İlhan Berk
İnferno.
Paris, 24 Şubat 89
Ne zaman dış yolculuklara çıksam Ivo Andriç'i anımsarım: Belgrat'ta evinde hem şerbet içip hem Yugoslav dilindeki Türkçe sözcükler üstünde konuşurken postacının getirdiği mektuba şöyle bir göz atıp "Nobel'i kazandık ya Japonya'ya davet ediyorlar. Ama bende gidecek hâl yok. Dünyayı dolaşmayı çok istedim ama bu olanağı bulamadım." dediği usuma düşer.
Böyle bir özlem benim kursağımda kaldı diyemem. Yıllardır ihtiyar Avrupa'yı, Yakın-Uzak Doğu'yu çağrılı dolaşıyorum. Bu böyle ama ben gittiğim yerlere kendimi götürmekten de kurtulamadım. Cehennem de işte burada başlıyor. Daha uçakta ne yazacağımı düşünmeye başladım. 7 Colines 7 Poetes (Yedi Tepe Yedi Şair) toplantısı 2 Martta, önümde koca bir zaman var. Düşünüyorum.
25 Şubat
Mahallemi, Gambetta'yı dolaşıp geldim. Gambetta, pek az kalan eski Parisli mahallelerden biri. Şöyle diyorum: Paris'te Parisli pek az artık. Bir havaalanı sanki Paris! Salt buna yarıyor. Odada, pencere kıyısında oturuyorum ve gökyüzünü düşünüyorum. Paris'te gökyüzü yok. Ben de olmayan gökyüzünü düşünüyorum. 1964'te günlüğüme böyle bir tümce düştüğüm usumda. Paris'e bu dördüncü gelişim. Gökyüzünü gördüm diyemem. Bir sözcük sanki gökyüzü, hepsi bu. 1964'te gökyüzünden sonra beni çileden çıkaran bir şey de Eyfel Kulesi idi. Onun her an önüme çıkmasıydı. Ondan kurtuluş yoktu. Eyfel Kulesi, Guy de Maupassant'ı da deli edermiş. Kurtuluşu da kulenin lokantasına çekilmekte bulurmuş. Ancak oradan görülmüyor kule. Bugün, Paris kazan ben kepçe dolaştım; Eyfel Kulesi'ni görmedim.
26 Şubat
Ben, dünyada dört kentin yeryüzünden silinmesinin dünyanın sonu olduğuna inanırım: İstanbul, Paris, Roma, Londra. Ne ölçüde doğrudur bilmiyorum: Paris'in bombalanmamasına Hitler'in Paris sevgisinin neden olduğu söylenir (Bombalamayı boyuna erteleyen Hitler'in bir generali için de söyleniyor bu. Paris'i asıl seven oymuş.).
Gambetta'dan kalkan bir otobüse bindim. Paris' in öbür ucuna kadar gittim. Dünyada bundan güzel bir yolculuk olamaz. Otobüs büyük küçük sokaklardan, alanlardan, çarşılardan, pazar yerlerinden, Seine Nehri'ne gire çıka beni Eyfel Kulesi'ne ulaştırdı. Kafama Eyfel'i yazmayı koymuştum çünkü. Onca yıl onu hep seyretmiştim ama yanına hiç mi hiç gitmemiştim. Eyfel yakından bir çelik yığını, bir enkaz! Eyfel'e ancak karşıdan bakılabileceğine ancak o zaman tahammül edileceğine, o zaman (Bu kadarını olsun söylemeli.) güzel bulunabileceğine inanıyorum.
(...)
2 Mart
Türk şiiri gecesi saat 8.30'da başlıyor. Ben Centre Georges Pompidou'ya üç saat önce gittim. (...)
Pompidou'nun büyük salonu ağzına kadar doluydu. Dinleyicilerin çoğunluğu da Fransızlardı. Türk şiiri değil mi ki onlara tanıtılacaktı, bu da doğaldı elbet. Öyle de oldu. Geceyi Fransız yazarlarından Jacques Lacarriere açtı. Abidin Dino da Çağdaş Türk şiiri üstüne Fransızca bir konuşma yaptı. Fransız tiyatrosundan kadın ve erkek oyuncular da Nazım Hikmet'ten başlayıp Oktay Rifat, Orhan Veli, Melih Cevdet, Fazıl Hüsnü'den ve benden şiirler okudular. Uluslararası kongrelerde izlenenin tersine, şiirlerin önce Türkçeleri okunmadı. Doğrudan hepsi Fransızca okunduğu için sıra bana geldiğinde olduğum yerden (seyirciler arasında) kalkıp boyumu gösterdim, oturdum. Buna da elbet çok sevindim. Bütün şiirler çok güzel okundu. Belli ki büyük emek harcanmış. Son olarak Mehmet Ulusoy, Can'dan şiirler okudu, böylece de Türkçe duyuldu.