Şahabettin Süleyman
Mensur şiir. İçtihat, C. 5, nr 109, 19 Hz 1914, s.162-163.
Mensur şiir.
İçtihat, C. 5, nr 109, 19 Hz 1914, s.162-163.
-Şâkirtlerim [öğrencilerim] Dârülmuallimin efendilerine
Ey genç ne zaman onun, sûrnâyın [ney, zurna] ince deliklerle mecruh, boş sinesinden bir nefes yayılırsa, hissetmez misin ki havada uçan nağmeler değil, senin tarihin, senin altı yüz senendir.
Hissetmez misin ki istiklâl günü Kara Osman Bey’in huzurunda sadakate, itaate and içenlerin kulaklarında o çınladı.
Hissetmez misin ki Bursa’nın önünde Orhan çarpışırken kale duvarlarından yerlere yuvarlanan, yuvarlananların üstüne basıp münferit sarmaşıklar gibi tekrar tırmanan, boğalara benzeyen düşman bî-baha, tunç vücutlarıyla yıkmaktansa mızraklarının ucunda kâğıttan fenerler gibi sallandıran Türk gazilerinin ruhuna o ne serseri, ne şuh, yurdun ve kadının meltemleriyle mâli, cennetlerin kokularıyla, renkleriyle, meşhûn [dolu] ufuklar yaydı.
Yunan’ın Roma’nın mübdi (icatçı) çamurlarına, mermerlerine Türk dehâsıyla, senin dehânla rekabet eden ve şimdi medfûn-ı hîçistan-ı a’sâr (asırlar mezarlığına gömülü) uyuyan Manisa’daki Murad-ı sâni saraylarının, bahçelerinin rüzgârlardan ziyade gürültüleriyle dolduğunu sana ihsas etmez ve seni mağrur, benliğine vâkıf düşündürmez mi?
Bilmem bilir misin genç, senin Garp zekâsına tahakküm eden mimarın Büyük Sinan Van Gölü kıyılarında Sadrazam Lütfü Paşa’nın maiyetinde, arkadaşlarından birkaçıyla ağaçlara birden hayat ve ruh vererek ilk asarını, bu vahşi gölde beyaz kanatlı kuşlara benzeyen gemilerini inşâ ederken, ordugâhda ateş ve silâh karşısında sûr-ı nâyın zafer teraneleri yükseliyor, hummalı çekiçlerin harekâtına bir kafiye-i muvaffakiyet, bir müstezad-ı şeref ilâve ediyordu.
Beyaz dalga dalga sarıklarıyla beyaz nurlu sakallarının üzerlerinde parlayan murassa (kıymetli taşlarla süslü) tuğları karşısında asırlardan beri sürüklenen, nesilden nesile intikal eden aşkları, ihtiramları bir daha, hiç bıkmayan ve bıkmayacak, bir daha sermeğe gelmiş kullarını, bizleri, senin benim babalarımızı, analarımızı mağrur selâmlayan Türk hakanları hep onun sesiyle alkışlandılar.
Bir zaman Kâğıthane saatleri yiyen bir mesire, uzun bir yol iken öküz arabalarıyla gelen zenginler yani cidalin (kavganın) terlerini pür reşve ve gurur kurutmak için zevk çadırları kuran gaziler ağaçlar altında, seccadeler üstünde, ayran tasları karşısında hep onun nağmeleriyle yaşadıklarına kani oldular.
Ve yine bir zamanlar, bu çok acı genç, çok dikkat et, hudutları bırakan düşmanın mütereddit adımlarına küstah, cesur ökçeler takan; Pasarofca, Kaynarca gibi senin yüzünü ve benim alnımı izmihlâl-i zemine (yok oluş toprağına) sürmüş mağlubiyet-nameleri firarlarıyla mühürleyen sefiller, dünkü ecdadın piç çocukları Galata önündeki meyhanelerde sermest ve bî-hûş (kendinden geçmiş) denî (alçak) bî-âr (utanmaz) kalblerinin çamurlarıyle müteaffin (kokmuş) onun sesiyle, yine onunla, yalnız onunla İstanbul kaldırımlarını titretebildiler.
Ve ağlamaksızın, hissetmeksizin, uyuşmuş yılanlar gibi bıraktığımız yeşil ovalardan kamer-renk nehirlerden, esrarengiz tekyelerden, Arabistan’ı semânın her noktasından minarelerden dinimi, milletimi, namusumu, sancağımı nasıl çıkardılarsa onu da öylece, hasta, bîtâb, hicranzede, kırk bir kemik şeklinde fırlattılar; onun nazlı, ince mevcudiyeti yerine şarapla şişmiş kirli çehrelere benzeyen gaydayı ikame ettiler.
Ne zaman, ey genç, onun, sûr-ı nâyın ince, deliklerle mecruh, boş sinesinden tek bir nefes fırlarsa bil ki bu sana Belgrat’tan, Atina’dan, Sofya’dan, Selanik’ten, Kosova’dan bir peyâm-ı hicran taşıyor, seni eski, ebedî maatteessüf şimdi senin olmayan diyarlarına rabt ediyor ve diyor ki unutma, ey Türkoğlu, vatan bende, vatan her şeyde, her yerde, senin kalbinde, senin gözündedir.
Evet ey Türk genci sen de benim gibi ol! Sen de vatanı bir tutam çiçekte, bir demet gazelde, nakışlı bir taşta, küçük bir nağmede, bir sûrnâyda tıpkı benim gibi gör. Zaten öyle değil misin ey genç, zaten öyle görmüyor musun? Eğer değilsen, eğer görmüyorsan bilmiş ol ki yurdun her köşesi yarın bir hicrangâh olur ve oralarda sûr-nâylar yerine şişkin, kirli yüzlere benzeyen gaydalar çalınır, gaydalar; ey Türk genci…