Şinasi
Şinasi'nin ilklerinden birisi de Batı edebiyatından Türk edebiyatına kazandırdığı tiyatro türüdür. Yazar, Şair Evlenmesi ile edebiyatımıza Batı tiyatrosunun ilk örneğini kazandırmıştır.
(Müştak Bey, davranış ve giyimiyle mahalle halkı tarafından sevilmemektedir. Şair tabiatlı, fakir Müştak Bey, mahallesindeki Kumru Hanım'la evlenmek ister. Ziba Dudu aracı olur ve düğün yapılır. Mahalleli Müştak Bey'e bir oyun oynar ve Kumru Hanım yerine onun yaşlı ve çirkin ablası Sakine Hanım'ı Müştak Bey'e nikâhlar.)
BİRİNCİ FIKRA
(Müştak Bey - Hikmet Bey)
Müştak Bey- Hele bu akşam güvey giriyorum ya... Bereket versin ki bugün nikâhım kıyıldı, yoksa aşk ile telâşımdan az kaldı nikâhsız güvey girecektim.
Hikmet Bey - Hiç öyle şey olur mu?
Müştak Bey - Neye olmaz, buna âşık evlenmesi derler.
Hikmet Efendi - Acayip.
Müştak Bey - Öyle ya... Aşksız ve muhabbetsiz evlenen geçinebilirse aşk olsun. Ya ben Kumru Hanım'ı neye alıyorum? Ancak sevgilim olduğu için... Ne dersin, şunu delice sevdiğime akıllılık etmemiş miyim?
Hikmet Bey - İhtimaldir.
Müştak Bey - O tazelikle hüsnü gibi huyu da güzel... Bence her hâlinden memnunumdur.
Ah, ama zavallı Kumrucuğumun karga suratlı büyük hemşiresi olmasa... Hikmet Bey - Gerçek onun ismi ne idi?
Müştak Bey - Sakine Hanım değil mi ya? Miskinin adını bile sevmiyorum. Hikmet Bey - Niçin?
Müştak Bey - Bize engel olduğu şöyle dursun, çehre züğürdü olarak kırk beş yaşına kadar evlerde kaldığından akıl cihetiyle de iflâsa çıkmış. Hâsılı bir büyük kamburundan başka göze görünür bir şeyi yok. Ah, böyle bir baldızım olduğuna âlemden hicab ediyorum.
Hikmet Bey - Ne çare, gülü seven dikenine katlanır.
Müştak Bey - Gel şunu sana vereyim be... Ama, nikâhla ha. Geçinemeyecek ne varmış? Ya o akıllanır ya sen çıldırırsın.
Hikmet Bey - Sakın Kumru Hanım'ın yerine onu sana verip de bir hile etmesinler, âlem bu ya!.. Zira büyük dururken küçüğü kocaya vermek âdet değildir.
Müştak Bey - Yok, bak, ben öyle latife istemem. Latife latif gerek.
Bikmet Bey - Öyleyse sen bana onu neye latifeyle peşkeş çekiyorsun, ya?
Müştak Bey - Ben sana onu latifeyle mi vermek istiyorum? Gerçekten a canım!
Hikmet Bey - Özrün kabahatinden büyük.
Müştak Bey - Hiç özür dilemiyorum.
Hikmet Bey - Ya!
Müştak Bey - Aman, sus. İşte kılavuzum Ziba Dudu geliyor. Galiba benim Kumrucuğumu getiriyorlar. Haydi, sen selâmlıkta otur. Birazdan gene görüşürüz.
...
DÖRDÜNCÜ FIKRA
(Müştak Bey - Ziba Dudu - Habbe Kadın - Sakine Hanım)
Ziba Dudu - Evlâdım, gelin hanımı getirdik. Gel, koltuğuna girde köşeye oturt.
Müştak Bey - (Neşatından türlü türlü tuhaflıklar ederek Sakine Hanım'ı Habbe Kadın koltuklamış olduğu hâlde karşılar.) Vaay...
Ziba Dudu - (Habbe Kadın'a) A dostlar, damat bey gelin hanımı görür görmez sevincinden bayıldı.
Müştak Bey - Hayır, sevincimden bayılmıyorum, kederimden yüreğime iniyor, ah!
Habbe Kadın - (Ziba Dudu'ya) A! Zavallı gelin hanımı bir titreme aldı. Amanın, al basmasın. (Sakine Hanım'ı sandalyeye oturtur.)
Müştak Bey - Nedir bu?
Ziba Dudu - İşte ömrün oldukça sana can yoldaşı olacak sevgili yarin Sakine Hanım.
Müştak Bey - O bana can yoldaşı olacağına benim canım çıksa daha canıma minettir.
Ziba Dudu - (Habbe Kadın'a) Adamlar, damat bey sayıklamaya başladı. Galiba safasından aklını şaşırmış.
Habbe Kadın - (Ziba Dudu'ya) Biçare, hasretine kavuştuğu için sevinç delisi oldu. Müştak Bey - (Hüzün ile) Ah! Ah! Ah!
Ziba Dudu - Ağlamayın... Sen ağlayacağına düşmanların ağlasın.
Müştak Bey - Ah, düşmanlarım bu hâlimi bilseler nasıl gülerler.
Ziba Dudu - Haydi kuzum, gelin hanımı duvağını aç da yüzünü gör. Biraz gönlün açılsın.
Müştak Bey - Neye lazım! Yüzünü göreyim de bir kat daha yüreğim mi kalksın üzüntüm mü artsın?
Ziba Dudu - Aç evlâdım, aç. Sevgilin olduğuna şüphen kalmasın. (Habbe Kadın ile beraber Sakine Hanım'ın duvağını, Müştak Bey'e açtırması için cebreder.)
Müştak Bey - İstemem! (Elini çekerken Sakine Hanım'ın duvağı ile iğreti saçı kazaen eline ilişir kalır ve Sakine Hanım'ın yüzü ve ak saçları açılır.) Bu ne?
Ziba Dudu - Vaay! Zavallı kızcağızın sırma gibi nazik saçlarını yolup çıkardı.
Müştak Bey - Ey vakıa ak saçları beyaz sırma gibi baksana, nasıl parıl parıl parlıyor.
Ziba Dudu - Ay, o lâkırdı ona değil, yenge kadınlara banadır. Ben sana harf atmayı öğretirim. (Habbe Kadın'a) Haydi, yenge kadın, gelin hanımı çabuk dışarı çıkar da nikâhını kıyan efendiyi çağırt. Yanımızdaki kahvededir. Orada bulunan mahalleliyi alsın da gelsin. Şuna bir meram anlatsınlar.
YEDİNCİ FIKRA
(Müştak Bey - Ziba Dudu - Habbe Kadın - Ebüllaklaka Batak Ese - Atak
Köse - Hikmet Efendi)
Atak Köse - (Arkasında küfe ve bir elinde kürek ve bir elinde süpürge ile) istemeyiz.
Hikmet Efendi - (Dahi Atak Köse'nin arkasından yetişerek) ne istemiyorsunuz.
Atak Ese - Ben ne bileyim! Mahalleli istemeyiz diyor, ben de öyle diyorum. Elbette onların böyle demelerinde hakkı vardır.
Hikmet Bey - Ay, mahallelinin neden hakkı var?
Atak Köse - Hakkı olduğunu pek yavuz bilürün. Ama bak, doğrusu, neden hakkı olduğunu bilmen.
Hikmet Edendi - Öyle ise bilmediğin şeye neye karışıyorsun?
Atak Köse - Vay, neye garışman? Ben de bu mahallenin galbur üstüne gelenlerinden değil miyim?
Hikmet Bey - Sen kim oluyorsun?
Atak Köse - Daha hâlâ sen benim kim olduğumu bilmiyo musun? Hikmet Bey - Hayır.
Atak Köse - Öyleyse, sen de bilmediğini neye soruyorsun? Hay cahil, hay! Şimdi tutub da sana anlatacak mıyım ki, ben deheyy öteki mahallede kiracıyın ve bu mahallede süprüntücü başıyın diye.
Hikmet Bey - Hay şaşkın, hay!
Atak Köse - Senin de aklın olsaydı benim gibi şaşkın olurdun. Maslahatta ne vamış. Haydi oradan süpürüver bakayın.
Ebullaklaka - (Müştak Bey'i göstererek) Vay, sen şunun gibi bir kabahatliye sahabet ediyorsun ha?.. Rıza-yı kabahat aynı kabahattir. Sen de onun gibi cezaya müstahaksın.
Hikmet Bey - Aman efendim, ben kendi kabahatimi anladım, ama onun kabahati n'oluyor anlamadım.
Ebullaklaka - Daha ne olsun? Kendine nikâh ettiğim kızı istemiyor da onun küçüğünü istiyor. Bu ne demektir?
Hikmet Bey - Efendim, gazaplanmayınız. (Gizlice bir para kesesi göstererek) Küçük kızı senden isteriz.
Batak Ese - Efendi nedir o? Rüşvet mi alıyorsunuz?
Ebullaklaka - (Batak Ese'ye) Ben öyle şey mi kabul ederim? İstemem. (Gizlice Hikmet Bey'e) Yan cebime ko. (Hikmet Bey keseyi onun yan cebine koyar.)
Atak Köse - Gizlice yan cebime ko mu diyorsunuz?
Ebullaklaka - Hayır. Yan canibimde durma git, diyorum. Ta ki benden şüphelenmeyesiniz.
Batak Ese - Galiba parayı almışa benziyorsunuz.
Ebüllaklaka - Hâşâ sümme hâşâ: Eğer ben paraya elimi sürdümse, ellerim kırılsın.
Hikmet Efendi - Aman efendim. Hakikat her neyse lâyıkıyla meydana çıkarın da ona göre şanınıza düşeni işleyin.
Ebüllaklaka - Böyle kibarane, yoluyla meramınızı ifade buymuşunuzdan gönlümdeki hiddet gitti de yerine merhamet geldi. (Mahalleliye) Yahu, mahalleli! Ben bu işte bir başka türlü hakkaniyet görmeye başladım. Zira sonradan hatırıma bir şey geldi.
Mahalleli - Nedir o?
Ebüllaklaka - Hani büyük kız demekten muradım, yaşta büyük değildir, boyda büyük manasınadır. Zira büyük kız, kırk yaşını geçmiş olduğu hâlde damat beyin dengi olamaz. İşte benim bildiğim bu kadardır. Her bir zamanda ve ahran mekânda böyle, doğrucasına şehadet ederim.
Batak Ese - Siz buncaleyin dil ile ikrar ettikten geri biz de kabl ile tastik ederiz. Mahalleli - Hay hay!
Ebüllaklaka - (Habbe Kadın'a) Yenge kadın, boyda büyük, yani yaşta küçük olan asıl gelin hanımı var getir. Kendi elimle damat beye teslim edeyim, bir daha yanlışlık olmasın. (Hikmet Efendi'ye) Daha başka bir yanlış olmuş şeyler varsa söyleyin, onları dahi hasbice düzelteyim. Zira bu makule hayırlı hizmette bulunmayı kendime bir büyük iftihar bilirim.
Batak Ese - (Müştak Bey'e) Beyefendi, deminden size dediğim ilâfların hepiciği şaka içindi. Sizi gasvetiniz vaktinde güldürüp eğlendirmek isteyedum.
Atak Köse - (Hikmet, Efendi'ye) Efendim. Tövbe olsun, bir daha mahallelinin süprüntüsünden başka bir işe garuşursam adam değilim.
Şair Evlenmesi, Türkiye Türkçesiyle Batı tarzında yazılmış ve Türkiye’de yayımlanmış ilk tiyatro eseridir. “Görmeden evlenme”yi konu alır.
Sağlam bir dil kültürü olan Şinasi, 1858 yıllarında, İstanbul’da verilen temsillerin konuşmalarındaki gramer ve sentaks yanlışlarından, kısaca söylemek gerekirse, Türkçesizlikten, oyunların konularının çoğu zaman toplumumuzla hiçbir ilgisi bulunmayışından duyduğu rahatsızlık yüzünden bu piyesi yazarak bir örnek vermek istemiştir. Kaldı ki, Şinasi bu temsillerde gördüğü sahne tekniği ve sanat yetersizliği yönünden de rahatsızlık duymuş olabilir. Çünkü Şinasi’nin görsel sanatlardaki görgü, bilgi ve zevki bir sanat merkezi olan Paris’te geçirdiği yıllarda gelişmiş ve olgunlaşmıştır. (...)
Toplamak gerekirse Şinasi’ye bu piyesi şu faktörler yazdırmıştır:
a. Halkın, sahne eğlencelerine ve tiyatroya duyduğu eğilim,
b. Verilen oyunların genellikle yabancı dillerde olması,
c. Türkçeye çevrilip oynanan eserlerin dil bakımından zayıf, konu bakımından yerli halkı az ilgilendirir olması.
Bir taraftan bize edebiyatımızın o zamana kadar semtine uğramadığı yeni bir realizmin kapısını açar, öbür taraftan da, bunu yapmak için halka gider, orta oyunu ve meddah hikâyeleri gibi mahallî sanatlardan faydalanır.
Müştak Bey’in neşeli bohemi bizdekine hiç benzemez. O, taşkınlıkları, konuşma tarzı, zevcesine yüz görümlüğü olarak şarkı hediyesi, yaşlı baldızını sokak ortasında arkadaşına âdeta zorla ve büyük bir kayıtsızlıkla ikram ediş tarzıyla, hatta piyesi bitiren sahnedeki acelesiyle daha ziyade Quartier Latin veya Boulevard tiyatrosudur. Murger’in ‘bohem hayatı sahneleri’ cinsinden bir eserle pek âlâ bağdaşabileceği gibi, Paul de Kock’a da gidebilir. Fakat dışarıdan gelen bu karakter, tamamıyla yerli olan heyeti umumiyenin arasında insanı rahatsız etmez.
Şinasi’yi okurken insanda, şahıslarını ‘sen gel! sen gel!’ diye hayatın ortasından sahneye çekip almış hissi uyanır. Sağdıç kadın, imam efendi bu konuşma sayesinde hayatın bütün bir renkli tarafını, en doğru tonlarını beraberlerinde getirerek sahneye girerler.
Şinasi, bu eseri ile bize (...) ‘sokağın anahtarını’ hediye etmiş, tek ufuk olarak canlı hayatı göstermiştir.
Şair Evlenmesi, devri için ileri bir adım atarak “kadınla erkeğin birbirleriyle görüşüp anlaştıktan sonra evlenmeleri gerektiği” düşüncesini savunur.