el-Cahiz
Kaynak: Ebû Osman Amr b. Bahr el-Câhiz, Hilâfet Ordusunun Menkıbeleri ve Türkler'in Faziletleri, çev. R. Şeşen, Ankara, 1988, s. 68-82.
el-Câhiz (766/76-870) Arap edebiyatının en meşhur şahsiyetlerindendir; halifelerin yakınında bulunmuş, saray çevresinde ilmî faaliyetlerini sürdürmüştür. Onun Fezâ-il el-Etrâk [Türklerin Erdemleri] adlı eserinde Türkler hakkındaki izlenimlerini (askerî yetenekleri, karakterleri, kökenleri ve vatanlarına düşkünlükleri hakkındaki kanaatlerini) içeren kısımlar aşağıda verilmiştir:
Türk'ün ömrünün günlerini toplasan atı üzerinde geçen günlerinin yer üzerinde oturarak geçirdiği günlerden daha çok olduğunu görürsün. Türk'ün yorarak öldürdüğü (çatlattığı), gaza esnasında binmeyi kabul etmediği atla hiç bir Toharistan atı yola dayanamaz. Haricî ile birlikte yola çıksa, haricî henüz hafifçe hızlanmadan Türk bütün hızıyla gitmeye başlar. Türk, hem çoban, hem seyis, hem canbaz, hem baytar, hem süvaridir. Hülasa Türk başlı başına bir millettir. İnsanlar bir sarp yokuşa varınca diğerleri yoldan gittiği halde, Türk yolu bırakıp yokuş yukarı dağa tırmanır. Sonra, dağ keçisinin inemeyeceği yerlerden aşağıya sarkar. Türk'ün atının sırtında ağırlığı, yerde yürürken ayaklarının tıpırtısı yoktur. Bizden bir süvarinin önünde iken göremediğini o, arkasında iken görür. O, bizden bir süvariyi av, kendisini pars, süvariyi geyik, kendisini av köpeği yerine koyar. Allah'a yemin olsun ki, Türk, eli kolu bağlı olarak bir kuyuya atılsa mutlaka bir çaresini bulup kurtulur. Türk, ancak korkulması gerekenden korkar. Ümit edilmeyecek şeye karşı ümit beslemez. Bir şeyi elde etmeye çalışmaktan onu kesin ümitsizlik alıkoyar. Daha çoğunu elde etmedikçe azı bırakmaz. Eğer her ikisini elde etmesi mümkünse hiç birini feda etmez. İyi bilmediği bir şeyin hiç bir tarafını iyi bilmez. İyi bildiği hususun tamamını sağlam yapar. Her işi bizzat kendisi yapar. İçi dışı gibidir. Hiçbir netice çıkmayacak bir şeyle uğraşmaz. Uyku ile vücudunu dinlendirmese uyumaz. Bununla beraber uykusu uyanıklıkla karışıktır. Uyanıklığı esnasında uyuklamaz.
Türkler yaltaklanma, yaldızlı sözler, münafıklık, kovuculuk, yapmacık, yerme, riya, dostlarına karşı kibir, arkadaşlarına karşı fenalık, bid'at nedir bilmezler. Çeşitli fikirler onları bozmamıştır. Hile-i şer'iyye ile başkalarının malını helal saymazlar. Onların tek ayıbı ve başkalarından soğutan husus, vatanlarına karşı çok iştiyak duymaları ve zaferin sevincini, birbiri peşinden vukûunu, ganimetin tadını ve çokluğunu, sahralardaki oyunlarını, çadırlardaki gezintilerini hatırladıkları ve uzun zaman boş durmakla kahramanlıklarının boşa gitmesini, aradan uzun müddet geçmekle enerjilerinin tükenmesini istemedikleri için, muhtelif memleketlerde dolaşmayı çok sevmeleri, yağmaya ve çapulculuğa düşkünlükleridir.
Türklerin kadınları erkekleri gibidir. Hayvanları kendileri gibi Türk hususiyetini taşır. İkamet etmek, bir yerde eğlenmek, uzun müddet kalmak, beklemek, az hareket etmek, az işle meşgul olmak Türklere çok ağır gelir. Zira onların bünyeleri hareket üzerine kurulmuştur. Durmaktan nasipleri yoktur. Ruhi kuvvetleri, bedenî kuvvetlerinden daha fazladır. Onlar ateşli, hararetli, anlayışlı kimselerdir. Hatıraları çok, bakışları keskindir. Kıt geçimi âcizlik, uzun zaman bir yerde kalmayı ahmaklık, rahatlığı ayak bağı, kanaatkârlığı azimsizlik, muharebeyi terk etmenin zillet getireceğini kabul ederler. Onlar sanat, ticaret, tıp, ziraat, geometri, meyvecilik ve ağaç yetiştirmek, binalar yapmak, kanallar açmak ve mal toplamakla meşgul olmadılar. Sadece, gaza yapmak, avcılık etmek, ata binmek, kahramanlarla çarpışmak, ganimet elde etmek, çeşitli memleketleri tanımakla meşgul olduklarından ve yaratılışları bu işler için müsait olduğundan, bunları iyice sağlamlaştırdılar, bu konularda en yüksek dereceye ulaştılar. Sanatları, ticaretleri, zevkleri, övündükleri, aralarında gündüzleri ve geceleri konuştukları harp mevzuu oldu. Böylece harp sanatında, Yunanlıların felsefe ve ilimde, Çinlilerin sanatta, bedevilerin saydığımız hususlarda, Sasanîlerin devlet ve siyasette elde ettikleri dereceyi elde ettiler.