevisi de yer almaktadır. Ayrıca 1336/1918 yılında İstanbul’da Şeyh Galip, Divan ve Hüsn ü Aşkından Müntehab Parçalar adıyla eski harfli bir başka baskı daha yapılmıştır. Divan üzerinde Muhsin Kalkışım ve Abdulkadir Gürer ayrı ayrı doktora çalışması yapmış; eser, yeni harflerle 1993’te Naci Okçu ve 1994’te Muhsin Kalkışım tarafından yayımlanmıştır.
Hüsn ü Aşk: Şeyh Galip, bu eserini 1782-1783 yıllarına karşılık gelen altı aylık bir sürede yazmıştır. Birçok defa yeni harflerle de basılan eser, son olarak Muhammet Nur Doğan tarafından yayımlanmıştır.
Şerh-i Cezire-i Mesnevi: Galip’in bu eseri, Mevlevi dedelerinden Yusuf Sineçak’ın Cezire-i Mesnevi adlı eserinin şerhidir. Şair, adı geçen eserin her cildinden 100 beyit seçmiş ve bu seçkinin başına 99, sonuna da 5 beyit eklemek suretiyle 704 beyitlik bir eser oluşturmuştur. Eserde, Farsça bilmeyenler için seçilen bazı kelimelerin Türkçe karşılıkları verilmiş ve beyitler açıklanmıştır.
es-Sohbetü’s-Safiyye: Bu eser, Mevlevi şeyhlerinden Köseç Ahmet Dede’nin er-Risaletü’l-Bahriyye fî-Tarikati’l-Mevleviyye adlı Arapça eserine yazılmış Arapça bir talikattır.
Kaynak: XVIII. Yüzyıl Türk Edebiyatı, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir, Nisan 2012.
Gelmişdir o şâir-i yegâne Gûyâ bu kitâb içün cihâne Ziya Paşa (Hüsn ü Aşk'a atfen)
Gûyâ bu kitâb içün cihâne
Ziya Paşa (Hüsn ü Aşk'a atfen)