Jean Baudrillard
Kaynak: Baudrillard, 2010: 54-56. Baudrillard, Jean, (2010) “Simülakrlar ve Simülasyon” çev. O. Adanır, Ankara: Doğu Batı yay.. Kitabından 54-56 sayfaları arasından kısaltılarak alınmıştır.
Amerikan televizyonu günlük yaşam ideolojisiyle gerçekliğe ait sıradanlık ve özgünlüğü hala bir referans olarak almaktadır. Örneğin 1971 yılında Loud ailesi deneyinde olduğu gibi. Yedi ay aralıksız bir şekilde sürdürülen çekim sonucunda 300 saatlik bir film elde edilmiştir. Üstelik bu filmin ne senaryosu ne de scripti vardır. Bir ailenin yaşadığı dramlar, keyifli anlar hiçbir atlama ve sıçrama olmadan, kesintisiz bir şekilde “el değmemiş” bir hikâye gibi sunulmuştur. Kısaca bu “brüt” (ham, işlenmemiş) bir tarihi belgedir. Televizyonun, insanoğlunun aya ayak basmasını göstermesi kadar önemli bir belge, üstelik günlük yaşantımızla ilgili bir belge. Olayın kötü olan yanı bu filmin çekimi bitirildikten sonra ailenin darmadağın olmasıdır. Loud ailesi boşanmış vs. Bu durum bizi içinden çıkılamaz bir tartışma ortamına sürüklemektedir. Bu parçalanmanın nedeni televizyon mudur? Peki televizyon olmasaydı, bu aile yaşantısını sürdürebilecek miydi?
Loud ailesinin sanki TV kamerası evin içinde değilmiş gibi çektik, yaklaşımıysa daha da tuhaftır. Yönetmen: “Aile sanki biz orada değilmişiz gibi davrandı ve yaşadı” diyerek kendi kendine böbürlenmektedir. Bu saçma ve paradoksal bir formüldür çünkü ne doğru ne de yanlıştır. Sadece ütopik bir formüldür. “Sanki biz orada değilmişiz gibi” sözüyle “sanki siz oradaymışsınız gibi” sözü aynı anlama gelmektedir. Zaten yirmi milyon seyirciyi baştan çıkartan şey de işte bu paradoks, bu ütopyadır. Bu programı izleyen seyircilerse, gerçekte “röntgencilik” yaparak alacakları zevkten fazlasını almışlardır... Çekimler anlamsız olana aşırı anlam yüklemektedirler. Bugüne kadar gerçeğe hiç bu kadar çok yaklaşılmamıştı (“sanki o evin içindeymişiz gibi”). Gerçeği hipergerçeğe dönüştüren mikroskobik simülasyonun sunduğu haz budur...
Zaten işin başından itibaren böyle bir ailenin seçimi hipergerçek bir olaydır. İdeal tipik bir Amerikan ailesi. Kaliforniya’da yaşayan, üç garajı, beş çocuğu olan, toplumda iyi bir yere sahip, mesleki açıdan oldukça iyi para kazanan, dekoratif bir ev kadınına (housewife) ve uppermiddle standing (orta sınıfın üst katmanlarındaki yaşam kolaylıklarına sahip) bir aile. Bu anlamda Loud ailesini ölüme mahkûm eden şey işte bu kusursuzluktur. “American way of life” ın ideal kahramanı olan bu aile, Antikçağ kurban törenlerinde yapıldığı gibi ‘medium’un (aracın ya da televizyonun) ışıkları altında yüceltilmek ve öldürülmek üzere seçilmiştir. Modern yazgı işte budur.
Kokuşmuş, çürümüş site toplumları artık Tanrıların gazabına uğramaktadır. Çünkü bir kamera objektifi, tıpkı bir “laser”in yaptığı gibi yaşanan gerçekliği öldürebilmek için onu parçalarına ayırmaktadır. Yönetmen: “Loud ailesi televizyon ekranında görünmeyi kabul ederek kendini ölüme mahkûm etmiş bir ailedir.” diyecektir. Öyleyse söz konusu olan şey gerçekten bir kurban törenidir. Yirmi milyon Amerikalı seyirciye sunulmuş bir kurban töreni. Kitle toplumunu anlatan dramatik özelliklere sahip bir tören.