Namık Kemal
Atâ öksüz kaldığı için akrabasından Halil Bey'in yanında büyümüş bir gençtir. Tıbbiyede okumakta olan Atâ ile Halil Bey ve Tahire Hanım'ın kızları olan Şefika birbirlerine âşık olurlar ancak bunu gizlerler. Tahire Hanım, Şefika'yı taliplisi olan bir paşayla evlendirmek niyetindedir ve bu niyetini Halil Bey'le birlikte Şefika'ya açıklar. Ancak Halil Bey, kızı ile Atâ'nın birbirlerini sevdiklerini anlamıştır.
İKİNCİ FASIL
Süslü bir oda
Birinci Meclis
Halil Bey — Tahire Hanım
HALİL BEY — Hanım! Öyle söylüyorsun ama kızın hâlini görmedin mi?
TAHİRE HANIM — Hâlini ne göreyim? Biraz ağladı, biraz nazlandı, o kadar değil mi? Hangi kıza anası babası "Seni filana vereceğiz." der de kız sevinç gösterir? Şefika o kadar terbiyesiz mi ki bizden utanmasın? Hangi kız babasından, anasından ayrılacağını işitir de memnun olur? Şefika o kadar merhametsiz mi ki bizden ayrılacağına hiç teessüf etmesin? Bey, size bugünlerde bir şey oldu, kızın evden gideceğini düşündükçe aklınız da başınızdan gidiyor. O giderse evlatsız mı kalacaksınız? Allah'a emanet, Ali yok mu? İşte o da on yaşına girdi.
HALİL BEY — Değil iki gözüm Şefika sağ olsun, rahat olsun da nereye giderse gitsin. Ben orasını düşünmem. Çocuk ne kadar içlidir bilirsin, evlenmek lakırtısını söylediğimiz vakit ben istemem dediğine, ağladığına bakmadım fakat bilmem dikkat etmedin mi senin ısrarını gördü, mahzun mahzun bana baktı. Benden de yüz bulamadı, çehresine bir karanlık renk geldi, gözlerine bir hafif duman çöktü. Hâlâ o renk gitmiyor, hâlâ o duman geçmedi. O kadar zayıflıyor ki bayağı her gün vücudunun eriyen yerleri gözle fark olunuyor. Gözleri daima toprağa bakıyor, yüzündeki renk yapıştırma gibi duruyor. On dört yaşında çocuk senden benden bitap olmuş. Biçareye bir hâl olmasından korkuyorum. Çocuğun gönlünde bir sevda hissediyorum.
TAHİRE HANIM — Allah Allah! O yaşta çocuk sevdayı ne bilecek? Zahir on dört yaşında masumları bırakalım, istedikleri gibi evlensinler, istedikleri adama varsınlar öyle mi? Sonra dünyada ninenin, babanın ne lüzumu kalır?
HALİL BEY — Kasabın çırağını değil lakin akranından birini severse niçin vermeyeyim de senin kırk yaşındaki Paşa'na vereyim? (...)
TAHİRE HANIM — Bey, Allah'ı seversen öyle münasebetsiz münasebetsiz lakırtılar söyleme! Paşa kırk yaşında imiş değil a, velev ki olsun, Şefika'nın varacağı adam sanki hiç kırk yaşına girmeyecek mi? Akranını o nerede bulup da sevecek? Biz nerede bulup da vereceğiz?
HALİL BEY — Mesela şimdi Atâ...
TAHİRE HANIM (Lakırtısını keserek) — Ben biliyorum, sizin asıl meramınız kızı Atâ'ya vermek. Hiç düşünmüyor musunuz? O, bir öksüz çocuk; akrabanızdan olduğu için siz yanınıza aldınız. Şefika ile şimdiye kadar kardeş gibi büyüdüler. Hiç evlendikten sonra aralarında dirlik olur mu? Kim akrabasından birini almış da rahat etmiş? Hem nasıl geçinecekler? Atâ mektepten yüzbaşı çıkacak değil mi? Bir yüzbaşı maaşından ne olur? Kızını halayıklığa mı vereceksin?
HALİL BEY — Hanım, hekimlerin kazancını işitmedin mi? Atâ ne kadar müstaittir bilmez misin?
TAHİRE HANIM — Allah esirgesin, hastalardan para alıp da can besleyecek değil mi?
HALİL BEY — Hastayı hasta edip de parasını almayacak, iyi etmeye çalışacak da alacak.
TAHİRE HANIM — İyi olmayanlardan almaz mı?
HALİL BEY — Alırsa emeğinin mukabilini alır.
TAHİRE HANIM — Ben öyle emekle kazanılan parayı istemem.
HALİL BEY — Ya nasıl para istersin? Mutlak devlet hazinesinden, fukara çıkınından gelmeli öyle mi?
TAHİRE HANIM — Aman Bey! Artık bilmiyorum.
HALİL BEY — Darılmak lazım değil. Konuşuyoruz. Atâ yüzbaşı çıkacaksa kıyamete kadar yüzbaşılıkta kalacak değil a. O beslemeye muktedir oluncaya kadar çocuklar da bizimle beraber geçinir giderler. Şimdi nasıl oluyorlar?
TAHİRE HANIM — Şu siz, kızın Atâ'yı istediğini nerden biliyorsunuz?
HALİL BEY — Bildiğim yok, zihnime öyle bir şüphe geldi de söyledim.
TAHİRE HANIM — Şimdi Şefika'yı çağırır sorarız. O vakit siz de anlarsınız ki kız ne kimseyi seviyor ne Paşa'ya varmaktan o kadar nefret ediyor.
HALİL BEY — Allah versin de senin dediğin gibi olsun.
TAHİRE HANIM — Şefika! Şefika!
Babası Şefika'ya gönlünde başka biri olup olmadığını sorar ancak Şefika mahcubiyetinden Atâ'yı sevdiğini söyleyemez.
Bir diğer oda
Üçüncü Meclis
Şefika Hanım — Tahire Hanım
ŞEFİKA — Nineciğim!
TAHİRE HANIM — Nedir kızım?
ŞEFİKA — İzin verir misiniz, gönlümü açayım da içinde olan esrarı önünüze dökeyim?
TAHİRE HANIM — Kız nasıl esrar? Söyle bakayım?
ŞEFİKA — Darılmayacağınıza yemin edin, söyleyeyim.
TAHİRE HANIM — Kız vallahi darılmam, söyle! Beni yürek çarpıntısına uğratacaksın.
ŞEFİKA — Siz bey babamın yanında söylediğim lakırtılara inandınız mı?
TAHİRE HANIM — Niçin inanmayayım? Yalan mı söyledin?
ŞEFİKA — Evet.
TAHİRE HANIM — Niçin?
ŞEFİKA — Babamdan utandım, ninemin hatırını saydım da onun için.
TAHİRE HANIM — Babandan utanmasan, benim hatırımı saymasan yalan söylemeyecek de ne diyecektin?
ŞEFİKA — Şimdi söyleyeceğim lakırtıyı söyleyecektim nineciğim: Seviyorum.
TAHİRE HANIM — Kimi?
ŞEFİKA — Atâ Beyi.
TAHİRE HANIM — Kız, sen çıldırdın mı? O nasıl lakırtı? Şimdi "O benim kardeşim." diyordun. Ne kadar da temkinli yalan söylüyor. On dört yaşında çocuğun ağzında sevmek lakırtısı ne geziyor? Yarabbi! Ne söyleyeceğimi de şaşırdım. Yok, yok! Ağlama kızım! Gel bakayım! Gel seninle güzel güzel lakırtı edelim de hepsine bir çare buluruz. O bir hevestir kızım, geçer geçer.
ŞEFİKA — Hayır nineciğim, geçmiyor. Ben şu zayıf vücudumda ne kadar kuvvet varsa bir yere topladım, uğraştım, çalıştım, bir türlü geçiremedim. Ben geçmesini istedim çünkü sizden korktum. Siz de geçmesini istiyorsunuz, bilmem neden korkuyorsunuz? Muradınız benim rahatım değil mi? Paşa'ya vermeyin. O konak bana cehennem olacak; o devletler, o saadetler bana kabir azabı gibi gelecek.
TAHİRE HANIM — Kızım, geçer; o bir çocukluktur. Paşa da güzel, Paşa da genç. Daha otuz sekiz yaşında. Otuz sekiz yaşında erkek gençtir. Kızım, nikâhtan sonra anlarsın. Muhabbet, nikâhtan sonra gelir.
ŞEFİKA — Anneciğim, niçin bu kadar üstüme varıyorsunuz? Kızınıza hiç merhametiniz yok mu? Beni Paşa'ya vermeyin de öldürün, vallahi billahi kailim.
TAHİRE HANIM — Yarabbi! Bu çocuk da mı hâlimizi öğrenecek? Ne zararı var! Muhabbeti biliyor ya dünyanın her hâlini öğrenmekle ne olur? Kızım! Sen babanın eski devletini, haşmetini bilmezsin. Bilsen sözlerimi daha kolay anlarsın. Şimdi fakir olduk, ayda iki bin kuruşla geçiniyoruz. Zararı yok, geçinelim. Lakin babanın beş yüz kese borcu var. Sarrafı öldü, varisleri şimdi istiyorlar. Nikâh olursa Paşa sana babanın sarraftaki senedini ağırlık verecek. Şimdi anladın mı? O kıymetli babacığının hapislerde çürüdüğünü, benim kederimden öldüğümü, nazlı kardeşinin yalınayak sokaklarda süründüğünü ister misin?
ŞEFİKA — Ah, nineciğim nineciğim! Bir parçacık bırak da kendimi toplayayım; hepinizi hapisten, ölümden, sürünmekten ben mi kurtaracağım? Beni onun için mi Paşa'ya vermek istiyorsunuz? Feda... Feda olsun. Gönlüm de feda olsun, canım da feda olsun. Atâ... Atâ da feda olsun. Yaparım, bundan sonra ne emrederseniz onu yaparım. Lakin size... Size bir ricam var: Hâlime merhamet edin de onu kabul edin. Ta ben Paşa'ya varıncaya kadar Atâ duymasın. Allah'ınızın aşkına duymasın. İki evladınızın başı için duymasın!
TAHİRE HANIM — Duyurmam, duyurmam kızım. Sen emin ol! Geçer iki gözüm, dünyada her şey geçer. Birkaç günde unutursun. Bak ilerde nasıl memnun olacaksın da bana dua edeceksin. Dünyanın her hâli geçer. Sen gönlünü eğlendirmenin bir kolayını bul. Ben biraz sokağa çıkayım. Konağa haber vereyim, senedi alsınlar.
ŞEFİKA — Git, nineciğim! Hiçbir şey düşünme! Ben gönlümü yenerim, ben kendime bir çare bulurum.
Şefika üzüntüsünden verem olur. Bu durumu öğrenen Atâ, Şefika'yı ziyaret eder ve onun öleceğini anlayınca zehir içer. Sonuçta ikisi de talihsiz bir şekilde ölür.