İzzi Süleyman Efendi
Bundan önce Nemçe (Avusturya) çâsârı erkek evlad bırakmadan vefât ettiğinde, Nemçe devletinin önde gelen devlet adamları ittifâk ile müteveffânın veliahdı olan kızını çâsâriçe olarak seçmiş ve tanımışlardı. Lâkin Nemçe ülkesi aslen yedi ve hâlâ dokuz aded hükûmetten meydana gelmekte idi. Bu dokuz aded hükûmetlere Hersek adı verilen idareciler sahip çıkıyor ve yönetiyorlardı. Aralarında çâsâr ta’bîr eyledikleri kişi imparator olmakla, belirtilen herseklerin hepsinin üzerine hâkim ve idareci oluyordu. Çâsârlık ve imparatorluk keyfiyeti ise erkek evlâda ait bir özellik olarak kabul ediliyordu. Bu âdet sadece Nemçe devletine mahsûs bir özellik olup, diğer hristiyan devletlerde olduğu gibi kız evladın çasariçe olarak kabul edilmesi gelenek ve göreneklere ters düşüyordu. Dokuz hersek arasından oyla seçilen her kim ise ittifak ile o çâsâr olup, imparator olarak isimlendiriliyor ve bu uygulama eski usûl ve adetlere göre gerçekleşiyordu. (Hânedan) erkek evlâd doğmadığı için yıkılmaya yüz tuttuğunda, ansızın ortaya çıkan bu hâdise yüzünden Nemçe memleketi ihtilalin eşiğine gelmişti. Anılan herseklerden her biri, kendi hakları ve kabiliyetlerini öne sürerek, bağımsızlık isteği ve çâsâr olmak arzusu ile niyetlerini zorbalıkla gerçekleştirme derdine düştüklerinden, devletin nizâm ve intizâmı yıkılmaya yüz tuttu. Bu sırada Fransa Devleti Nemçe Memleketi’nin karışıklığa düştüğü ve ihtilaflarla sasıntıya girdiği bu zamanı fırsat ve ganimet bildi. Hem kendi memleketini genişletmek hem de imparatorluk seçimine müdâhale fikriyle zorbalık elini (Nemçe devletinin içişlerine) uzatmış ve başlarına bela olmuştu. Kendi tarafında bulunan bazı hristiyan devletlerin idarecilerini dahi tahrîk edip hırslandırmış, kendileri ile hudûdu bulunan veya ilişki içerisinde oldukları yakın bazı Nemçe kal’alarını birlikte ele geçirmek için teşvik etmişti. İngiltere kralı dahi dokuz aded hersekten birisi olmakla, her ne suretle olursa olsun Nemçe devletine sâhib çıkıp yardımda bulunması gerektiğinden, Fransa’nın bu türden zorbalıklarına ve imparatorluk seçimi konusuna müdâhalesine rızâ göstermedi ve onu men’ edip bu işlerden uzak tutma derdine düştü. Böylece İngiltere ile Fransa arasında süregelen barış ve dostluk, yerini anlaşmazlık ve savaşa bıraktı. Bu sebeple, Avrupa ta’bîr olunan memleketlerde vâkı’ hristiyan krallarının her biri, iki taraftan birine meyl ediyor veya çekildikleri tarafa destek ve yardımda bulunuyorlardı. Avrupa’da ortaya çıkan bu ihtilâf ve ihtilâl sebebi ile, dört beş seneden beri karada ve denizde savaş devam ediyordu. Ayrıca Fransa ve İngiltere memleketlerinden gelip giden tüccâr gemileri, Yüce Osmanlı Devleti koruyuculuğundaki Akdeniz’deki kara sularında dahi birbirleriyle savaşıyordu. Bir birilerinin gemilerini tutsak veya gasb eylediklerinden, iki tarafın tüccar gemileri İstanbul’a ve sâ’ir İslam memleketlerinin iskelelerine gelip gitmekten kesildiler. Bu durum İstanbul halkının alışık oldukları çuka ve sâ’ir Avrupa şehirlerinden nakl olunan çeşitli eşyânın kıtlık ve yokluğuna sebep olmakta ve mecburen alım satımları dahi kat kat pahalıya çıkmaktadır. Bundan başka devletin gümrük gelirlerinin azalması sebebiyle hazinenin de zarara uğratıldığı açıktır.
Sadece ahalisinin refaha kavuşması ve İslam beldelerinde yaşayanların hallerinden memnun olmaları kasdıyla, ebedlere kadar yaşayası Osmanlı Devleti, barış için aracı olmak yani Avrupa’da ortaya çıkan ihtilâf ve ihtilâllerin, gittikçe alevlenen savaş ateşinin, iyi niyetli barış girişimleri ile sönmesini istemektedir. Bütün hristiyan devlet adamları devletlerarası kaidelere en uygun ve taraflar arasında orta yol bulunacak şekilde güzel bir ittifakta bulunurlar ise bu olaylar men’ ve def’ edilebilecek, fitne ve fesâd ateşi sönecektir. Tarafları anlaşmazlık ve kavgaya götüren konuların kökünden kesilip atılması fikri, âlemi koruyup kollayan padişah hazretlerinin (Allah ümmetin bütün kesimleri üzerinde onun saltanatının koruyucu gölgesini daim etsin) gönlüne parlak bir şekilde doğdu. Sadece halis bir niyetle, din ve merhamet duygularının kuvvetli olması sebebiyle bütün insanlara şefkat duymakta ve bu karışıklıkların layıkı ile, güzel bir şekilde sona ermesini yüce arzusu ile istemektedir. Bunun için ciddi gayret sarfetmek, menfaat elde etmenin yegane yoludur ve bu, herkes tarafından bilinmektedir.
Zevale uğramaktan korunmuş, yümün ve bereketi her yere yayılmış Yüce Osmanlı Devleti’nin kaidesi üzere, büyük sadaret mevkiini süsleyen ve en büyük padişahın herşeye yetkili vekili olan hazret tarafından, münasib görüleceği şekilde ve zaman nasıl gerektiriyorsa, tarafların arasını bulma amacıyla Yüce Osmanlı Devleti’nin aracılık isteği hristiyan devletlerinin baş komutanlarına belirtilmelidir. Mülk yüzünden meydana gelen bu çeşit anlaşmazlıklar sebebiyle, Avrupa’da meydana gelen ihtilal ve süregelen savaşların zarar ve hasarı herkese dokunduğu.. barış ve iyiliğin Allah ve insanlar katında tercih edilecek en iyi iş ve kabul edilecek en güzel tavır olduğu ve tüm insanlık için menfaatler içerdiği apaçık ortadadır. Ebedlere kadar devam edesi Yüce Osmanlı Devleti’nin güzel geleneklerinden süzülen nasihat ve öğütleri içeren, hikmet dolu, gönül alıcı sözlerle dolu mektuplar yukarıdaki manaları da içerecek şekilde Sadrazamlık makamı tarafından yazdırılmalıdır. Muharrem ayı içerisinde, Sadrazam bazı sahil sarayları ve Tersâne-yi Âmire’yi şereflendirdiğinde, İstanbul’daki Fransa, Venedik, İsveç elçileri, Nemçe ve Moskov kapı kethüdâları, İngiltere ve Felemenk elçi vekîlleri ve Sicilya elçisi ve sâ’ir iktizâ edenler ikişer üçer da’vet olunmalı, basit bir merasim sonrası, her bir devletin baş generalleri ve konseyleri için yazılan yüce mektuplar teslim edilmeli ve anılan konular kendileriyle sözlü olarak da görüşülmeli, mektupların cevaplarının beklendiği tenbih buyurulmalıdır. Konunun daha iyi anlaşılması için gönderilen yüce mektupların bir örneği burada satırlara geçirilmiştir.