Jean Baudrillard
Çağdaş Sosyoloji Kuramları, T.C. Anadolu Üniversitesi Yayını No: 2673, Açıköğretim Fakültesi Yayını No: 1639, 2012 Eskişehir.
Simülasyon evreninde “gerçekle” “düşsel”, “gerçekle” “sahte” arasındaki farkın ortadan kalktığını söyleyen Baudrillard bu belirlemeyi, Disneyland örneğinde şöyle açıklar (Baudrillard, 2010: 28-29): Disneyland, bütün simulakr düzenlerinin iç içe geçtiği kusursuz bir modeldir. Disneyland her şeyden önce; Korsanlar, Geleceğin Dünyası vb. şeylerden oluşan bir illüzyon ve fantazm oyunudur. Disneyland’ın her köşesinde nesnel bir Amerika profiliyle karşılaşabilmek mümkündür. Burada, Amerika’nın sahip olduğu tüm değerler minyatürleştirilmekte ve çizgi filmler aracılığıyla coşarak, kendilerinden geçmektedirler. Aslında kalabalıkları buraya çeken de budur. Baudrillard’a göre, Disneyland “gerçek” ülkenin “gerçek” Amerika’nın bir Disneyland’a benzediğini gizlemeye yaramaktadır. Bu durum, sıradan, gündelik yaşantının bir hapishaneyi andırdığını gizlemeye çalışan toplumsal bir yapının hapishaneler inşa etmesine benzemektedir. Disneyland’ı düşsel bir evren olarak sunma arzusunun gerisinde yatan şey, Disneyland’ın dışında kalan evrenin gerçek bir evren olduğuna inandırma düşüncesidir. Oysa Disneyland’ı çevreleyen Los Angeles ve Amerika gerçeğe değil, hipergerçeğe ve simülasyona aittir. Burada sorun yanıltıcı bir yeniden canlandırılmış gerçeklikten çok, gerçeğin gerçeğe benzemediğini gizleyebilmek ve gerçeklik ilkesinin devamını sağlayabilmektir (Ritzer, 1997: 96).
Baudrillard’ın Amerika (1996a: 63) adlı eserinde bahsettiği, Amerikalıların saplantı haline gelmiş korkusu olan ışıkların sönmesi, Disneyland ile de engellenmiş olmaktadır. Disneyland tam bir ışık gösterisidir. 24 saat her yerde ışıkların yandığı bir ülke olan Amerika’nın bu küçük minyatürü de karanlığa karşı korkusunu ışık gösterileriyle gidermektedir.
Baudrillard (2010: 31-34; Eliot, 1999: 330) Disneyland örneğini daha ileriye götürerek Disneyland’ın tasarlama biçimiyle Watergate skandalının tasarlanış biçimi arasında hiçbir fark olmadığını söyler. (Bu düşsel oyunda ilki gibi önceden belirlenmiş yapay sınırların ötesinde herhangi bir gerçekliğin bulunmadığını gizlemeye çalışmaktadır.) Watergate’in başardığı tek şey der, Baudrillard, herkesi Watergate’in bir skandal olduğuna inandırmaktır. Bu anlamda Watergate’in çok güçlü bir zehirleme yöntemi olduğu söylenebilir. Çünkü bu skandal sayesinde dünyaya bir doz politik ahlak tekrar şırıngalanmaktadır. Baudrillard’a göre Watergate bir skandal değildir, çünkü herkes onun bir skandal olduğunu gizlemeye çalışmaktadır. Watergate, bu anlamda sistemin kendi içinde bir eleştirisi olarak sistemin muhaliflerine kurulan bir tuzaktır. İktidarı güçlendirmek amacıyla gerçekleştirilmiş bir skandal simülasyonudur.
Baudrillard, gerçek dünyanın ortadan kalkmasının kusursuz bir cinayet olduğundan söz eder ve kusursuz cinayetin suç kanıtının “kusursuzluk” olduğunu vurgular. Böylece bu durum, dünyanın eksikliklerini tamamen gidermek, onu mükemmelleştirmek anlamına geldiği kadar dünyanın sonu olduğunu da ifade etmektedir (Adanır ve Yıldırım, 2005: 73). Kusursuz cinayet, tüm verilerin güncelleşmesiyle, tüm eylemlerimizin, tüm olayların katıksız bilgiye dönüşmesiyle, dünyanın koşulsuz bir gerçekleşimidir. Kısaca, gerçekliğin kopyalanması ve gerçekliğin klonlanarak yok edilmesi yoluyla dünyanın hızlandırılmış çözülmesi, yani nihai çözümüdür (Baudrillard, 2006a: 40).