Ahmet Mithat Efendi
Felâtun Bey ile Râkım Efendi kültürleri ve aile yaşantıları bakımından birbirlerinden çok farklı yetişirler. Babası Mustafa Meraki Efendi gibi alafranga meraklısı olan Felâtun Bey bir mirasyedidir. Felâtun Bey gibi bir kaleme devam eden Râkım Efendi ise alnının teri ile para kazanır. Fransızca öğrenip kitap tercüme etmeye başlar ve gazetelere yazılar yazar. Râkım, evlenmesini isteyen Fedai Kalfa'ya yoldaş olsun diye tesadüfen bir Çerkez'in yanında gördüğü bir kızı yüz altına esirciden satın alır. Fedai Kalfa kızın adını Cânan koyar. Râkım, Cânan'a okuma yazma öğretir. Râkım'ın kalbini kazanmak isteyen ancak Râkım ile Cânan arasındaki muhabbeti görünce dost kalmayı yeğleyen Jozefinodan piyano dersi alan Cânan, Fransızca da öğrenir. Bu arada Felâtun Bey ise Polini adlı kötü bir kadına gönlünü kaptırmış, servetini tüketmektedir. Felâtun Bey'in de tanıdığı bir İngiliz ailesinin Can ve Margirit adlı kızlarına Türkçe ve Fransızca dersleri veren Râkım'a bir süre sonra kızlar gönüllerini kaptırırlar. Can, aşkından yataklara düşer. Mr. Ziklas, kızıyla evlenirse Râkım'a 300 bin İngiliz lirası vermeyi teklif eder ancak Râkım bu teklifi kabul etmez.
Can zavallısının Râkım'da yarattığı üzüntüler gerçekten olağanüstüydü. O kadar ki o zamana kadar Râkım'da Can için bir aşk yok idiyse bile ondan sonrası için olabilmek eğilimi dahi baş göstermiş denilebilir. "O biçare kızcağız ne durumlara girmiş, ahiret insanı suratını almış. Vallah sevilmeyecek kız da değildir. Farisi okumak da ona mahsustu. Ah, işte onu bu hâllere koyan Hoca Hâfız'ın Divan'ı değil midir? Ben bu dereceye kadar tesiri olacağını hesap edememiştim. En yanık beyitleri, bir sûz-u derûnla dinler ve alırdı. Meğer kendisini zehirlemek içinmiş. Vah biçare Can, vah! Eğer kıza bir hâl olursa vallah yanarım." diye Hendekbaşı'na kadar indi. Orada kime rastgelse iyi? Felâtun Bey'e! Adam, bırak şu aşağılık adamı be!
Nasıl bırakırız. Hikâyemizin yarısına ortak olan bir kimseyi nasıl terk ederiz? O hoppayı bu hikâyeye hiç bile katmamalıydı.
Öyle gerekirdi ama nasılsa katmış bulunduk. Hem Felâtun Bey'e bu tavır neden gerekti? Yoksa adamın şu alafrangalığını çekemez mi oldunuz? Eğer Felâtun Bey olmamış olsaydı mayonez konusu ortaya çıkar mıydı? Ya otel C., öyle bir zengin alafranga Osmanlı'yı görebilir miydi? Kâğıthane'de madamın arabası önünde çifte mızıka çalınır mıydı? Batasıya gittikten sonra neye yarar?
Zararı yok! İşte, inan olsun ki bundan sonra batasıya gitmeyecek. Gidemeyecek ki gitsin. Korkarız paralar... Korkacağınıza dinleyiniz:
Felâtun — Ooo birader! Allah versin Allah versin! Kibarlık başka şey! Eski dostları göremez olurlar.
Râkım — (İçinin yanıklığından ne söylediğini dahi bilemeyerek) Estağfurullah birader! Bugün zihnim pek perişandır. Şu Ziklas'ın kızı yok mu? Büyüğü, hani ya şu Can!
Felâtun — Evet, insanın canına sokacağı gelen Can değil mi?
Râkım — Bırak Allah'ı seversen! Kızcağız can üzerinde.
Felâtun — Ne için?
Râkım — Bilir miyim ben ne için? Galiba verem olmuş, hekimler aşk hâlidir diyorlar.
Felâtun — İşte gördün mü? Senin gibi feylesofların yapacağı iş bu kadar olur. İffeti muhafaza edelim, edebi muhafaza edelim diye böyle körpecik kızları verem ederler, bırakırlar. Bana alaka etmiş olsaydı da bak hiç böyle verem olur muydu? Turp gibi yaşardı turp!
Râkım — (Bıkkınlıkla) Adam bırakalım artık şu acıklı meseleyi. Kızcağız bugün yarın yolcudur. Sen ne hâldesin bakalım sen? Polini ile rahat edebiliyor musun?
Felâtun — Madem sen bana Çan'ın lakırtısını bıraktırdın, ben de sana Polini'nin lakırtısını bırakmayı teklif ederim.
Râkım — O ne için ya?
Felâtun — Şunun için ki artık kendisinden ayrıldım.
Râkım — (Telaşla) Sebep?
Felâtun — Bırak şu düşmüş kadını Allah'ı seversen!
Râkım — Canım, o nazlı Polini şimdi düşmüş kadın mı oldu?
Felâtun — Hınzır kadın, beni yolup kül ettikten sonra yüz çeviriverdi.
Râkım — Yolduktan sonra mı?
Felâtun — Ah, öyle ya!
Râkım — Bari mali birkaç bin lira oldu mu?
Felâtun — Birkaç bin mi? On altı bin diyemiyor musun?
Râkım — (Daha fazla telaşla) Ne dedin? Zati senin servetin ne kadar idi ki?
Felâtun — (Gözleri dolarak) İşte ne kadarsa hepsini yoldu! Ah birader, sen bana pek doğrusunu söylemiştin ama ne faide. O zaman şimdiki aklım olsaydı ne yapacağımı ben biliyordum.
Râkım — Ey şimdi?
Felâtun — Şimdi taşlarla döğünmekteyim ama faide yok. Eniştemle de bozuştuk. Dünyanın hâlini şimdi anladım diyorum ya! Parasız kaynı enişteler, parasız biraderi hemşireler de kabul etmiyor-muş. (Gözlerinin yaşı daha da arttı.)
Râkım — Bu iş böyle kalacak değil a! Elbette bir çaresini düşünmüşsündür.
Felâtun — Dünyada bir dostum varmış. Vaktiyle ettiğim bunca iyiliklerin bir semeresi hasıl olmuş.
Bizim... Beyefendi'yi bilirsin ya!
Râkım — Evet!
Felâtun — İşte şimdi onun sâye-i merhametine sığındım. Bize bir mutasarrıflık yakalayabilecek. Kuvveyen me'mûl ediyorum. Çünkü beni kuvveyen temin ediyor.
Râkım — Allah versin birader! Vallah memnun oluruz. Bizim de eğer elimizden bir şey gelse dirîg etmeyiz ama...
Râkım bu sözü söyler söylemez Felâtun bir kez Râkım'ın yüzüne bakıp acı acı gülümsedi; sonra veda dahi etmeden aldı yürüyüverdi. Şimdi bu da zavallı Râkım için bir dert oldu mu? Artık alt tarafını sormayınız.
Bu Râkım için niye bir dert olacak? Vaktiyle gözlerini açmalı idi de elindeki serveti, düşmüş bir kadına kaptırmamalıydı. Evvelleri Râkım'ı beğenmiyordu ya!
Evet, bu sözde haklısınız. Ama Râkım gibi bir çocuğun kimsenin düşmesiyle yüreği soğumaz. Hasmının böyle düşmesinden dahi acı duyar.
İşte Râkım, Can'ın hastalığından dolayı iki türlü üzüntü içinde olarak evine geldi ki o akşam çenelerini bıçak açmayarak hatta yemek dahi yiyemedi. Efendisinin şu acı çeken durumu Cânan'a dahi sonsuz derecede acı vermişti. Ancak bu geceki durum her zamankine benzemediğinden zavallı kızcağız ağzını bile açamayarak Râkım'ın karşısında boyuncuğunu büktü, kaldı. O gece Râkım'ın kahve vesaire hakkında Cânan'a verdiği emirler sanki şimdi bir mazlumun kanını dökerek henüz bıçağını silmekte bulunan yeniçeri zorbasının ağzından çıkıyormuşçasına bir öfkeyle çıkıyordu. Bundan dolayı Cânan bu olağanüstü duruma ağlaması mı yoksa ağlamaması mı gerekeceğinde dahi şaşırıp da herkes yattıktan sonra kendi yatağı içinde rahat rahat, bol bol ve kana kana ağlamayı başarabildi.
Hani ya o işini gücünü asla aksatmayıp kronometre saat gibi işlemekte olan Râkım, ertesi günü nereye gideceğini, ne edeceğini şaşırarak, "Şimdi giyinirim, şimdi kalkarım, şimdi giderim. Fakat ne reye gitmeli, ne iş görmeli?" diye ikindiyi evinde edip dolayısıyla akşamı dahi orada çıkarmak zorunda kaldı. Saat onu geçtikten sonra Cânan dahi piyanoya oturmuş idiyse de kızcağız efendisinde neşe göremeyince kendisi dahi neşelenemeyip çaldığından öyle tat alamadı.
Derken Jozefino gelmesin mi! Meğer o gün, ders günü imiş. Râkım kendisini karşıladı. Kadın pek şen ve hatta şuh yaratılışlı olduğundan bin gülücükler bin ferahlıkla gerek Râkım'a ve gerek Cânan'a selam vermişti. İkisi de Jozefino'nun selamını pek soğuk bir karşılama ile aldılar. Jozefino şaştı kaldı, bu soğuk davranışa hiçbir anlam veremedi.
Jozefino — O ne? Ben bu saadetle memlû olan haneyi bu akşam bir kederle dolu görüyorum. Hayırdır inşallah!
Râkım — Hayır, hamdolsun hiçbir kederimiz yoktur.
Jozefino — Lisanınız, yüreğinizdeki şeyi söylemiyor. Korkarım Cânan senin canını sıktı.
Cânan — (Korkusundan titreyerek) Hayır madam, | ben hiçbir şey yapmadım.
Râkım — Hiç Cânan benim canımı sıkar mı? Bu| lakırtıyı ben söylemiş olsam sen inanmamalısın.
Jozefino — Öyle olmak lazım geleceğini bilirim. | Fakat bugün sizde mutlaka bir hâl var!
Râkım — Yok değil, var! Hani ya Mister Ziklas yok mu, işte onun büyük kızı ölüm hâlinde hasta da ona pek acıyorum. Bir genç kızın gürleyip gitmesi insanı yakmaz mı a madam?
Jozefino — Vakıa acınacak bir şey. Hastalığı ne imiş?
Râkım — Gençlerin hastalığı ne olur? Malum a ince hastalık!
Jozefino — Vah zavallı kızcağız vah! Vallahi acıdım.
Râkım — Hele benim ne kadar acıdığımı mümkün değil tasavvur edemezsiniz. Âdeta kızcağızla kardeş gibi geçinirdik.
Jozefino — Canım daha şimdiden kızı vefat etmiş addedip de yanmak lazım gelmez a! İnşallah bir şey olmaz da kalkar!
Râkım — Evet, babasına böyle teselliyat biz de verdik. Her neyse bizim bugünkü âlâmın birisi işte bu. Birisi de bizim Felâtun Bey meselesi.
Jozefino — O Felâtun Bey kimdir ki meselesi ne olduğunu anlayalım.
Râkım — Vay sen Felâtun Bey'in kim olduğunu bilmiyor musun?
Jozefino — Sen ona dair bana hiçbir şey söylemedin.
Râkım — Söylemeye lüzum görmedim de onun için. Zira Felâtun Bey'i Beyoğlu'nda tanımayan kalmamıştır ki.
Jozefino — Ha anladım anladım. Şu Platon Bey değil mi?
Râkım — Evet, işte o! Onun Türkçe ismi Felâtun, Frenkçesi Platon'dur.
Jozefino — O bir tiyatrocu nazende ile otel C.'de prenslik taslamaktaydı. Hatta kendi familyasının Üronüs sülalesinden indiğinden bahisle asilzadelik dava ederdi.
Râkım — Asilzadelik dava ettiğini bilmem. Velev ki etsin. Bizim memlekette hamdolsun bu cesaret yoktur.
Jozefino — Ey, o beyefendinin nesine acıyorsun?
Râkım — Paraları tüketmiş de onun için!
Jozefino — Vah benim çocuk Râkımcığım vah! A oğlum, dünyanın her budalasına acımak senin vazifen mi? Platon Bey çocuk değil idi ya! Hâlbuki Beyoğlu'nda onun paraları tüketeceğini çocuklar dahi anlamıştı.
Râkım — Ama ben ona acırım Jozefino, acırım. Zira ne kadar olsa refikimdi.
Jozefino — Ben inanmam ki o adam senin refikin olsun. Zira senin refikin olsaydı mutlaka senin akıl ve hikmetinden müstefid olurdu. Biz haber almakta idik ya! Matmazel Polini yalnız kendi hesabına olarak Fransa'ya elli bin franktan ziyade poliçe göndermiş. Kendi âşığını oyunda yendirip paralara ortak olan düşmüş kadınla yaşamanın nihayeti budur. Nerede bir yankesici varsa onu kont veyahut baron diye Platon'a takdim eder, derhâl kumara sevk eyler ve bunlar kendi âşığından ne kazanırsa hanımefendi dahi ortak olurdu.
Râkım — (Büyük bir üzüntü ve umutsuzlukla) Sana bir şey söyleyeyim mi Jozefino? Sizin bu Avrupa'nın fenaları iyilerinden pek çok ziyade!
Jozefino — Ona şüphe mi ister? Lakin şunu da bil ki sizin bu İstanbul'un da budalaları, akıllılarından pek çok ziyade. İşittiğime göre o Platon Bey'in üç dört yüz bin frank sermayesi varmış. Bu sermayenin îradıyla üç dört yüz bin sene ömrü olsa yine bir bey olarak yaşayabilirdi. Bu parayı kendisine babası bırakmış. O dahi kendisini harcetmeye memur eylemiş. Bakalım beyefendimizin üç dört yüz kuruş kazanmak kudreti var mıydı?
Râkım — Ne gezer!
Jozefino — Gördün mü bir kere? İnsan para harceder ama kazanmaya kudreti olur ve daha âlâsı, para kazanmaya başlar da öyle harceder. Para kazanmaya başlar da harceder dediğimin sebebi şudur ki bazı adamlar kendilerinin para kazanmaya muktedir bir münevver olduğunu zannederlerse de bu zan ellerindeki servetin bitmeyeceği hakkında olan zanları gibidir. Sen de gençsin. Hem senin hünerin, senin marifetin kazandırıyordu. Sen niçin onun gibi yapmadın?
Râkım— (Garip bir gülümsemeyle, yavaşça) Beni de sen baştan çıkarmadın mı?
Jozefino — Bak şu dadı çocuğuna bir kere. Bak şu beşik bebeğine! Ah isterdim senin de yakanı Matmazel (Bu aralık Cânan, efendisinin Yozafino'nun kulağına fısıltı ettiğini görünce dışarıya çıktı.) Polini gibi birisi yakalamış olsaydı da seni de görseydim.
Râkım — Benim nemi alacak?
Jozefino — Hiç olmazsa seni işten güçten men edip perişan eylerdi ya. Zalim, ben sana valdelik ettim. Pek de valdelik demeyim ama hemşirelik ettim. Daha doğrusu dostluk ettim.
Râkım — Canım, bilmiyor muyum ya, latife ediyorum.
Jozefino — Ha şöyle, kendi idaresine kudreti olmayan ve hâlbuki dünyasında kendisinden başka bir kimseyi beğenmeyen derbederlerin hâline acıyıp da mesut haneni âlâm ile doldurmakta ne mana var? Biraz da latife et zahir. Lakin Cânan nereye gitti?
Râkım — Çağıralım. Cânan! Cânan!..
Cânan — (Dışarıdan) Buyur efendim!
Efendisinin kendisini çağırması üzerine kızcağız sevine sevine geldi. Gerek Jozefino'ya ve gerek efendisine içecek sundu. Jozefino'nun sözleri Râkım'ın üzüntüsünü dağıtmış olduğundan canı müzik istedi. Jozefino kalktı, pek iç açıcı havalarla ortalığın önceki ağız tadını yeniledi. Ondan sonra Cânan dahi piyanoya oturup hem şarkı okudu hem piyanoya dokundu. Ta saat on bir buçuğa, on ikiye geldi...
Felâtun Bey, Akdeniz adalarından birine mutasarrıf olarak gider. Mr. Ziklas'ın hasta olan büyük kızı Can iyileşir ve bir süre sonra kardeşi Margirit gibi kendisi de evlenir. Râkım Efendi ise Cânan ile evlenir, nur topu gibi bir oğlu olur.