Türk Siyasal Hayatı, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir, Ocak 2013.
19. yüzyılın başından itibaren yaşanan bu gelişmeler Osmanlı İmparatorluğu’nda mutlak iktidarın sınırlandırılmasına yönelik girişimler olmakla birlikte söz konusu belgeler anayasa olarak kabul edilmemektedir. Islahat Fermanı sonrasında da Avrupa devletlerinin değişiklik talepleri devam etmiştir. Hatta Osmanlı İmparatorluğu’nun iç sorunlarının görüşülmesi için İstanbul’da bir konferans (Tersane Konferansı) düzenlenmesine karar verilmiştir. İlk anayasa olan Kanun-i Esasi de bu konferansı n açılışının yapılacağı gün ilan edilmiştir (23 Aralık 1876). Bu durum her ne kadar dış etkilerin anayasanın kabulündeki rolünü gösterse de anayasanın sadece dış baskılar sonucu kabul edildiğini ileri sürmek için yeterli değildir. Geniş halk kitlelerinin talebi sonucu olmamakla birlikte, meşruti rejime geçilmesinde Genç Osmanlılar hareketinin de önemli bir rolü vardır. Öncesindeki dönemde sadrazam ve padişah değişikliklerinde etkili olan bu hareketin destekçileri, II.Abdülhamit’i tahta geçirirken meşrutiyet rejimine geçileceği sözü almıştır.
Sadrazam Mithat Paşa tarafından hazırlanan 57 maddelik anayasa taslağını (Kanun-ı Cedid) ülke koşullarına uygun görmeyen padişah, Sait Paşa’ya Fransız Anayasalarını çevirtmiş ve nazırlarından da bunları değerlendirmelerini istemiştir. Taslakları n hazırlanmasının ardından anayasa hazırlamakla görevli resmî bir komisyon oluşturulmuştur. Padişah tarafından atanan 28 üyeden (2 asker, 10 ulema ve 3’ü Hristiyan 16 sivil bürokrat) oluşan bu komisyon, Mithat Paşa ve padişah tarafından hazırlanan taslakların yanı sıra, Belçika, Polonya ve Prusya vb. anayasalardan da yararlanarak asıl anayasa tasarısını hazırlamıştır. Zamanla yarışarak hazırlanan bu metin, 23 Aralık 1876’da padişah tarafından kabul ve ilan edilmiştir.
Kanun-i Esasi’ye göre, ülkesiyle bölünmez bütün olan Osmanlı Devleti’nin resmî dili Türkçe, başkenti İstanbul’dur. Saltanat ve hilafet hakkının Osmanoğulları soyuna ait olduğu devletin dini İslam’dır.
Yürütme organı padişah ve Heyet-i Vükeladan (Bakanlar Kurulu) oluşur. Padişah, yürütmenin başı olduğu gibi, Heyet-i Vükela başkan ve üyelerini (sadrazam, şeyhülislam ve vekiller) kendisi seçer, atar ve görevden alabilir. Padişah’ın siyasi, hukuki, cezai sorumluluğu bulunmadığı gibi, parlamentodan güvenoyu alması gerekli olmayan Heyet-i Vükelanın da yasama organına karşı siyasi sorumluluğu bulunmamaktadır.
Meclis-i Umumi adı verilen yasama organı Heyet-i Âyan ve Heyet-i Mebusan adında iki kanattan oluşur. Dört yıl görev yapmak üzere seçim yoluyla oluşan Heyet- i Mebusan’da, her elli bin erkek nüfusa bir temsilci düşmektedir. Ömür boyu görevde kalan Heyet-i Âyan üyeleri ise 40 yaşını aşan ve seçkin hizmetleri ile tanınan kişiler arasından doğrudan padişah tarafından belirlenir. Ayrıca her iki heyetin başkanları da padişah tarafından seçilir. Padişah, Heyet-i Âyan başkanını doğrudan belirlerken, Heyet-i Mebusan başkanı ve iki yardımcısını bu heyetçe gösterilen üçer aday arasından seçer ve atar.
Padişah tarafından belirlenmeyen tek kurulun Heyet-i Mebusan olduğu bu sistemde, yasama ve yürütme organlarının işleyişinde de padişahın önemli yetkileri olduğu görülmektedir. Heyet-i Vükela, bazı konuları görüşmek için padişahtan izin almak zorundadır. Toplantı yılı kasım ayı başında padişah buyruğu ile açılır ve mart ayında padişah buyruğu ile kapanır. Meclisin tatil ve feshedilmesi de padişahı n kutsal hakları arasındadır. Meclis ile hükûmet arasında bir uyuşmazlık çıkması halinde padişahın Heyet-i Mebusan’ı dağıtma yetkisi vardır.
Parlamentonun asıl işlevi olan yasa yapım sürecinde de padişahın ağırlığı görülmektedir. Kanun teklif etme yetkisi Heyet-i Vükela’ya aittir ve teklif için padişahı n oluru gerekir. Şuray-ı Devlette (Danıştay) tasarı haline getirilen metin Heyet-i Mebusan’da görüşülüp kabul edildiği takdirde Heyet-i Âyan’da görüşülerek karara bağlanır. Son olarak tekrar padişah önüne gelen metin onaylandığı takdirde kanun olur. Padişahın mutlak veto yetkisi bulunur. Bu süreç incelendiğinde, seçimle gelen tek organ olan Heyet-i Mebusanın yetkisinin, sadece istemediği yasanın çıkmasını engellemekten ibaret olduğu görülür.
Temel hak ve özgürlükler ile mahkemelerin statüsü ve yargısal güvencelere ilişkin hükümlerde Tanzimat dönemi kazanımları korunmuş, hatta bu kazanımlara önemli katkılar yapılmıştır. Oldukça geniş bir temel hak kataloğunun yanı sıra, yargı yetkisinin tamamen bağımsız mahkemelere bırakıldığı görülmektedir. Bununla birlikte, padişahın ısrarı üzerine eklenen 113. madde ile padişaha hükûmet emrini ihlal edenleri sürgüne gönderme yetkisi verilmesi bu hakları etkisiz kılmaktadır. Nitekim bu alandaki olumlu hükümlerin kağıt üstünde kaldığı görülmüştür.
1876 Anayasası, padişahın zaten sahip olduğu yetkilerin bir anayasa ile meşrulaştırılması işlevini görmüştür. Padişahın yetkilerinin seçilmiş meclis olan Heyet-i Mebusan tarafından tam olarak sınırlanmadığı dikkate alındığında, bu rejim için meşrutiyet nitelemesi tartışmalı bir hâl almaktadır. Ancak, özellikle yargı ve kısmen de olsa yasama işlevi açısından padişahı egemenliğin tek sahibi olmaktan çıkarması bakımından mutlakiyet rejiminden çıkıldığı da açıktır. Sonuç olarak, bu sistemin ılımlı, anayasalı ve parlamentolu olmakla birlikte, meşruti, anayasal ve parlamenter bir sistemin nitelikleri haiz olmadığı söylenebilir. (TANÖR, s.149)
1876 Anayasası’nın seçimle belirlenen tek meclisi olan 130 üyeli (80 Müslüman - 50 gayrimüslim) Heyet-i Mebusan için seçilme yaşı 25 olarak belirlenmiştir. Oylamaya sadece erkekler katılabildiği gibi, servete ve vergiye dayalı sınırlamalar da yapılmıştır. Seçim iki derecelidir. Basit çoğunluk esasının kabul edildiği seçim sisteminde, siyasi partiler bulunmadığından bütün adaylıklar kişiseldir. İlk Osmanlı parlamentosu 19 Mart 1877 günü açılmıştır. Bu meclis, seçimlerin “bu senelik” olduğuna dair hüküm gereğince üç ayı biraz geçen toplantı yılının ardından kendiliğinden dağılmış ve 13 Aralık 1877 tarihinde toplanan ikinci meclis için seçimler yenilenmiştir. Aralık’ta toplanan Meclis-i Umumi ise 14 Şubat 1878’de Osmanlı Rus Savaşı (93 Harbi) gerekçe gösterilerek II. Abdülhamit tarafından tatil edilmiştir. Padişahı n, bir daha toplantı çağrısında bulunması için ise 30 yıl beklemek gerekmiştir. Böylece, padişahın tek taraşı iradesiyle Kanun-i Esasi askıya alınmış ve tam bir mutlakıyete geri dönülmüştür.
II. Abdülhamit’in uygulamaları kendi muhalefetini de doğurmuş ve özellikle Jön Türk hareketi gerek örgütlülüğü gerekse oluşturduğu kamuoyu ile 1908 yılında ikinci kez meşrutiyetin ilan edilmesinde etkili olmuştur. II. Meşrutiyet olarak adlandırılan bu dönemin başında II. Abdülhamit, otuz yıl aradan sonra önce Meclisi toplantıya çağırmış (23 Temmuz 1908) ve ardından Kanun-i Esasi’nin yürürlükte olduğuna dair bir Hatt-ı Hümayun yayınlamıştır (1 Ağustos 1908).
II. Meşrutiyet’in ilanından kısa bir süre sonra Kanun-i Esasi’de önemli değişiklikler yapılacaktır. Ancak, bu değişiklikler öncesinde uygulamaya yönelik de önemli farklılıklar göze çarpmaktadır. Meşrutiyet yeniden ilan edildikten sonra padişah karşısında güçlenen ilk organ hükûmettir. Heyet-i Vükela (Kamil Paşa Kabinesi), Osmanlı siyasal hayatında ilk defa bir “hükûmet programı” hazırlayarak kamuoyuna sunmuş ve yayınlamıştır.
İttihat ve Terakki Cemiyetince gösterilen adayların çoğunlukta olduğu Meclis 17 Aralık 1908 günü padişah tarafından açılmıştır. Bu dönemde, gerek uzun yıllar meşrutiyet mücadelesi vermiş Ahmet Rıza Bey’in başkanlığındaki Heyet-i Mebusan, gerekse Heyet-i Âyan hakimiyet-i milliye (millî egemenlik) kavramını resmen kullanmaya başlamıştır. Ayrıca, oldukça kısa bir sürede Osmanlı siyasi hayatında birçok “ilk”in yaşanmasına tanıklık edilmiştir: İlk güven oylaması, ilk güvensizlik oyu bildiren karar, hükûmet programını meclisin güvenine sunan ilk hükûmet... Ancak sistem tam olarak oturmuş olmadığı için 31 Mart ayaklanmasının ardından bu kazanımlardan geriye dönüş yaşanmaya başlamış ve bu süreç ayaklanmayı bastırmak amacıyla Hareket Ordusu’nun İstanbul’a gelişinin ardından padişahın tahttan indirilmesine kadar devam etmiştir. Yeniden göreve gelen Hüseyin Hilmi Paşa, kabine beyannamesini güvenoyuna sunmuş ve bu usul daha sonraki hükûmetlerce de benimsenerek uygulanmıştır.