Şevket Rado
Aile Sohbetleri.
Hakikat acıdır, diye bir söz vardır. Bu sözün nereden çıktığını geçenlerde merak ettim. Aradım, taradım fakat hakikatin tadı üzerinde yapılmış hiçbir incelemeye rastlayamadım. Hakikat yenecek bir şey midir ki bunun tadı olsun, diye düşünüyordum. Biliyorsunuz, biz bir şeyin tadını daha doğrusu onun tatlı, tatsız veya acı olduğunu; kısaca lezzetini dilimizle anlayabiliriz. Bunu ayırıp seçecek başka bir uzvumuz yok. Üstelik böyle bir ayırma sadece yenecek şeyler için bahis mevzusu oluyor. Hakikat, yenecek bir şey olmadığına ve ona hiçbir zaman dilimizi dokunduramayacağımıza göre acaba neden: "Hakikat acıdır." demişler? Kim demiş bunu? Aradım, taradım, itiraf ederim ki bulamadım.
Ama benim arayıp da bulamadığım bir şey daha var: Bu iddianın tersini ileri sürene yani "Hakikat tatlıdır." diyene de rast gelinmiyor. Kimse böyle bir laf söylememiş. Demek ki kim yalamış, kim söylemiş olursa olsun, hakikatin acı olduğu doğru. Doğru olmasaydı elbette biri çıkar: "O iddianın aslı yoktur, hakikat tatlıdır." diye, hiç değilse ortaya bir münakaşa çıkmış olurdu. Böyle bir münakaşa mevcut olmadığına göre hakikatin acı olduğunu kabul etmek gerekiyor.
Ama neden, mecazi manada bile olsa hakikat acı olsun? İşi mantığa vuracak olursanız hakikat aslında ne acıdır ne de tatlı! O, sadece hakikattir. Göründüğü gibidir, çıplaktır gizlisi saklısı yoktur ve esefle söylemek lazım gelir ki çoğu zaman, bizim istediğimiz veya umduğumuz gibi değildir.
İşte hakikatin acı olması ve umumiyetle böyle sayılması, zannedersem onun bu hâlinden ileri geliyor. Çünkü biz insanlar her şeyin bizim istediğimiz veya ümit ettiğimiz gibi olmasını bekleriz. Çoğu zaman hakikat diye önümüze koyduğumuz yahut uzaktan seyrettiğimiz veya zihnimizin bir köşesine yerleştirip orada büyüttüğümüz şey aslında bir hayaldir. Hayal olduğunu fark etmediğimiz bir hayal. Bu hayali bizzat kendimiz yarattığımız için onu süslemek, güzelleştirmek, yeni yeni renklerle donatmak da elimizdedir. Bütün kalbimizle bağlı olduğumuz bu hayale doğru yürürken ruhumuz büyük bir haz içinde mest olur.
Bir hedefe doğru yürümek ona yaklaşmak demektir. Günün birinde onunla karşı karşıya, hatta burun buruna gelmek mukadder olur. İşte o zaman hakikat, bizim üzerine giydirdiğimiz hayal mahsulü elbiseden sıyrılarak karşımıza çıkar, onunla yüz yüze geliriz. Hakikat o zaman bize berbat görünür. İşte o anda hakikat bizim için acı hem de çok acıdır. Çünkü istediğimiz, umduğumuz gibi değildir. Hayal sükûtuna uğramışızdır.
Yani hayalin kanatlarına binip yükselmiş, yükselmiş sonra çıktığımız en yüksek tepeden hakikatin üzerine düşmüşüzdür. Bu düşüş bize pahalıya mal olmuştur. Maazallah kafamız kırılmış, gözümüz patlamış da olabilir. Hiçbir hayalden hisse almamış, her türlü yumuşaklıktan mahrum, kaskatı hakikati böyle bir anda sevmemize imkân var mı? Hele ona tatlı demeye hangi babayiğidin dili varabilir? Hakikat acıdır, evet, hem de zehir gibi acı.
Ama ben, şimdi siz ne derseniz deyin, yine de hakikate "Acıdır." diyemiyor ve biraz evvel söylediğim sözü tekrar ediyorum: Hakikat ne acıdır ne de tatlı. Hakikat, hakikatten ibarettir. Onu acılaştıran, onda hiç değilse lezzet diye bir şey bırakmayan bizleriz. Uğradığımız hayal sükûtlarında, yukarıdan aşağıya yuvarlanışlarımızda hakikatin hiçbir suçu, hiçbir günahı yoktur. Siz uzaktan gördüğünüz bir kadını veya bir erkeği yıllardır hasretini çektiğiniz, canınız kadar sevdiğiniz birine benzetir de kucaklamak için üzerine doğru koşarsanız sonra da yanına geldiğiniz zaman onun sizin sevdiğiniz insan olmadığını görürseniz, uğradığınız hayal sükûtunda o insanın ne kabahati vardır? Onu suçlayabilir misiniz? Onu çirkin, kaba, adi, kötü hatta "acı" bulmaya kalkarsanız haksızlık etmiş olmaz mısınız? İşte o insan hakikattir. Yani ne ise odur. Eğer başınıza fena bir şey geldi ise kabahat onda değil sizde, sizin yanılmanızdadır. Kurduğunuz hayalin hakikatle hiçbir alakası olmamasındadır.
Peki, ama diyebilirsiniz şimdi siz bana "Ne yapalım yani? Hiç hayal kurmayalım mı?" Yooo... Kurun tabii. Kurmayın demeye nasıl dilim varabilir ki. Bu dünyada eğer biraz içimiz rahat edebiliyor, biraz etrafımıza huzurla bakabiliyorsak, bin bir gaileyi unutup neşelenme fırsatları bulabiliyorsak o anların bütün keyfini kurduğumuz hayallere borçlu olduğumuzu çok iyi biliyorum. Ümitle karışık hayallerimiz olmasaydı o aslında ne acı ne de tatlı fakat muhakkak ki pek yavan olan hakikatler ortasında yürümek hayli can sıkıcı bir şey olmaz mıydı? Şu muhakkak ki daima ümitle dolu olmamız lazım. Ümidi kesmek, bugünün yavan hakikatlerine bakıp yarının daha iyi olacağına ihtimal vermemek insanda yaşama sevinci diye bir şey bırakmaz. Yarın elbette daha iyi olacaktır ve daima da olmuştur. Bugün belki dünyanın gidişine bakarak zamanımızı beğenmiyoruz ama insanlığın bugünkü hâli beş yüz yıl önceki hâlinden çok ama çok daha iyidir. Bugün saadet içinde yaşayan insanların sayısı eski devirlerde mesut bir ömür süren insanların sayısından, hiçbir mukayese kabul etmeyecek derecede daha fazladır ve yarının daha iyi olmaması için de ortada hiçbir sebep yoktur. Bu devamlı ilerleyiş ve iyiliğe doğru gidiş hep ümit etmek, hakikati beğenmemek ve daima daha iyisini hayal edip istemek sayesinde mümkün olmuştur. Bugün insanlığın elde ettiği büyük nimetlerden çoğu büyük hayaller kurmuş olan insanların eseridir ve bu böyle devam edecektir.
Onun için ümit etmekten ve ümitlerimizi süsleyen hayalleri kurmaktan sakın vazgeçmeyiniz! Yalnız, hayalinizi işletirken biraz temkinli olunuz. Hayal kurarken ayaklarınızın yerden kesilmemesine dikkat ediniz! Daha açık söylemek lazım gelirse nasıl bir dünyada yaşadığınızı büsbütün unutup kendinizi tamamen hayallere kaptırmayınız. O zaman hakikatlerden çok uzaklaşırsınız. Hakikatlerden fazla uzaklaşmanın ise birtakım tehlikeleri vardır. Bu tehlikeler her şeyden ziyade sizin saadetinizi tehdit eder.
Şüphesiz her şeyi istemek, daha güzele kavuşmayı ummak hakkımızdır.
Ama bir şeyi ümit ederken acele etmeyiniz bir; olabilecek şeylerle olamayacak şeyleri ayırt etmeye çalışınız, iki. Hayatta acele etmek, imkânları zorlamak demektir. İmkânların hangi derecelere kadar zorlanabileceğini takdir etmek kudretinde olan bir insan acelenin de hududunu tayin etmiş olur. Hemen yarın olması mümkün görünmeyen bir şeyin mutlaka yarın olmasını istemek büyük hatadır, öbür günü beklemeyi bileceksiniz. Şayet bu olgunluğu gösteremezseniz aile hayatınızda olsun, cemiyet hayatında olsun, hayal kurmakta aşırı gitmiş sayılır ve acı olan hakikatle karşılaşmakta gecikmezsiniz.
Hayal ederken olabilecek şeylerle olamayacak şeyleri birbirinden ayırmak ise daha mühimdir. Olamayacak şeyleri hayal etmiş ve istemiş olan hiç kimse onlara kavuşamamış, sonunda mutlaka hayal sükûtuna uğramıştır. Ama olabilecek şeyleri hayal edip isteyenler, eğer acele edip imkânları da aşırı derecede zorlamamışlarsa hayallerinin hakikat olduğunu görmüşler ve kavuştukları hakikati de beğenmişlerdir. Zaten bu yüzden onlarınkine hayal kurmak değil de hakikati uzaktan görmek denmiyor mu?
Çıktığınız hayat yolculuğunda hakikatleri uzaktan görmenizi, onları hayallerle karıştırmamanızı gönülden dilerim.