Abdulla Kadirî
Han Kızına Layık Bir Yiğit
İpekçi Ziya’nın evinde Atabey şerefine verilen ziyafette başka misafirler arasında Hamit, Rahmet ve Hasan Ali de vardı. Tanışma bölümünden sonra Atabey ile sandıkçı Mirza Kerim sık sık göz göze gelmeye başladılar. Mirza Kerim Atabey’e bir şeyler sormaya fırsat bekliyor fakat Hacı Ekrem ile ipekçi Ziya’nın havadan sudan konuşmalarının ardı kesilmiyordu.
Onlar üçüncü defe göz göze geldiklerinde Mirza Kerim gülümseyerek sordu:
— Beni hatırlayabildiniz mi Bey?
Atabey Mirza Kerim’e dikkat ve itibar ile baktıktan sonra cevap verdi:
— Yok, amca.
— Kaç yaşına geldiniz?
— Yirmi dört…
Sandıkçı kendi kendine bir şeylerin hesabını yaptıktan sonra:
— Anlaşılıyor ki, siz beni hatırlayamazsınız. — Ben Taşkent’te sandıkçılık yaptığım zamanlarda siz tahminen beş altı yaşlı çocuktunuz… Sanki daha dün Taşkent’teymişim ve daha dün sizin evinizde misafir olmuşum gibi… Ama gerçekte aradan on beş yirmi yıl geçmiş, siz de kocaman yiğit olmuşsunuz, ömür atılan ok gibiymiş.
— Siz bizim evimize gelmiş miydiniz?
— Çok defa misafir oldum, o vakitler dedeniz de hayattaydı.
Bu ikisinin konuşmasına kulak verip oturan Hasan Ali de söze katıldı:
— Amcanız bizim eve gelip misafir olduğu vakitlerde siz küçücük çocuktunuz, bey dedi. — Amcanız sizi saraylara da götürürdü.
Atabey utangaç bir tavırla gülümseyerek Mirza Kerim’e baktı:
— Maalesef hatırlayamadım, — dedi. Sandıkçı yine bir şeyler söylemek üzereyken Hacı Ekrem ona fırsat vermedi.
— Hacı Bey ağamız şu günlerde ne işle meşguller? Atabey:
— Taşkent Beyi’nin huzurunda müşavir olarak görev yapıyorlar.
— Aziz Bey şu günlerde de Taşkent’in hâkimi midir?
— Öyle.
— Beyliği batsın, Onu tıfıl Aziz deyin, — dedi Hamit ve Hacı Ekrem’e bakıp güldü: — Yakınlara dek çolak Müsülman’ın bezmi tıfıl Aziz’le eğlenceli olurdu, — diye ekledi ve büyük bir şey keşfetmiş gibi mağrurca ziyafette bulunanlara baktı. Hamit’in uygunsuz eleştirisi mecliste soğuk hava oluştursa da Hacı Ekrem soru sormaya devam etti:
— Hâkiminiz çok zalimmiş, bu doğru mudur?
— Doğrudur, — dedi Bey. — Aziz Bey’in zulmünden halkın sabrı kalmadı artık.
Atabey’in bu cevabından sadece Hacı Ekrem değil belki de mecliste bulunan başka kişiler de şaşırmıştı. Babasının velinimeti olan bir beyin zalimliğini itiraf etmek gerçekten de şaşılacak bir şeydi. Aziz Bey’in Türkistan Hanlığının en zalim ve müstebit beylerin birisi olduğu ve onun kendi yönetimindeki Taşkent halkına yaptığı zulümler Fergana’da dillere destan olmuştu. Hacı Ekrem’in bu soruyu sormaktan amacı Aziz Bey’in en yakını olan kişinin oğlunu sınamaktı. Atabey’in cevabından Hacı Ekrem’in şaşkınlığı arttı ve daha da meraklanarak: — Babanız Aziz Bey’in müşaviriymiş, neden ona doğru yolu göstermiyor? — dedi.
— Affedersiniz, amca, — diye Atabey gülümsedi: — siz babamın müşavirliğini başka türlü anlamışa benziyorsunuz… Bizim beylere halkı yönetme konusunda müşavir olmak imkânsız bir şeydir. Babam Aziz Bey’in müşaviri ve yakın sohbet arkadaşı olduğu sanılsa bile aslında bu cüzi işlerde geçerlidir. Bununla ilgili size bir örnek vereyim, bu iş yakınlarda oldu: Taşkent’teki Cuma sohbetlerinden birinde bir kişi Aziz Bey’i över ve bu övgülere karşı başka birisi ise “Niçin bu kadar övüyorsun, Aziz Bey dediğin bir tıfıl yahu” demiş. Onların konuşmasını işiten casuslardan biri bu sözü Aziz Bey’e iletmiş. Ertesi gün Aziz Bey o iki kişiyi huzuruna çağırmış ve kendisini övene yüksek mertebe verirken, ikincisine ölüm cezası tayin etmiş. Bu hüküm okunurken orada bulunan babam mahkûmun suçunu sorduğunda Aziz Bey cellâda bağırmış: “Hemen götür!” Babam yine bir defa mahkûmun bağışlanmasını isteyince Aziz Bey cellâda emretmiş: “Elindekini bırak yerine Hacı’yı götür!” — İşte gördünüz mü babamın kadir kıymetini?
— Öyleyse ahali neden Han hazretlerine şikâyet etmiyor?
— Kaçıncı şikâyetten bahsediyorsunuz, — dedi Atabey. — Aziz Bey’den zulüm ve eziyet görenlerle birlikte şimdi onuncu şikâyetnamemizi yollamışızdır. Lakin Han hazretlerinin müşaviri olan kişinin zulümde Aziz Bey’den de zalim kişiyse biz ne yapabiliriz? Ancak şunu da söylemek gerekir ki, son zamanlarda Aziz Bey, Hokand’ın emir ve fermanlarını umursamaz oldu. “İtaatsizlik etmesin” şeklinde yazdığımız şikâyetlerimize de Merkez’in görmezlikten gelme ihtimali var. Anlaşılan o ki, Taşkent halkı Aziz Bey’in zulmünden artık bezdi de kimden yardım isteyeceğini bilemiyor. Hacı Yusuf Bey’in nasıl bir insan olduğunu Hacı Ekrem artık anlamış olacak ki, bu hususta soru sormadı ve başka konulara geçtiler. Ziyafet içtenlikle oluşturulduğundan sofra da kadirli misafire yakışır bir şekilde hazırlanmıştı. İpekçi Ziya ile oğlu Rahmet’in misafirleri sık sık sofraya buyur etmeleri başkalarının iştahını kabartsa da Atabey’de böyle bir şey hissedilmez, oturduğu yerde hayallere dalmıştı. O neleri hayal ediyor, neleri düşünüyordu bilmek zor olsa bile onun şu anki hareketleri dikkati çekiyordu. Hayal ederken dalgın gözlerle karşısındaki Mirza Kerim’e bakıyor, onun da kendisine baktığını hissedince gözlerini sofraya çevirip iştahını çekmediği şeylere göz gezdiriyordu. Atabey’in bu halini meclistekiler sezmeseler de Hamit onu takip ediyor gibiydi.
— Ticari işlerle hangi şehirlere gittiniz, Bey? — diye sordu sandıkçı.
— Kendi şehirlerimizden çoğunu gördüm, — dedi Atabey. — Rus şehirlerinden Şemey (Semipalatinsk)’e kadar gittim.
— Aaa, siz Şemey’e de mi gittiniz? — diye şaşırdı ipekçi Ziya.
— Geçen sene gitmiştim, — diye karşılık verdi Atabey, — gidişim uygunsuz bir zamana denk geldiği için çok eziyet çektim.
— Greçek tüccar sizmişsiniz, — dedi sandıkçı, — biz bu yaşımıza geldik, hala kendi şehirlerimizin bazılarını göremedik, siz Rusların Şemey’ine kadar gitmişsiniz.
— “Gezen derya, oturan şilte” imiş, — dedi Hacı Ekrem.
Türkistan’da Rus şehirlerine gidip ticaret yapanların sayısı çok az olduğundan yabancı ülkeleri gören Atabey mecliste hayli dikkat çekti. Ruslar hakkında olur olmaz rivayetler işiten sandıkçı ve ipekçi Ziya işin gerçek yüzünü Atabey’den öğrenmek istediler. Ondan Şemey’de neler gördüğünü sordular. Atabey Şemey’le ilgili hatıralarını anlattı. Rusların siyasî, ekonomik ve sosyal hayatları hakkında dinleyenleri hayrette bırakarak en ince ayrıntısına kadar anlattıktan sonra:
— Şemey’e gitmeden önce kendi yönetimimizi gördüğüm için her yerde de aynı olsa gerek diye düşünürdüm, — dedi Atabey. — Lakin Şemey benim fikrimi alt üst etti. Beni de tamamıyla değiştirdi. Ben Rusların idarî işlerini görünce kendi yönetimimizi sanki bir oyuncak olduğunu kabul etmek zorunda kaldım. Bizim idarî sistemimiz bugünkü düzensizliğiyle devam ederse halimiz ne olacağına aklım ermiyor. Şemey’de iken kanatlanıp uçsam da memleketime varsam ve doğruca Han hazretlerinin huzuruna girip Rus hükümeti kanunlarını tek tek açıklasam, Han hazretleri de anlattıklarımı dinlese ve Rusların idari yapısını ülkede uygulanmasına ferman çıkartsa, ben de kendi ülkemi bir ay içerisinde Rus’unki ile aynı düzeyde görsem diye hayal ettim. Fakat vatana dönüp gördüm ki, Şemey’de düşündüklerim, imrendiklerim sadece bir tatlı hayalmiş. Burada sözümü dinleyecek birisini bulamadım. Dinleyenler de: “Senin hayallerini Han dinler mi, hangi bey bunu uygular?” — diye beni hayal kırıklığına uğrattılar. Önceleri ben onların sözlerine aldırış etmediysem de sonradan doğru sözü söylediklerini anladım. Gerçekten de kabristanda “Hayyalal felah”ı kim duyar ki?
Meclis Atabey’in Şemey hakkındaki hatıralarını merakla dinlediler ve bu güne kadar kimseden duymadıkları bu fikirler karşısında şaşkına dönmüşlerdi. Bu güne kadar istikbali düşünmeyen bu Türkistan ataları Atabey’in içtenlikle söylediklerine ilgisiz kalmadılar.
— Emirî Ömer Han gibi adil padişah gelseydi, — dedi sandıkçı, — Bizler de Rusları geride bırakırdık.
İpekçi Ziya:
— Biz kendi huyumuzdan dolayı bu duruma düştük, — dedi. Hacı Ekrem:
— Doğru!
Hamit de başkalardan geri kalmamak için: “Allah kâfire bu dünyayı vermiş” — dedi.
— Bence, Rusların bizden ileride olması onların ittifak içinde olmalarından olsa gerek, dedi Atabey. — Fakat bizim her gün geriye gitmemizin nedeni kendi aramızdaki kavgalardır, — diye düşünüyorum. Bu hususta Ziya amcanın dediklerine kısmen katılmak mümkündür. Aramızda bu vahim durumu gerçek boyutunu anlayan insanlar yok. Aksine bozguncu ve kavgacı unsurlar çoğalıp, sade halkı sürekli uçuruma sürüklemektedir. Bu günkü “Karaçapan”larla (Kıpçaklar Özbekleri karaçapan derlerdi) Kıpçakların kavgasını örnek olarak göstereyim: iyi düşünün bu kavgalardan bize veya Kıpçak biraderlerimize ne menfaat geliyor ki? — Sadece bundan çıkar gözetenler iki halk arasına düşmanlık tohumlarını saçmakta olan birkaç bozguncu yöneticiden başkası değildir. Örneğin Müslümankul’un iyi adam olduğunu kim söyleyebilir? — Onun ülke için kan dökmekten başka menfaatı oldu mu ki? Müsülmankul kendi çıkarları doğrultusunda kavga çıkartmak için damadı Şiralihan’ı öldürtüp, günahsız Murathan’ı şehit etti. Koyun gibi uysal Taşkent hâkimi Selimsak Bey’i öldürüp yerine Aziz Bey gibi zalimi tayin etti. Kendini emir ilan ederek akılsız bir çocuğu (Hudayar’ı) Han diye halkın tepesine getirdi. Doğru, eğer Müsülmankul bu işleri iyi bir niyeti uğruna yapsaydı, ülkede asayişi sağlasaydı, zalimi aradan kaldırıp yurda barış getirseydi ona kim ne derdi? Halbuki Taşkent tarihinde eşi benzeri görülmeyen Aziz Bey gibi vahşiyi ancak şu Müsülmankul başımıza getirdi. Eğer Müsülmankul iyi adam olsaydı halk başına bu belayı getirmezdi. Kendi çıkarları için istibdat yoluyla halka eziyet edenler ortadan kaldırılmayınca bize kurtuluş yoktur. Bunun gibileri kim olursa olsun iş başından uzaklaştırmak ve onların yerine dürüst ve samimi insanları getirmek kurtuluşumuzun tek yoludur.
Atabey mecliste bulunanlar için tamamen yeni ve duyulmamış fikirleri anlatırken onlar şaşkınlık içinde dinlerlerdi. Onlar mevcut kavgaların asıl sebeplerini iyi anlıyor ve kendilerince değerlendiriyorlardı. Atabey’in bu tür fikir ve görüşleri meclistekilere ipucu vermiş gibi oldu. Gerçi açıkça söylemeseler de yüz ifadelerinden Atabey’i takdir ettikleri ve alkışladıkları görülmekteydi.