Celal Sahir Erozan
Erozan, 1910, 294.
Karlı bir gündü. Fecr-i Âtî diye gençlerden mürekkep bir encümen-i edebînin teşekkül etmek üzere olduğunu ve kendimin de davet olunduğumu Fazıl Ahmed’in lûtfu dolayısıyla haber almıştım. Onunla beraber bu kıymetli davete icabet ederek gittim. HiIâl Matbaasındaki odaya girdiğim zaman âşina ve bîgâne bir kalabalığın karşısında idim. Fâik Âli her zaman istilâ edecek bir âsuman arıyor gibi duran müstağrak nazarlarıyla köşede oturuyor, Tahsin Nahit küçük kahkahalarıyla odanın ortasında sıra ile oturan bütün azaya birşeyler anlatıyor, Emin Bülent pür-hayat simasıyla gayr-i mütenasip marazî şiirlerinden birini yanındakilere okuyordu. Oraya girer girmez her şeyden evvel sol tarafta pencerenin yanında Müfit Ratib’e hararetli evza (tavır) ile bir şeyler anlatan, yeni gelen adamı görmek için gözlüğünün üstünden bir nazar atfeden Şahabettin Süleyman nazar-ı dikkatimi celp etmişti. Serbest İzmir isminde bir gazetenin sahifesinde gözüme ilişen birkaç eseriyle düşmanlığımı kazanan bu adama burada tesadüf etmek hiç hoşuma gitmemişti. Bizi tanıştırdılar. O muarefeyi üzerinde tevakkuf edilecek bir şey addetmeyerek mükâlemesine, yazacağı Siyah Süs ismindeki piyesin tafsili mevzuuna devam etti. Ben de galiba -bu samimi bir itiraf- diğer birine onun hakkındaki fikir ve hissimi söyledim. Şimdiki efkâr ve hissiyâtımın o zamankinin tamamıyla aksi olduğunu ilâveye lüzum görmüyorum.
Bu odanın içinde bir hava-yı samimiyet teneffüs ettim. Herkesin gözlerinde cevval bir zekâ ile metin bir azmin kaynaştığını görüyordum. Burası bir lâne-i sanat ve şebaptı (gençlik ve sanat yuvası idi). İşte Fecr-i Âtî ile ilk muvâcehem.