Ziya Paşa
Yeni Türk Edebiyatı Antolojisi II (Sadeleştirilmiştir.)
Bir insanın sıhhat ve selameti akla bağlı olduğu gibi bir milletin devam ve saadeti ilme bağlıdır. Nitekim aklı yeterli olmayan insan; bin türlü tehlikeye, korkuya uğrayacağından rahat yaşayamaz. Nitekim ilimle donanmayan bir kavim, medeni topluluklar içinde rahatça yaşayamaz. Bir zamanlar Osmanlı namı cihanı titretirken şimdi tam tersine oldu. Zira Avrupa devletlerinin savaş ve ekonomik güçleri ile devlet idareleri düzenlidir fakat bizim hâlimiz her yönden elem vericidir. Açıktır ki onların ilerlemesinin tek sebebi ilim ve bilgi, bizim geri kalmamızın sebebi ise cehalet ve gaflettir. Çare için hastalığın teşhisi gerektiğinden bu gerileme hastalığı bize ne zamandan beri bulaşmıştır ve günümüzde Osmanlı’nın ilmi neden ibarettir? Bunları bahis konusu etmek gereklidir.
Sultan Osman Gazi’den Fatih Sultan Mehmet’in cülusuna kadar geçen sürede çoğunlukla ülkenin genişletilmesiyle meşgul olunduğundan ilim ve bilgi alanında büyük eserler bırakılmamıştır. Fakat Endülüs, Irak ve İran’daki İslam devletleri o zamanlar çoğunlukla çökmekte olmalarından dolayı birçok hüner sahibi henüz hilal gibi oluşum hâlinde bulunan Osmanlı adaletinin sancağının gölgesine sığındıklarından, vatanımızın toprakları düşman kanıyla sulanıp dururken her yana bilgi tohumları ekilirdi. İstanbul’un fethiyle, Osmanlı’nın saltanatının tahtı istikrar merkezini buldu. Bu büyük fetih Doğu ülkelerinde bilgi bakımından ilerlemenin de başlangıcı oldu. Her devletin ömründe bir bilgi çağı bulunduğu gibi Osmanlı Devleti’nin de bilgi çağı İstanbul’un fethinden sonra yüz elli yıl sürmüş, daha sonra düşüşe geçmiştir.
Bazı yazarlar Osmanlı Devleti’nin gerileme sebeplerini kaleme alırken Sultan Süleyman’ın uygulamaya koyduğu idare kanunlarını gerileme sebeplerinden sayarlar. Fakat ilim binalarını yapan ve bu maksatla ilim yolunu, medrese derecesine yükselten, Sultan Süleyman’dır.(...) Asrında bulunan âlimleri çeşitli şekillerde ödüllendiren ve hatta Ebu’s-suud’un tefsirini gösterişli bir alayla saraya getirerek kapıda karşılayan ve saygı gösteren bizzat Sultan Süleyman’dır. Devletin çoğu şehir ve kasabasında cami, medrese, imaret, köprü ve okul gibi milletin mutluluğu için bunca bina ve eseri yapan Sultan Süleyman’dır. Bunlara ve bunlar gibi tarihî eserlere insafla bakıldığında Sultan Süleyman’ın medeniyet ve bilgi alanında büyük hizmetler yaptığı görülür. Onun kurduğu bu usul, kendisinden sonra gelenlerce suistimal edilmişse bundan o sorumlu değildir. Zira ebediyet Allah’ın şanıdır. Kısaca Sultan Süleyman, devleti ilerletip olgunlaştırdı ve devletin gerilemesine ondan sonra gelenler sebep oldu.
...
Bugün İstanbul’da ve taşralarda medreselerde okutulan ilimleri tamamlamış nice kemal sahipleri vardır ki henüz bir dereceye malik olmayıp şiddetli yoksulluk içinde inlerler. Ve nice âlim, kibarzade ve elifba bilmez cahiller vardır ki kimi büyük müderrislerden kimi kadıların ileri gelenlerinden, belki daha büyük kadılardan ve büyük rütbelilerden geçinir ve faydalanırlar. Mademki ilim, refah ve şerefe sebep değildir, niçin istek ve tahsili için senelerce zahmet çekmeyi seçsin. Bundan dolayıdır ki iki yüz seneden beri bizde din âlimleri azalmaktadır. Bu sebeple mahkemeler esefle karşılanacak durumdadır. Yine bu sebepledir ki devletimiz dahi zaaf ve gerileme içindedir.
Gelelim şu ilahî ilimleri tahsil etmenin sonuçlarına: Bizde bir çocuk beş altı yaşında mahalle mektebine verilir. Elifbadan başlar. Birkaç aydan sonra önüne ebced çıkar ki ne olduğunu ne hoca efendi bilir ve ne de bir kimse anlar.
…
Bu gibi ilim sahiplerine “El- Cevâib” gibi Arapça bir gazete verilse lügata iki saat bakıp düşünmeyince bir anlam çıkaramazlar. Fıkıh ilmine ait bir mesele sorulsa cevap vermekten âciz kalıp “Bizim fıkıhla sürekli bir uğraşımız yoktur.” derler. Akaid üzerine bir bahse girişilse eline bir taassup siperi alıp her sözde hasmını dinden çıkararak susturmaya çabalarlar. Kur’an-ı Kerim’den bir ayetin manası sorulsa “Kadı Beydâvî”ye müracat yolunu gösterirler. Politikadan söz açılsa dünyada İngiltere, Amerika, Japonya ve Fas gibi diyarlar ve memleketler olduğunu hayretle duyarlar. Dostlarından birine Türkçe bir mektup yazmak gerekse şuna buna yalvarırlar.
Avrupa devletlerinde eğitim sistemi böyle değildir. Bir çocuk okula gidip alfabeyi söker sökmez hem okumayı hem de ileride göreceği ilimlerin giriş konularını öğreniyor. Mesela coğrafya, tabiatın sırları ve tarih gibi ilimlerin kolay meselelerini dahi öğreniyorlar. Hatta uzağa gitmeye gerek yok, İstanbul’da Ermeni ve Rum okullarındaki çocuklardan ikisi ile bizim okullardaki çocuklardan ikisi yaşıt oldukları hâlde imtihana tabi tutulsun o zaman fark ortaya çıkar. Onlarda on yaşında olup da kendi lisanında yazmayı bilmeyen ve gazete okumayan az bulunur. Bizimkilerin on beş yaşında olanlarında bile Türkçe iki satır yazabilen veyahut Takvîm-i Vakâyi’yi okuyan az bulunur.
Bundan daha kolay bir tecrübe var (Bu konuyu şu örnekle de anlayabiliriz.). Anadolu ve Rumeli’nin herhangi bir şehrine gidilerek iş için kâtip aransa İslam milletlerinin ancak yüzde ikisinin yazı bildiği anlaşılır. Diğer milletlerin yüzde yirmisi okur yazardır. Bundan da anlaşılır ki (dünya için lazım olan) ilimlerde hemşehrilerimiz bizden ileri gitmişler, ticaret ve sanatı yani refah sebeplerini ve serveti onlar almışlardır. Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya ve Amerika’da ticaretle ilgilenenler arasında bir Müslüman yoktur. Ancak Ermeni ve Rum milletlerinden çoğu ticaretle ilgilenir. Ve bunun içindir ki Doğu milletlerinden hangisine gidilse İslam milletlerinin mahalleleri harap olmaya yüz tutmuş ve diğer milletlerin mahallelerininin her yönden bayındır olduğu görülüyor.
Şimdi böyle kalıp batalım mı? Yoksa diğer milletler nasıl ilerliyorsa biz de o yolda çalışıp yürüyelim mi? Bu ana kadar tuttuğumuz yol bizi şu bulunduğumuz seviyeye düşürdü. Bundan böyle daha da aşağı seviyeye düşeceğimize başka delil ister mi?