Vâkı‘Ât-ı Sultân Cem, Anonim.
Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun ve nebî olan Muhammed’e, onun âilesine ve cümlesine salât ve selâm olsun. İsterdim ki, rahmet ve mağfirete kavuşmuş Sultan Cem –kabri temiz, iyi olsun ve mekânı cennet olsun- hazretlerinin başından geçenleri öz ve açık olarak karalayayım. Ta ki okuyanlarda acıma duygusu üstün gelsin ve merhumu hayır dua ile anıp, ruhunu bahtiyar etsinler. Açık ve güzel sözlerle yazılmaktan uzak olması bilgisizlikten değildir. Sırf Osmanlı memleketlerinin çoğu halkı tahsil görmemiş olup, ne dediğimiz anlanmayıp, bundan da yarar ortaya çıkmayacağının zannolunması sebebiyledir. Kısaltılması ise, gerçekleşinin dışına çıkılınca, gönülden yapılmayan duanın kabul olunmaması gibi, kabul edilmeme durumuna düşmek korkusundan oldu.
Sultanlar sultanı Osman Han oğlu Orhan oğlu Murad oğlu Bayezid oğlu Mehmed Oğlu Murad oğlu Gazi Sultan Mehmed –Allah onları cennet bahçelerinin sakinlerinden etsin— hazretleri İstanbul’u aldıktan sonra sekizinci yılda, hicrî 864 yılının Safer ayının 27’si Cumartesi günü sabaha bir saat kala, oğlu Cem Sultan Edirne’de dünyaya geldi. Terbiye görmüş dadılarla 4 yıl 4 aylık olana kadar terbiye edildi. İlim ve edep öğrenmesi için hocaya verildi. Ondan sonra 873 yılı Receb ayının başlarında, Candar tahtı olan Kastamonu sancağına gönderildi. Dokuz yaşındaydı. Orada ilim ve edep tahsiliyle meşgul oldu. Sonra 877 yılı Safer ayı başlarında sünnet düğünü yerine getirildi. Kardeşi merhum Sultan Mustafa, Uzun Hasan seferinden geldikten sonra vefat edince onun yerine Karaman memleketine gönderildi. 879 yılı Şa’ban ortalarında 6 yıldan fazla Karaman’da durup, ata binme, av yapma, ok atma, gürz kullanma talimleri yaptı. Ta ki, Sultan Alaeddin’in Konya’da ve Larende’de olan gürzlerine nice okka halkalar ekleme derecesine varıncaya kadar. Hoca Selman’ın Kitâb-ı Cemşid ve Hurşid’ini Sultan Mehmed adına tercüme etti. Şiirleri sınırdaydı. Yiğitlik ve adalette, güzel ve açık söz söyleme sanatında üst seviyedeydi.
Ansızın, Allah’ın takdiriyle 886 yılı Rebiülevvelinin 4’ü Perşembe günü, mücahitler sultanı Sultan Mehmed Gazi geçici dünya diyarından, sonsuzluk sarayına göçmüş. 8’i Perşembe günü ulak gelip haber getirdi. Matem tutup ertesi gün Bursa’ya yöneldi. Bu taraftan kardeşi Sultan Bayezid, tahtına yönelip, gelip Rebiülevvelin 22. günü tahta cülûs etti. İleri gelen devlet adamlarının hepsi varıp itaat ettiler. Rebiülevvelin 28. günü gece yarısında İnegöl’den 1.000 kadar adamla yürüyüp gün doğarken Bursa’ya vardı. Kaplıca bayırlarında ve bağlarında İstanbul’dan Bursa’ya, Bursa’yı korumak için gönderilen 2.000 yeniçeri ile Ayas Paşa’yı Bodomya’dan gelirken karşılayıp, şehre komadı. Hezimete uğratıp Ayas Paşa’yı sekbanbaşı ve yeniçeriyi yakaladı. Bu 2.000 yeniçeriden kurtulan olmadı. Ancak 5-10 kişi kurtuldu. O da soyulmuştu. Fakat savaşta iki taraftan çok adam zarar gördü. Onun haddi hesabı yok. Sonra bu yakalananların tümünü affedip serbest bıraktı.
Nice günler Bursa’da kalındı. Karaman ve etrafından üç dört bin kadar adam toplanıp Yenişehir’e varıldı. Sultan 20.000 kadar kişiyle gelip Yenişehir’de Rebiülahir ayının 22’si Cumartesi günü güneşin doğuşundan akşam vaktine kadar gerektiği gibi karşılıklı savaşıldı. Sonunda dayanılamayıp, bozguna uğrayıp, dönüp Karaman tarafına yönelindi. Zaman zaman Karaman yiğitleri ve kendi hizmetçileri kaçarlarken arkalarından kovanlara hamle ettiklerinde merhum kendisi de onlarla birlikte dönerdi. Binbir gayretle engel olunurdu. Kör kaza, kaçarken ansızın sol ayağını at tepti. Mübarek incik kemiği zarar gördü. Akşam vaktinde Ermeni Derbendi’nden geçip Eyicek’e indi. Ayağının yarasını bağlayıp, inleye inleye gidip, zaman zaman dinlenerek sabah gün doğarken Eskişehir’e varıldı. Ancak savaş sırasında hazine ve bütün elbiseler kaybedildiğinden, merhum bey bir dolama ile kalmıştı. Hatta soğuktan o kadar rahatsızlandı ki, Kapıcıbaşı Sinan Bey bir kişiden bir çoban yağmurluğu almıştı. Gündüz kendi giyip, gece merhum bey giyerdi.
Sözün kısası, kırdan kıra gidilip, bir kez gün doğumunda, bir kez yatsı vaktinde, ekin üzerine konarak atları dinlendirip, yemlendirip erkenden gidilirdi. Sonra Rebiülahir ayının 27’si Perşembe günü kuşluk vaktinde Konya’ya varıldı. Annesiyle buluştu. Mübarek ayağı çok sıkıntı veriyordu. Hatta divan yapmaya bile dört kişi yorganla götürürdü. O sırada padişahın gelip basacağı haberi duyuldu. Aceleyle iki üç günde, alıp gitmesi mümkün olan eşyaları alıp, annesini, çocuklarını ve cariyelerini Cemaziyelevvelin birinde, Pazar günü, göçürdü. Konya’nın ve diğer Karaman memleketinin halkının ayrılık, ağlayıp sızlama ve figanlarını gören kıyamet koptu sanırdı. Hizmetçilerin yenilgiden kurtulanlarının çoğu cemaatlerini, çoluk çocuğunu bulmakla meşgul olmalarından dolayı ancak 40 kadar adamla çıkıldı. Fakat geride kalanlar günden güne birer ikişer yetiştiler.
Bulgar Dağı’nda Uyuz Bey kavminin bulunduğu yere gelince, onların bazı şerli olanları gece ve gündüz çok şart ettiler. Ama, bazılarına eşya verilmekle, bazılarının gönülleri alınmakla: “Biz bu dağlarda ve yaylalarda yayla yaparız. Şam’a gidecek değiliz” diyerek diklendiler. İkinci gün, Cemaziyelevvel ayının 11’i Salı günü, yürünüp Tarsus sahrasına varıldı. Yollarda çok adama rastlandı. Ancak faydalanamadılar. Ertesi Çarşamba günü Tarsus beyi karşılamaya gelip, saygı ve hürmetle Tarsus’a ulaştırdılar. Ziyafetler verdiler. Daha sonra Adana’ya Ramazanoğlu’na haber gönderip, gelip buluştular. Oradan kona göçe Antakya’ya geldiler. Oradan aynı ayın 22’si Pazar günü Haleb’e varılıp Ulu Bey Özbek ile buluştu. Türlü iltifatlar gördü, ziyafetler verdiler, hayli hoş gördüler.
Haleb’e geldiğinde, kurtulup gelip yetişen kulları 200 kadar olmuştu. Cariyeler ve diğer hizmetçiler 300 kişi olmuştu. Ancak 20 kadarı bile sağlam kalmadı. Hepsi hastalandı. Hatta kendisi ve annesi de hastalandılar. Nice gün sonra birkaç bölük süvari ile Hazine ci Küçük Özbek’i önder yapıp, kona göçe Hama, Humus ve Ba’lbek şehirlerinden geçerek Cemaziyelâhirin 2’si Perşembe günü Şam’a girdi. Şam Melikü’lümerâsı karşılamaya çıkıp, türlü ağırlamalarla Kasr-ı Ablak’a yerleştirdiler. Ziyafetler verip, saygı gösterdiler. Nice gün burada kalındı. Sonra kona göçe Receb ayının 13’ü Pazar günü Kudüs-i Şerîf’i –Allah onu şerefli kılsın- tam olarak ziyaret edip, oradan Halilullah’a gelindi. Oradan da Gazze’ye gelindi. Sonra yine kona göçe Hânkî’ye varıldı. Orada sultân ziyâfet verdi. Ancak bu defa sultana özel, oldukça büyük ziyafetti. Ertesi gün, Şa’ban ayının 1’i Perşembe günü idi, Mısır askeri sultanın kendisinden başka şehrin bütün küçüğü büyüğü, zengini fakiri karşılamaya geldiler. Dubdariye’ye yerleştirilip ziyafetler verdiler.
Ertesi gün Mısır’ı süsleyip, şehrin ortasından geçirip sultan sarayına varıldı. Sultan boynuna sarılıp: “Sen benim oğlumsun. Üzülme” diyerek hoş bir şekilde gönlünü alıp, onurlandırıp Kantara’ya yerleştirdiler. Üç gün kadar büyük ziyafetler verdiler. Daha sonra, Ramazan gecelerinde defalarca sultan kendi sofrasında büyük ziyafetler verdi. Mısır’da durduğu süre zarfında birkaç günde bir sultanla buluşurlardı. Zaman zaman Mısır’ın etrafında, bağ ve bostanlarında özel davet edip merhumun hatırını hoş tutmak için sohbetler yapardı. Ağırlamakta hiç kusur etmezdi.
Ondan sonra Hicaz’a yapılacak seyahatin öne alınmasında hayır gördü. Hicaz hazırlığını yapıp, anılan yılın Şevval ayının 18’i Çarşamba günü Hicaz’a gitmek niyetiyle yola çıkıldı. Kona göçe Hicaz tarafının çöl ve tehlikeli geçitlerini geçildi. Zilkade ayının 26’sı Pazar günü seher vaktinde Hicaz beyi karşılamaya çıktı. Kâbe-i şerîfe –Allah onu şerefli kılsın- ulaşıldı. Tavaf, say ve umre yaptı. Kâbe’de yapılması haram olan şeylerden sakınıp, gece gündüz tavafla meşgul oldular. Sayılı günlerde, Kur’an okuyarak tavaf etmenin gereklerini tamamıyla yerine getirdi. Göçüp 886 yılı Zilhiccesinin 22’si Çarşamba günü Medine-i şerîfe –Allah onu şerefli kılsın- gelip Türbe-i Mutahhara’yı ziyaret etti. 887 yılı Muharreminin 21’i Pazartesi günü yine Mısır’a gelindi.
Bu arada defalarca Karamanoğlu Kasım Bey’den ve Engürü Beyi Mehmed Bey’den adam üzerine adam gelip Anadolu’da saltanat sevdasına tahrik ettiler. Bu gelenlere değer verilip sultandan izin istenince, Mısır beylerinden, sultandan, Ulu Bey Özbek’ten ve emîr-i âhurdan başkaları asla rıza göstermediler. Arada çok çekişme olduğunda sultan izin verdi: “Bir kişi kendi isteğiyle gelip hac yapıp geri dönmek isterse, biz ona niçin engel olalım” diyerek gitmesine izin verdi. Anılan ayın Saferi’nin 5’i Salı günü Anadolu’ya gitmek niyetiyle Mısır’dan yola çıkıldı. Kona göçe Gazze, Dımaşk, Kurra, Humus ve Hama şehirlerinden geçip Rebiülevvelin 17. günü Haleb’e gelindi. Bir iki gün sonra Engürü Beyi Mahmud Bey de Gedik Ahmed Paşa’nın yanından kaçıp geldi. Rahmetli de karşılamaya çıkıp, buluşup gönlünü aldı. Oradan göçüp Adana’ya gelindi. Karamanoğlu Kasım Bey gelip orada karşıladı. Rebiülevvelin 25’i Salı günü buluşup el sıkıştı ve birbirlerine sarıldılar. Verdikleri sözleri yinelediler. Rebiülevvel ayının son günü Anadolu sınırına girdi. Kapıcıbaşı Sinan Bey, Gedik Ahmed Paşa’ya anlaşma için elçi gönderildi.
Oradan Ereğli’ye uğrayıp, bin kadar adam kaldırıp Mehmed Bey’in yanına katarak Sultan Abdullah ve Gedik Ahmed Paşa üstüne gönderildi. Konya üzerinden Çukurçemen yaylağında yetişip biraz çatıştı, yine döndüler. Rahmetli de Kasım Bey’ye birlikte Rebiülâhirin 20’si Pazartesi günü, Konya üstüne geldiler. Karaman Beylerbeyisi Ali Paşa ve Güveyi Mustafa Bey beşyüz kadar adamla korumak için Konya içinde kalmışlardı. Birkaç gün kuşatıldı. Sonra yine, adı geçen Mehmed Bey beş altı yüz kadar adamla Engürü üstüne gönderildi. Anadolu Beylerbeyisi Süleyman Paşa Anadolu askeriyle geldi. Çubukovası’nda karşılaştılar. Mehmed Bey ağır yenilgiye uğradı. Yaralı tutuldu, vefat etti.
Bu taraftan rahmetli Sultan Cem ve Kasım Bey de haberi duyup Konya’dan Anadolu askerinin peşine asker gönderdilerse de yetişemediler. Rebi’ülâhirinin 20’si Cumartesi günü ikindi vaktinde Engürü’ye gelindi. Karagöz Bey’i Engürü’yü korumak için göndermişler. Hemen o gün sabah hisara girip kapılarını tamir ettirmiş. Bunlar burada Engürü’yü kuşatırken, diğer taraftan padişah ağırlığı bırakıp bizzat kendisi askerle hareket edip yürümüş. Casuslar öğrenip gelip haber verince hisar kapısı olmadığından kaçış hazırlıkları gördü. Kasım Bey’i yalnız bırakıp Acem’e gitmeyi mertliğe uygun görmedi. Zorunlu olarak Taşili tarafına yönelindi. Koçhisar yolundan gittiler. Aksaray’a gelindiğinde Aksaray halkı, kuruntularından hisarı yapıp itaat etmedikleri için Kasım Bey gücenip o gün ve ertesi gün hisarı kuşattı. Birçok askeri zarar gördü ve kendisine hiçbir yararı olmadı. Oradan gidip, Ereğli’ye uğradı. Rebiülâhirin son günü olan Pazartesi günü Taşili’ne girildi.
Bu taraftan padişah, İskender Paşa’ya beş bin kadar adam katıp peşlerine göndermiş. Ereğli taraflarında sazlıkta kondukları gece atları ürküp kaçmış. Sonunda Taşili’ne gelindiğinde padişah tarafından Koca Sekbanbaşı gelip: “Bir uygun adamınız gelsin anlaşma yapalım” dediğinden, bu taraftan Kapıcıbaşı Sinan Bey gönderilip, arada biraz konuşma yapılıp istenilenler kabul edilmeyince bir adamınız daha gelsin denildi. Bu taraftan Defterdar Ahmed Bey gönderildi.