Ahmet Cevdet Paşa
Ahmet Cevdet, Kısas-ı Enbiya Aleyhi’s-selam ve Tevarih-i Hulefa, İstanbul 1300 (1882), s. 80-84.
Mevlid-i Muhammedî Fîl yılında ve şuhûr-ı Rûmî’den Nisan içinde Rebî’ü’l-evvel ayının on ikinci pazar ertesi gecesi sabaha doğru henüz tan yeri ağarmadığı vakit âlem bir başka âlem oldu. Yani hâtemü’l-enbiyâ Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri doğdu ve gün doğmadan âlem nûr ile doldu. Abdullah’dan Âmine’nin alnına geçmiş olan nûr-ı melâhat onun alnına geçdi. Devr-i Âdem’den berü evlâddan evlâda intikâl gelen nûr-ı hâtemiyyet şimdi sahibini buldu ve artık anda karar kıldı.
Ferdâsı pazar ertesi günü sabahleyin hep bütler yüzü üstüne düşmüş bulundu. Görenler hayretde kaldı.
Âmine’den mervîdir ki, der imiş ki ‘Ben sâ’ir hatunlar gibi gebelik zahmeti çekmedim, gebele-re ârız olan ağırlıkları görmedim. Fakat gece rüyamda gördüm, bir kimse gelip yâ Âmine, mu-hakkak bilmelisin ki sen hayru’l-âlemîn ile hâmilesin. Doğduğu vakit adını Muhammed koyasın, dedi. Vakt-i vilâdet erişdikde kulağıma bir büyük ses geldi, ürkdüm. Hemân bir ak kuş gel-di, kanadıyla arkamı sığadı. Benden, korkma ve ürkme hâlleri geçdi. Bir yanıma bakdım, bir beyâz kâse ile şerbet sundular. Alıp içdigim gibi her tarafımı nûr kapladı. Ol ânda Muhammed dünyâya geldi. Etrâfıma bakdım, gördüm ki Abd-i Menâf kızlarına benzer fakat gâyet uzun boy-lu birçok kızlar beni tavâf ediyorlar. Ta‘accüb etdim, yâ Rabb bunlar kimler ola? dedim. Vakt-i vilâdet-i Muhammediyye’de Âmine’nin gözünden perde kaldırılıp ol vechle hûr-ı cinânı ve melâike-i kirâmı görmüş ve daha niçe hâriku’l-âde hâller temâşâ buyurmuş olduğu mervîdir.
Aşere-i Mübeşşere’den Abdu’r-Rahman bin Avf hazretlerinin vâlidesi Şifâ Hatun ol Muhammediyye’de maşrıkdan mağribe dek bütün dünyâ nûr ile dolmuş gibi niçe hâriku’l-‘âde şeyler görünmüş oldu-ğunu oğlu Abdu’r-Rahmân’a söylemiş o dahi sairlere hikâye eylemişdir.
Ol gece Abdu’l-muttalib Mescidü’l-harâm’da Cenâb-ı Hakk’a teveccüh ve münâcât üzre iken ‘Müjde yâ Abdu’l-muttalib! Şimdi Âmine’den bir çocuk doğdu. Vücûdu âleme rahmetdir’ deyü hâtifden bir ses işitmiş ve hemân Âmine’nin yanına gitmiş, orada dahi niçe hâriku’l-‘âde şey-ler temâşâ etmişdir.
Hâtemü’l-enbiyâ hazretleri sünnetli ve göbegi kesilmiş olduğu hâlde doğmuş idi ve arkasın-da iki küregi arasında tâ kalbinin hizâsında bir nişânesi var idi ki ana ‘hâtem-i nübüvvet’ ve ‘mühr-i nübüvvet’ denilir.
Hazret-i Âişe’den mervîdir. Demiş ki ‘Mekke’de bir Yahûdî var idi. Vilâdet-i Muhammediyye gecesinin ferdâsı mecma‘-ı Kureyş’e gelip bu gece aranızda bir oğlan doğdu mu deyü sormuş. Evet, ‘Abdullah bin Abdu’l-muttalib’in bir oğlu oldu, demişler. İşte hâtemü’l-enbiyâ odur ve ar-kasında alâmeti vardır deyü haber vermiş. Varmışlar ol hazreti görmüşler. Yahûdî onun şekl ü şemâ’iline bakup arkasındaki hâtem-i nübüvveti göricek aklı başından gitmiş ve nübüvvet artık benî İsrâ’îl’den gitdi. Bundan sonra başka peygamber gelmek ümîdi bitdi. Kureyş’e bir mertebe devlet ve satvet el verecek ki haberi maşrıkdan mağribe dek erecek demiş.’
Enbiyâ-yı benî İsrâ’îl, Hâtemü’l-enbiyâ hazretlerini gâh Muhammed ve gâh Ahmed deyü zikr eylemiş ve alâmetlerini söylemiş olduklarından ve ulûm-ı gaybiyye ashâbı dahi birer sûretle istihrâc etdiklerinden ol vakit Yehûd kâhinleri arasında Hâtem-i Enbiyâ hazretlerine dâ’ir çok sözler söylenir ve teşrîfine intizâr olunur idi. Binâ’en ‘aleyh târîh-i vilâdetini dahi bu vechle keşf ve ta’yîn etmişler idi. Hassân bin Sâbit’den mervîdir. Demiş ki ‘Ben sekiz yaşında idim. Bilirim ki bir gün sabahleyin Medîne’de bir Yahûdî dîger Yahûdîlere haykırup, bu gece Ahmed’in yıldı-zı doğdu, dedi. Sonra hesâb etdim, mevlid-i Muhammedî gecesine muvâfık düşdü.’
Abdu’l-muttalib o misillü hayırlı alâmetleri görüp fevka’l-âde memnûn oldu ve ‘Bu oğlumun şânı pek büyük olacak’ dedi ve kendisine Allah tarafından öyle sa’âdetli bir oğul ihsân buyrul-duğuna dair bir güzel kasîde söyledi ve bir büyük ziyâfet yapıp Kureyş kavmini da‘vet eyledi. Geldiler, yediler, içdiler. ‘Bu ziyâfete sebeb olan çocuğa ne ad koydun?’ deyü sordular. Abdu’l- muttalib, ‘Muhammed’ deyü cevâb verdi. Onlar dahi ‘Böyle ecdâdında olmayan adı koymak-dan maksadın nedir?’ dediler. Maksadım ve temennî etdigim bu ki onu gökde Hakk ve yirde halk pek çok medh ü senâ eyleye’ dedi.
Hâtemü’l-enbiyâ hazretlerinin pek çok isimleri vardır. En meşhûrları Muhammed ve Ahmed’dir. Muhammed, Arabca ‘pek çok hamd ü senâ olunmuş olan zât’ demekdir.”