İlk insanın ne zaman, nasıl ve ne şekilde ortaya çıktığı halen tartışılmaktadır. Düşünen insan, var olduğu dönemden itibaren diğer canlılardan ayrılmaktadır. İnsan sosyal olan ve alet yapabilen tek canlıdır; doğadaki en güçsüz varlıklardan olmasına karşın yaşadığı sürece bir kültür oluşturmaya ve vahşi doğaya hükmetmeye muktedirdir.
İlk insanlar paleolitik (eski taş) dönemde avcı ve toplayıcı olarak yaşamışlardır. Belki asalak bir yaşam süren insanlar sığınmak için mağaraları veya kaya sığınaklarını kullanmışlardır. Avlanmak ve yaşamlarını kolaylaştırmak için aletler üretmeye başlamışlardır. Vahşi bir yaşam sürseler de, klanlar halinde yaşamışlar, ölülerini düzenli şekilde gömmüşler, hatta ölülerinin üzerlerine yaşamı simgeleyen kırmızı boya serperek, belki ikinci bir yaşamı düşünmekte olduklarını anlatmaya çalışmışlardır. Bu dönemdeki önemli keşiflerden birisi ateşi bulmaları olarak değerlendirilmektedir. Aslında, ateş, bildikleri ve korktukları bir olaydır. Yıldırım düşmesi, şimşek çakması ve farklı birçok doğa olayı sonunda ateş oluşmakta ve küçük veya büyük yangınlara tanık olmaktaydılar. Bu nedenle insanlar sadece ateşi bulmamışlar, onu kontrol altına almayı da başarmışlardır. Böylece yiyeceklerini pişirmeyi, ateşle kendilerini savunmayı öğrenmişler, ışık olarak aydınlatmada yararlanmaya başlamışlardır. İlkel insanın en başarılı ilk keşfi de bu olsa gerek.
İnsanların ikinci önemli adımı Neolitik Devrim (Yeni Taş Devri) diye adlandırılan hareketidir. Bu dönemde insanlar artık doğada asalak olarak yaşamaya son verirler ve tarıma başlarlar. Tarıma bağlı olarak da yerleşik hayata geçmek zorunda kalırlar. Böylece ilk köylerini kurarlar. Mağaralar ilk terk edildiğinde inşa edilen evler planlıdır. Evin ortasına yerleştirilen bir direk, çatıyı taşımakta, evin duvarları çalılarla örülüp üzerleri çamurla kaplanmaktaydı. Daha sonraları dörtgen planlı evler inşa edilmeye başlanmış, ahşap yerine güneşte kurutulmuş kerpiç tuğlalardan duvarlar örülmüştür. Temelleri güçlendirmek ve su akıntılarının kerpiç tuğlalara zararı vermemesi için temel üzerinde bir sıra taş dizilmiş ve kerpiçler bu taşların üzerinde yükselmeye başlamıştır. Köyler bitişik formda yapılmış evlerden oluşmaktadır.
Çatalhöyük bu tarz yerleşimlere en iyi örnektir. Sokaklar olmadığı için kapı mevcut değildir. Konutlara çatılarda yer alan açıklıklardan girilmektedir. Savunma amaçlı olarak da dış duvarlar kalınlaştırılarak sur sistemi oluşturulmuştur. Ev gurupları içerisinde duvarları resimlerle süslenmiş özel odalar yer almaktaydı. Bunların dini içerikli odalar olduğu kabul edilmektedir. Sahneler genellikle av sahneleri veya dini ritüellerin anlatımıdır. Halk büyük bir olasılıkla klanlar halinde yaşamaya devam ediyordu. Tarım insanlara kısa sürede artı ürün elde etmelerini sağlamış ve insan, doğayı işleme çalışmalarına devam etmiştir. Tarıma bağlı olarak orak, tırpan, çapa, kürek, vb. aletler geliştirilirken, akabinde saban bulunmuştur.
Kadınlar evlerde kalmaya başlamışlar, ev kültürüne bağlı olarak çanak-çömlek üretimini geliştirmişlerdir. Büyük bir olasılıkla ahşap veya doğadan buldukları nesneleri (örneğin, su kabağı) kap-kacak olarak kullanmışlar, daha sonra bunları pişmiş topraktan elle üretmeye başlamışlardır. Şekillendirme önce elle olmuş, daha sonra çömlekçi çarkı keşfedilmiştir. Pişirme başta açık ocaklarda yapılırken, sonrasında çömlekçi fırınlarında toprak kaplar pişirilmeye başlanmıştır. Aynı şekilde bitki liflerinin eğrilerek ip elde edilmesi, ilkel dokuma tezgâhlarının yapılarak kumaş dokunmaya başlanması insanların kültürel alanda yaptıkları ileri adımlardır. Böylece yalnızca doğada buldukları şeylerle yetinmeyip, kendi ürettikleri yiyecekleri yemekte, giyecekleri giymekte ve oluşturdukları mekânlarda toplu olarak yaşamaktaydılar. Şehircilik anlayışı da gelişerek kalın duvarlarla çevrili yerleşimler oluşturulmuş, evlerin aralarına sokaklar inşa ederek ulaşım kolaylığı sağlanmıştır. Toplum içerisinde bir grup, ruhani işlerle ilgilenmeye başlamış ve rahip veya şaman tarzı görevler üstlenmiştir.
Bunun yanında, hayvancılıkla uğraşan bazı toplumlar göçebe olarak yaşamaktaydılar. Bu topluluklar yerleşik hayatı benimsememişlerdi. Prehistoryacılar ilk savaşların da bu göçebe ve yerleşik hayata geçmiş olan toplumlar arasında yapılmış olduğuna inanmaktadırlar. Bu savaşlar sonucunda eğer yerleşik tarımcı köylüler kazanırsa, göçebe toplum köyden uzaklaşmakta ve köy halkı yaşamına devam etmekteydi. Göçebe halk savaşı kazanırsa, göçebelikten vazgeçip yerleşik hayatı benimsemekte, tarımcı toplum olmaktaydılar; yerleşik halk ise onlara bağımlı hale geliyordu.
İnsanlar ilk kültür eserlerini taş, ahşap, kemik ve topraktan yapmışlardır. Metal kullanımın başlamasıyla üretimde yeni atılımlara tanık olunmuştur. Öncelikle bakır, daha sonra altın-gümüş, tunç ve en son demir kullanılmaya başlanmıştır. Metal kullanımı önemli bir kültürel adımdır. Çünkü insanlar metal filizlerini doğadan toplamışlar, bunları belirli fırınlarda eritmeyi başarmışlar ve içindeki yabancı maddeleri ayrıştırarak saflaştırmışlardır. Bu deneyim sınama yanılma yoluyla yapılmış olduğundan çok uzun bir süreci kapsamaktadır. Hatta bu gelişim tarihçiler tarafından kültürel farklılık olarak görüldüğü için kültürler arasındaki gelişimde bölümleme ve tarihleme olarak kullanılmıştır. Bakır Çağı, Tunç Çağları, Demir Çağları gibi bölümlemeler iyi birer örnektir.
Tarih öncesi dönemlerin en önemli keşiflerinden birisi de tekerleğin bulunmuş olmasıdır. İnsanlar önceleri kendileri, daha sonra eğittikleri hayvanları kullanarak bir yerden bir yere taşınabilmişlerdir. Tekerleği bulan toplumlar yük hayvanlarını arabalara koşarak daha fazla malzemeyi, daha az güçle ve daha uzun mesafelerde taşıyabilme olanağına sahip olmuşlardır.