Mevlana Celaleddin-i Rumi
Mesnevi’den Hikâyeler
Birisi, kızgınlıkla anasını hançerleyerek, döverek öldürdü. Biri ona “ Huyunun kötülüğü yüzünden ana hakkını gözetmedin. Çirkin herif, ananı neden öldürdün! Niye söylemiyorsun, o sana be yaptı ki?” dedi. Adam “ çok ayıp bir iş işledi, bende onu öldürdüm. Ayıbını toprak örtsün” diye cevap verdi. Kınayan “Be adam, ananı öldüreceğine o kişiyi öldürseydin” deyince dedi ki: “Her gün başka birisini mi öldüreyim?
Onu öldürdüm, halkın kanına girmekten kurtuldum, halkın boğazını keseceğime onu boğazladım, bu daha iyi!” O kötü huylu ana, fesadı her tarafta zahir olan nefsindir. Her an onun için bir azize kastedip duruyorsun; kendine gel, onu öldür! Onun yüzünden bu güzel dünya sana dar geliyor. Onun yüzünden Tanrı ile de savaşıyorsun, halkla da.
Nefsini öldürürsen özür serdetmeden kurtulursun, ülkede hiçbir düşmanın olmaz. Bir kimse peygamberlerle velileri düşünüp sözümüzden şüpheye düşer. “Peygamberlerin nefisleri helak olmamış mıydı? Onların neden düşmanları vardı, onlara niye haset ediyorlardı?” derse, Ey doğru söz arayan, kulağını aç!
Bu şüpheye, bu tereddüde vereceğimiz cevap şu: O münkirler kendilerinin düşmanlarıydı; onlar kendilerini yaralıyorlardı. Düşman, ona derler ki cana kastetsin. Kendi kendisine can çekişene düşman demezler. Yarasacağız, güneşin düşmanı değildir, hicaba girmiş, kendi kendisine can çekişene düşman olmuştur. Güneşin ziyası onu öldürür; fakat güneş, yarasanın zahmetini hiç çeker mi, yarasa güneşe bir kötülükte bulunabilir mi?
Düşman ona derler ki ondan bir azap, bir eziyet gelsin; kabiliyeti olan taşın güneş tesiriyle lal olmasına mümanaat etsin! Halbuki kafirlerin hepsi de peygamberlerin cevherlerindeki ziyadan kendilerini men ederler.! Halk nasıl olur da o tek kişinin gözüne perde olur? Bilakis kendi gözlerini kör eder, kendi gözlerini kötü bir hale sokarlar.
Efendisiyle inada girişip kinlenerek kendisini öldüren Arap köle gibi! Köle, sahibine ziyan vermek için kendisini damdan baş aşağı yere atar, helak olup gider! Hasta, doktora düşman olmuş; çocuk, kendisini terbiye edene düşmanlık beslemiş;( zarar kime?)! Hakikatte hasta da çocuk da kendi yolunu vurmakta, kendi akıl ve canının yolunu kesmektedir. Bez yıkayan, güneşe kızar; balık, denize hiddet ederse, bir bak, ziyanı kime? Sonunda bu kızgınlık yüzünden kimin bahtı kararır? Tanrı seni çirkin yarattıysa kendine gel de bari hem yüzü çirkin, hem huyu çirkin olma!
Ayakkabın olsa bile taşlığa gitme. İki boynuzun varsa dört boynuzlu olma! Sen “ Ben filan kişiden daha aşağı mıyım ki talihim böyle ters gidiyor” diye haset ediyorsun ama, Esasen haset de başka bir noksan, başka bir ayıp. Hatta bütün aşağılıklardan daha beter! Şeytan da aşağı olmadan arlandı, bunu ayıp telakki etti de kendisini yüzlerce kötülüğe düşürdü.
Hasedinden yücelmek istedi. Fakat yücelik nerede? Kanlara bulanıp kaldı. Ebu cehil, Muhammet’e uymaya utandı, hasedinden kendisini yüceltmeye, ondan yüksek olmaya çalıştı. Adı Ebül Hakemdi Ebu cehil oldu. Nice ehliyetli kişiler vardır ki haset yüzünden na ehil olup kalmışlardır. Ben bu çalışıp çabalama dünyasında iyi huydan daha iyi bir ehliyet görmedim. Fazileti, mahareti, hüneri bir tarafa bırak.
Bu yolda hizmet ve iyi huy işe yarar. Tanrı, mihnet ve ıstıraplarla hasetler meydana çıksın diye peygamberleri vasıta etti. Çünkü Tanrıdan kimse arlanmaz, Tanrıya kimse haset etmez. Fakat halk, Peygamberi de kendisi gibi bir adam sanır, o yüzden ona haset eder. Fakat peygamberlerin büyüklüğü tahakkuk etti mi, artık ona kimse haset edemez, ona herkes uyar. Şu halde her devirde peygamber yerine bir veli vardır, bu sınama kıyamete kadar daimidir. Kimde iyi huy varsa kurtulmuştur; kimin kalbi sırçadansa sınmıştır.
İşte diri ve faal imam, o velidir, ister Ömer soyundan olsun, ister Ali soyundan! Ey yol arayan, Mehdi de odur, Hadi de o. Hem gizlidir hem senin karşında oturmakta. O, nura benzer; akıl onun Cebrail’idir. Ondan aşağı olan veli de onun kandilidir.
Bu kandilden daha aşağı derece de olan veli de kandil konan yerimizdir. Nura mertebe bakımından dereceler vardır. Çünkü Tanrı nurunun yedi yüz perdesi vardır. Nur perdelerini bu kadar kat bil! Her perdenin ardında bir kavmin durağı var. İmama kadar bu perdeler saf saftır.
Son saftakilerin gözleri, zayıflıktan ön saftakilerin nuruna tahammül edemez. Ön saftakilerin gözleri de görüş zayıflığı yüzünden daha ön saftakilerin nuruna takat getirmez. İlk saftakilerin hayatı olan aydınlık, bu şaşının ruhuna azap ve afettir. Şaşkınlıklar yavaş, yavaş azalır; adam yedi yüz dereceyi geçti mi deniz kesilir. Demiri yahut altını saf bir hale getiren ateş, terü taze ayva ve elmaya yarar mı?
Ayva ve elmanın da az bir hamlığı olabilir, fakat demire benzemezler, hafif bir hararet isterler. Hâlbuki o hararet, o, şuleler, demir için kâfi değildir. Çünkü demir, ejderha gibi olan ateşin yalımını ister. O demir meşakkatlere tahammül eden fakirdir. Çekicin altında, ateşin içinde kıpkırmızı bir hale gelir, ondan hoşlanır. Bu çeşit fakir, ateşin vasıtasız perdecisidir, vasıta ve vesile olmaksızın ateşin ta ortasına kadar girer. Fakat su ve su oğulları, hicap olmaksızın, bir vasıta bulunmaksızın ne ateşten olgun bir hale gelirler, ne ateşin hitabına mazhar olurlar.
Ayağa yürümek için nasıl ayakkabı lazımsa bunlara da ateşten feyz almak için bir tencere yahut tava lazımdır. Yahut da ortada bir yer gerektirir ki hava ısınsın, kızsın da harareti suya müessir olsun. Fakir ona derler ki şulelerle vasıtasız rabıtası vardır. Hakikatte âlemin gönlü odur. Çünkü ten (gibi olan âleme) bu gönül vasıtasıyla feyz gelir, ten (gibi olan cihan), bu gönül yüzünden işe yarar. Gönül olmasa ten, konuşmayı ne bilir? Gönül aramasa ten, araştırmadan ne anlar? Demek ki şulelerin nazargahı o demirdir. Şu halde Tanrının nazargahı da gönüldür, ten değil! Sonra bu cüzi olan gönüller de hakiki maden olan gönül sahibinin gönlüne nispetle ten gibidir. Bu söz, çok misal ister, çok şerh ve izah ister. Fakat avamın anlayışı sürçer diye korkuyorum.
Bu suretle iyiliğimiz kötülük olmasın. İyilik yapıyoruz diye kötülükte bulunmayalım, bu söylediğim de ancak kendimde olmadığından, ihtiyarım elimde bulunmadığından. Çarpık ayağa çarpık ayakkabı daha iyi, yoksulun eli ancak kapıya varır.