1712 yılında Tokat’ta doğdu. Asıl adı Ebubekir’dir. Öğrenimini memleketi Tokat’ta yapan Kânî ilk gençlik yıllarından itibaren çevresinde gerek nazım, gerekse nesir sahasında yazdıklarıyla ve özellikle nükteli üslubuyla tanındı. İlk gençlik yıllarında derbeder bir hayat süren Kânî, Mevlevilik tarikatına girmiş ve uzun yıllar boyunca Tokat Mevlevihanesi’nde bulunmuştur. 1755 yılında Trabzon valisi Sadrazam Hekimoğlu Ali Paşa üçüncü kere sadaret makamına tayin edilince Tokat’a uğrayarak bir kasidesini çok beğendiği Kânî’yi de beraberinde İstanbul’a götürdü. İstanbul’da Divan Kalemi’ne giren Ebubekir Kânî, Ali Paşa’nın bir yıl sonra sadrazamlıktan ayrılmasıyla Silistre valisine divan kâtipliği yaptı. Uzun süre bu göreve devam etti. Özel kâtip olarak bir süre de Ulah beylerinin hizmetinde bulundu. Sadrazam Yeğen Mehmet Paşa’nın çağrısı üzerine 1782 yılında İstanbul’a döndü. Saray adap ve teşrifatına aykırı davranışlarda bulunduğu ve bazı devlet sırlarını ifşa ettiği iddiasıyla Limni adasına sürgün edildi. Kânî Efendi, burada pek çok sıkıntı ve mahrumiyet içinde uzun yıllar yaşadı. Affedilerek İstanbul’a dönmesinden kısa bir müddet sonra, 1792 yılı Şubat ayında vefat etti. Sürurî, şairin ölümü için “Her sözi ma‘den-i cevher idi gitdi Kânî” mısrasını tarih düşmüştür. Kabri Eyüp’te Feridun Paşa türbesinin bitişiğindedir.
Nüktedan, kibar ve hoşsohbet, hemen her sözünde nükte bulunan ve çevresinde çok sevilen Kânî, bir mizah ustası olarak tanınmıştır. Bükreş’te bulunduğu sırada sevdiği bir kızın kendisinden Hıristiyan olmasını istemesi üzerine söylediği, “Kırk yıllık Kânî olur mu Yani” sözü bugün dahi kullanılan bir vecize hâline gelmiştir. Kânî bir divan oluşturacak miktarda şiir söylemiş olmakla beraber asıl ününü nesir alanında yapmıştır. Sanatkârlığı, hiçbir kural ve kayda bağlı olmaksızın içinden geldiği gibi yazdığı mektuplarında öne çıkar. Secilerle süslediği mektupları ince nükte ve hicivlerle doludur. Halk deyimlerinden büyük ölçüde yararlanan Kânî’nin Münşeat’ı estetik nesrin önemli örnekleri arasındadır. Hz. Peygamber için yazdığı naatları dışında hemen bütün eserlerinde farklı düzeylerde de olsa nükte, hiciv ve hezl izlerine rastlanır.
Eserleri
Divan: İstanbul kütüphanelerinde bazı yazma nüshaları bulunan divan Arap harfleriyle yayımlanmış ve eser tenkitli metin hâlinde yüksek lisans tezi olarak hazırlanmıştır (Eliaçık 1992).
Münşeat: Letaif ve Hezliyyat adlarıyla da anılan ve 120 civarında mektuptan meydana gelen eser, döneminin ifade zenginliği ve üslup özelliklerini yansıtan zarif nükteler ve hiciv örnekleriyle doludur. Daha sonraki çağlarda bazı inşa kitaplarıyla antolojilere de girmiş olan bu örnekler belli bir düzen anlayışından uzak münşiyane metinler olup XVIII. yüzyıla ait başka kaynaklarda rastlanmayan ayrıntılar içermektedir. Çağın örfleri, anlayış tarzı ve sosyal hayatından izler taşıyan mektuplar arasında özellikle üç tanesi oldukça meşhurdur. Bunlardan “Hirrename” adıyla bilinen metin bir kedinin ağzından sahibine hitaben yazılmış hoş bir mizah örneğidir. Kânî’nin uykuya düşkün bir dostuna yazdığı ve “baş”la ilgili atasözleri ve tabirlerle süslenmiş diğer mektubu da ünlüdür. Yeğen Mehmet Paşa’ya hitaben kaleme aldığı mektubunda ise döneminin edebiyat ve sanat çevrelerini eleştiren önemli görüşleri ve kendi hayat tecrübeleri yer alır. Münşeat’ın değişik hacimlerdeki el yazma nüshaları çeşitli kütüphanelerde mevcuttur. Eser hakkında bir doktora tezi hazırlanmıştır (Batislam 1997).