Mustafa Safayî
Nuhbetü’l-asar min-Feva’idil-eşar’dan.
Nedîm: Adı Ahmet’tir. Kıymetli vücudu İstanbul şehrinde dünyaya gelmiştir. Sultan İbrâhim Han’ın saltanatının ilk yıllarında Rumeli Kazaskeri olan Mustafa Efendi’nin torunudur. Anne tarafından soyları tarih sahibi Kara Çelebizade Abdülazîz Efendi’ye dayanır. İlk döneminde ilim sermayesini elde edip bu yola yönelip mezun olmakla şimdi büyük müderrislerin sınıfına girmiştir. Asrın şairlerinden ve zamanın fasihlerinden izzet ve ikbâle layık melek huylu bir kişidir. Şiirleri oldukça ince hayallerle yüklü ve sözleri kesinlikle benzersizdir. Bu birkaç güzel beyit o şerefli vücudun eserlerindendir.
Nazım: Yazık! Ayna gibi berberimden (berber güzelinden) yüz bulmadım. Aldırmazlık kılıcının suyunun coşkunluğu başımdan aştı.
Ey peri! Gül rengi, kıpkırmızı gözümle bin, dolaş; ki ben sana kaşımdan kavisli (kaş şeklinde) bir eyer sundum.
Hayretle yakamı yırtıp ansızın eline sundum. Yüz parçaya bölünmüş gönlümü telaşımdan tarak zannettim.
Felekler, kanlı yaşımdan hacamatçı şişesine döndü, artık kirpiklerinin sivri uçlu neşterine yorgunluk gelmez.
Ey Nedim, kaşların kemerine bir hareket gelmedi. Hâlbuki benim titrememden bin tahammül dağı baş aşağı döndü.
Yine ondan: O şahın (1. Sevgili 2. Satrançtaki şah taşı) (sevgilinin) beline iki kolumu bağladım ve emel piyonum (onun) satrançta rakibin başlangıç çizgisine kadar ilerledi yani vezir oldu (Amacına ulaştı).
Herkesle alay eden o sevgili, saçının büklümünü tarağına dolasa, fitnenin dokumasına nakış atmak (1. Nakışla işlemek. 2. Hile yapmak, aldatmak) ister.
Göğüs boşluğunda, ben bir yavru besledim, şimdi yabancılarla konuştu yuvasına gelmez oldu.
Yine ondan: Başımda yine arzu yarası, bağrımda derdim var; ay gibi parlak alnı bile kabul etmeyecek bir berberim var.
Ey sevgili, Allah’a hamd olsun gönül çeken kabında neyim (1. neyim: hiçbir şeyim 2. nem: ıslaklık) kalır; (senin) iki yanağından sarkan uzun zincire benzeyen saçının bağındayım, gözümde yaşım var.
Ey âh kılıcının sivri ucu, Nedimâ ismini nakşetmek ne mümkün, “sevgilinin gönlü” adlı elmastan kıymetli bir taşım var.
Yine ondan: Yumuşak tenli sevgililerin incitmesi (azarlaması) de tatlı olur, çekilen sıkıntılar (alnın kırışıklığı) helvanın lezzetini acıtmaz. (Tıpkı sütlaçın üstündeki kıvrımlar, lezzetini acıtmadığı gibi.)
Yine ondan: Siyah gözlerin hastalıklardan kurtulmasın. Külahının eğriliği âlemde mumya (1. Her derde deva efsanevî ilaç 2. Yapıştırıcı) bulmaya.
Yine ondan: Kısılmış bakışları zehir dolu çıkar. Güzellik memleketinin ceylanından ejder doğar.
Yine ondan: O yeni çıkan ayva tüyleri (sevgilinin) dudaklarını göstermez oldu, sakın içkinin haramlığına nazil olan ayet olmasın.
Nesir: Cihan padişahı Sultan Ahmet Han Gazi Hazretleri herkesin gezinti yeri olan Kâğıthane’de Sa’dabad adlı gönül açan yerde kusursuz bir saray bina edip yüce devletin iki yüzden fazla adamlarına bağlar bağışlayıp herkes büyük harcamalar ile saraylar bina etmekle, asrın şairleri sanatlı tarihler ve kasideler yazdılar. Adı geçen şair de bu şarkıyı nazmetmiştir. Sadabad’ın Övgüsünde Şarkı:
Gel şu mutsuz gönle bir eğlence bahşedelim. Servi boylum, gidelim, yürü Sadabad’a. İşte üç çifte kayık emrimizde bekliyor. Servi boylum gidelim, yürü Sadabad’a.
“Cuma namazına” diye annenden izin alıp zalim felekten bir gün çalalım. İskeleye doğru gizli yollardan dolaşıp, servi boylum, gidelim, yürü Sadabad’a.
Gülelim, oynayalım, dünyadan muradımızı alalım. Yeni yapılan çeşmeden Cennet suyu içelim. Ejderha görünümlü fıskıyenin ağzından hayat suyunun aktığını görelim. Gidelim servi boylum, yürü, Sadabad’a.
Kâh varıp havuz başında salına salına dolaşalım, Kâh Cihan Kasrı’nı seyredelim. Bazen şarkı, bazen gazel okuyalım, Servi boylum gidelim, yürü, Sadabad’a.
Bir sen, bir ben, bir de hoş sesli çalgıcı, eğer iznin olursa bir de çılgın Nedim, Başka dostları bugünlük feda edip, Servi boylum gidelim, yürü Sadabad’a.