1859 yılında İstanbul’da doğdu. Babası Abdurrahman Sami Paşa yenilikçi ve devrin ileri gelenlerindendir. Sezai çocukluğunu Tanzimat yaşayışına uygun bir çevrede geçirir. Görkemli bir hayatın içinde kışın konakta yazın Çamlıca’daki yalıda yaşamıştır. Daha çocukluğunda yaşadığı konakta Namık Kemal, Recaizade Mahmut Ekrem ve Abdulhak Hamit, Kazım Paşa ve Ebuzziya Tevfik gibi şahsiyetlerin sanat ve fikir hareketleri üzerine yaptıkları sohbetlere bilfiil katılmıştır. Zengin ve üst düzey bir hayatın içinde olan Sezai özel bir öğrenim görür. Mehmet Galip Efendi’den Arapça; Muallim Feyzi Efendi’den Farsça; yabancı hocalardan ise Fransızca ve Almanca dersleri alır. Daha küçük yaşlarda Tanzimat dönemi sanatçılarını severek okur. Özellikle Namık Kemal’in etkisinde kalır. Hamid’in etkisiyle İran Şairi Sadi’yi okur. 1872 yılından sonra basın hayatına girer. Kamer ve İttihat gazetelerinde ilk denemelerini yazar. Namık Kemal ile on yedi yaşında tanışır. Hatta Namık Kemal tutuklandığında onu sık sık ziyaret eder.
Sezai ilk memuriyet görevine 1879 yılında Evkaf-ı Hümayun Mektubu Kaleminde başlar. 1880 yılında Londra’ya gider. Londra’da dört yıl elçilikte kâtip olarak çalışır. Bu yıllarda Avrupa edebiyatını yakından tanıma imkânı bulur. İstanbul’a dönünce Hariciye Nezaretinde muavin olarak çalışmaya başlar. 1886 yılında kısa bir evlilik yapar. 1887 yılında Sergüzeşt romanını yazar. Ahmet Cevdet Paşa’nın çıkardığı İkdam gazetesinde makale ve hikâyeler yazar.
Hürriyet fikrine bağlı olan Sezai, hükümetle anlaşamaz. Bu yüzden de kardeşi Hasan Bey’in yardımlarıyla Marsilya’ya kaçar. Buradan 1901’de Paris’e geçer. Paris’te İttihat ve Terakki cemiyetine katılır. Jön Türkler ile birlikte olur. Cemiyetin yayın organı olan Şuara-yı Ümmet gazetesinde makaleler yazar. Daha sonra bu gazetenin yazı işlerini üstlenir. Cemiyetin içinde saygın bir yere gelir. 1908 yılında Meşrutiyetin ilanı ile birlikte İstanbul’a geri döner. 1909 yılında Selanik’te İttihat ve Terakki cemiyetinin toplantısına katılır. Atatürk ile burada tanışır. Abdulhamit’in baskıcı yönetimine karşı gizli çalışmaların içinde yer alır. 31 Mart Vakasına kadar da bu tür çalışmaların içinde olur. 1909 yılının sonuna doğru İspanya’ya gider. 1914 yılına kadar burada kalır. Birinci Dünya Savaşının çıkması üzerine 1916 yılında İsviçre’ye geçer. İki yıl burada kalır. Mütareke sırasında 1921 yılında İstanbul’a döner. Süleymaniye Kız Lisesinde öğretmenlik yapmaya başlar. 1936 yılında hayatını kaybeder.
Daha gençlik yıllarında Namık Kemal’in tesirinde olan Sezai sonraki yıllarda Ekrem ve Hamit etkisindedir. Her ne kadar eski edebiyatı okumuşsa da eski edebiyatı milli, samimi ve içtimai olmaması nedeniyle beğenmez; yeni edebiyatı ise takdir eder. Roman, hikâye, hatıra, makale ve şiir gibi alanlarda eser vermesine rağmen asıl becerisini hikâyede gösterir. Modern kısa hikâyeyi edebiyatımıza kazandırır. En küçük şeylerin bile hikâye konusu olabileceğini savunarak hikayeye farklı bir yön çizer. Küçük Şeyler, Rumuzu’l Edeb ve İclal adlı hikâye kitaplarında realizm ile romantizmi kaynaştırarak farklı bir tarzı geliştirmiştir. Hikâyelerinde özellikle insanın iç dünyasına eğilmesiyle hikâyede tahlile büyük önem vermiştir. Bizde Maupaassant tarzını benimseyen ilk hikâyecimizdir. Hikayede toplumsal meseleleri ele almasıyla kendin sonrakilere yol gösterici olmuştur.
Sezai edebiyatımızda asıl şöhretini Sergüzeş romanı ile yakalamıştır. Bu romanda Sezai romantizmin etkisinden kurtularak realist bir çizgiyi yakalar. Bu romanda Abdulhamit devrinde yaygın olan fakirlik ve ezilmişlik duygusu önemli derecede hissedilir. Denilebilir ki Servet-i Funun edebiyatının temel duygusu olan ezilmişlik ve isyan duygularını başlatan Sezai’dir. Romanda yer yer şairane açıklamalara ve duygulu tasvirlere yer verir. Dünyaya ressam gözüyle bakar. Mekân ile insan arasında ilişki kurmaya çalışır. Özellikle mekân tasvirlerinde insanın iç dünyası ile ilişki kurar. Romanında sade ve ince bir dil kullanmaya özen göstermiştir.
Sezai nesirde bir heyecan lisanı ve bir edebiyat dili kullanmaya özen göstermiştir. Tabiat karşısında şiirli bir dil kullanır. Tasvir ve tahlillerinde sade Türkçe’den uzaklaşır. Arapça ve Farsça tamlamalara yer verir. Benzetmelerde çok uzun cümleler kurar. Namık Kemal’in tesiriyle süslü dil kullanmaya özen gösterir. Fransız söz dizimine uygun cümleler kurmaya çalışır. Edebiyatın serbest olmasından yanadır. Edebiyatta şahsiyet taraftarıdır.
Eserleri:
Hikayeleri: Küçük Şeyler, Rumuzu’l Edeb, İclal
Tiyatroları: Şir
Romanları: Sergüzeşt: Bu roman küçük yaşta Kafkasya’dan kaçırılarak getirilmiş Dilber adlı bir kızın acıklı hikâyesini anlatır.
Sami Paşazade Sezai’nin Sergüzeşt adlı romanı Türk edebiyatında kölelik (esaret) konusunu ele alan eserlerin başında gelir.
Sami Paşa-zâde Sezâî’de ressamlara has bir görme duygusu vardır. Denilebilir ki, bütün romana, hayatı ve dünyayı pasif, seyirci bir gözle seyreden bir ressamın bakışı hâkimdir.
[Öykünün] konusunun ve dolayısıyla mesajının ‘edeb’li (ahlakî, dinî, tasavvufî, hikemî, fikrî, ulvî, uhrevî...) olma özelliğini yok ederek modern hikâyeye vücut veren ilk kişi Sami Paşa-zâde Sezâyî’dir.
Sami Paşazade Sezai’nin Küçük Şeyler (1891) adlı kitabında yer alan öyküleri, araştırmacılar tarafından Türk edebiyatında modern anlamda kısa öykünün başlangıcı kabul edilir.
[Küçük Şeyler (1891)] Hem romantizm hem de realizmin izlerini taşıyan ve gözleme dayanan eserde vak’alar ve kahramanlar olağan üstü özellikler taşımaz. Bunun yanında eser hikâyecinin bakışındaki dikkati, tabiat ve eşya tasvirlerinin ruh hallerine ve temaya uygun bir fonksiyon yüklenmiş olması, hikâyeye yabancı unsurların atılması ile sağlanan sanatkârane yoğunluğuyla Türk edebiyatında Avrupaî tarz küçük hikâyenin ilk örneği sayılır. Söz diziminde kendinden önceki Tanzimat yazarlarının etkisinden kurtularak bu defa Fransızca’nın etkisiyle oluşmaya başlayan yeni bir ifade tarzının kendini hissettirmesi, Küçük Şeyler’i düz yazıda Edebiyat-ı Cedide yazarlarının kılavuzu durumuna getirmiştir.
Gene bir gün kitapçıda İstanbul’dan yeni gelmiş şeyleri gözden geçirirken, Sami Paşazade Sezai Bey’in ‘Küçük Şeyler’ adlı kitabını gördüm. Onu, gençliğinde yazdığı ‘Şîr’ adlı trajedisiyle, en son eseri olan ‘Sergüzeşt’ adlı romanıyle ve ikisinin arasındaki birkaç yazısıyla tanırdım ve Namık Kemal okulunu geleceğin kuşağına bağlayacak bir usta olarak selamlardım.
‘Küçük Şeyler’ beni çıldırttı. Sanat heyecanlarımın içinde bu kitaptan duyduğum zevke ve ruh esenliğine yetişebilecek bir duygulanma daha bilmiyorum. Bu bana yeni bir ufuk, ülkenin düzyazı ve sanat göklerinde vaatlerle dolu parlak bir tanyeri göstermiş oldu. Öykülerin çeviri denemeleriyle geçen zamanlarımın ve bu ‘Küçük Şeyler’ adlı bu güzellikler kitabının -onunla kezlerce baş başa kalmak yoluyla- bende biriktirdiği gereği bir heyecan toplamı, sanki gelecek yılların dölyatağına düşerek gelme zamanını bekleyen, titreşime başlamış bir gebelik tohumu oluşturmuş olacak ki yazarlık hayatımda en sevdiğim (tür olan) öykülerden kimbilir ne kadar yazmış oldum.