Türk Siyasal Hayatı, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir, Ocak 2013.
13 Şubat 1925’te, günümüzde Bingöl’e bağlı bir ilçe olan Genç’in Piran köyünde patlayan silahlar hem Doğu Anadolu’da geniş çaplı bir ayaklanmayı başlattı hem de Türkiye’nin siyasal yaşamında radikal dönüşümlere yol açtı.
Şeyh Sait Ayaklanması olarak bilinen bu ayaklanma, eşkıya oldukları gerekçesiyle haklarında tutuklama kararı bulunan on kişinin jandarmaya teslim olmayıp, ateşle karşılık vermeleriyle başladı. Bu ilk kıvılcımın ardından ayaklanma geniş bir alana yayıldı ve ilk üç hafta boyunca ayaklanmacılar hükûmet kuvvetlerine karşı üstünlük sağladılar. Şeyh Sait’e bağlı kuvvetler, 17 Şubat’ta Genç vilayetinin merkez kazası olan Darahini’yi basarak vali ve diğer yetkilileri tutukladılar. Şeyh Sait, halkı İslam adına dinsel kökenli bir ayaklanmaya çağıran bir bildiri de yayımladı. Bazı aşiretlerin desteğini de alan Şeyh Sait, kısa sürede Genç, Maden, Siverek ve Ergani’yi ele geçirip Diyarbakır’a yürüdü. Bir başka grup da Varto’yu alıp Muş’a yöneldi.
Bu gelişmeler üzerine hükûmet, 21 Şubat’ta Doğu illerinde sıkıyönetim ilan etti. Ama ayaklanmayı bastırmakla görevli ordu birlikleri 23 Şubat’ta ayaklanmacılar karşısında gerileyerek Diyarbakır’a çekildi. Bir gün sonra da Elazığ ayaklanmacıları n eline geçti.
Şubat ayı biterken Şeyh Sait’in adamları Doğu’da geniş bir alanda üstünlük sağlamışlardı. Bu durum karşısında Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa, Mart başında, Başbakan Fethi (Okyar) Bey’in istifasını istedi. Hükûmetin istifa etmesi üzerine, 3 Mart’ta başbakanlık görevi İsmet (İnönü) Paşa’ya verildi. 4 Mart’ta 23 red, 1 çekimsere karşılık 153 oyla meclisten güvenoyu alan hükûmet, aynı gün Takrir-i Sükûn Kanunu’nu çıkarttı. İki yıl yürürlükte kalmak üzere çıkartılan bu yasa hükûmete olağanüstü hâl yetkileri tanıyordu. Hükûmet, bu Yasa’yla, huzur ve sükûnu bozmaya yönelik her türlü girişim, örgüt ve yayını yasaklama yetkileriyle donatıldı. Mecliste 22 redde karşılık 122 oyla kabul edilen Takrir-i Sükûn Kanunu’nun birinci maddesi şöyledir: “İrticaa ve isyana ve memleketin içtimai nizamını, huzur ve sükûnunu ve emniyet ve asayişini ihlale bais bilumum teşkilât ve teşvikat ve teşebbüsat ve neşriyatı, hükûmet, reisicumhurun tasdiki ile re’sen ve idareten men’e mezundur”. (Red oylarını, hükûmete güvenoyu da vermeyen TpCF mensupları vermiştir).
Aynı gün alınan bir meclis kararıyla biri merkezi Ankara’da olan, öteki de ayaklanma bölgesinde görev yapacak olan iki İstiklal Mahkemesi kuruldu. Ayaklanma bölgesi için kurulan Şark İstiklal Mahkemesine verdiği idam cezalarını uygulama yetkisi de verildi.
Takrir-i Sükûn Kanunu’na dayanılarak atılan ilk önemli adımlardan biri muhalif gazetelerin kapatılması olmuştur. Kanun’un çıkmasından iki gün sonra 6 Mart’ta İstanbul’da çıkan Tevhid-i Efkâr, İstiklal, Son Telgraf, Aydınlık, Sebilürreşat ve Orak Çekiç gazeteleri kapatılmış, bu gazeteleri 16 Nisan’da kapatılan Tanin izlemiştir. 11 Ağustos’ta Vatan da kapatılacaktır, ayrıca Bursa, İzmir, Mersin, Trabzon ve Adana başta olmak üzere bazı illerde yayımlanan muhalif gazeteler de bu kanuna dayanılarak kapatılmıştır.
Ankara’da bu gelişmeler yaşanırken ayaklanmacılar 7 Mart’ta Diyarbakır’ı kuşattılar. Ama kentteki direnişi kıramayan Şeyh Sait ve adamları geri çekilmek zorunda kaldılar. Ayaklanma bölgesinde geniş çaplı asker yığınağı yapıldıktan sonra, ordu birlikleri 26 Mart’ta ayaklanmacılara karşı toplu saldırıya geçti. Bu saldırıyla birlikte üstünlük hükûmet güçlerinin eline geçti. Nisan ayı ortalarında Şeyh Sait, Varto yakınlarında, ayaklanmacıların öteki önderlerinden Şeyh Şerif de Palu’da teslim alındı. Önderleri yakalanmasına karşın ayaklanmacılar bir süre daha direndiler ve nihayet Mayıs sonunda ayaklanma tamamen bastırıldı. Ayaklanmanın baş sorumlusu Şeyh Sait ile adamları Diyarbakır’da görev yapan Şark İstiklal Mahkemesi’nde yapılan yargılanması sonucunda, 28 Haziran’da ölüm cezasına çarptırıldı. Cezalar bir gün sonra yerine getirildi. Mahkeme bu karardan sonra da çoğu ayaklanmayla ilgili olarak birçok idam ve hapis cezası verdi. Böylelikle Ankara hükûmeti Doğu Anadolu’daki denetimi tam anlamıyla sağladı.
Döneme damgasını vuran Takrir-i Sükûn Kanunu 4 yıl boyunca yürürlükte kalacak, ihtiyaç kalmayınca 1929’da yürürlükten kalkacaktır.