28 Aralık 1895’de, Paris’te, Capucines Bulvarı üzerindeki Grand Cafe’nin zemin katında halka açık ilk film gösterimi yapılır. Bilet alarak film izlemeye gelen seyirciler Lumiere Kardeşler’in (Auguste Lumiere ve Louis Jean Lumiere) çektiği ve en uzunu 49 saniye olan on filmi izlemek için heyecanla beklerler. Aslında seyircilerin beklentisi sihirbazlık gösterisine benzer bir şeydir fakat duvardaki perdede bir trenin gara girişini gördüklerinde şok geçirirler. “Trenin Ciotat Garı’na Varışı” adını taşıyan bu filmde kamera sabittir ve ilk görülen şey uzaktaki bir buharlı lokomotiftir fakat hızla kameraya doğru yaklaşarak duran tren, seyirciler arasında korkuya, paniğe neden olur. İnsanların toplu olarak izledikleri bu ilk filmin tanıkları arasında bir gazete yazarı da vardır ve o anı şöyle aktarır: “Salonda bulunanlar bu gösterime kendilerini o kadar kaptırmışlardı ki, trenin beyaz perdeyi yırtıp oturdukları sıraların arasına dalacağını zannetmişlerdi.”
Lumiere Kardeşler’in sinematograf adını verdikleri bu yeni icada ve ilk film gösterimine tanık olan seyircilerin yaşadıkları şaşkınlık ve şok son derece doğaldır çünkü perdede gördükleri şey ilk defa bir hareketin taklidi, benzeri, görünüşü vb. değil, bir yanılsama da olsa, hareketin kendisidir. Lumiere Kardeşler’in çektiği ilk filmlerin ortak özelliği gündelik, sıradan yaşamın olduğu gibi kaydedilmesidir ve gözlem, belge niteliği taşırlar. Kamera belli bir yerde, bir noktada sabit olarak durur ve karşısında olup biteni olduğu gibi kaydeder. Kimi zaman fabrikadan çıkan, dağılan kalabalığı, kimi zaman bir bebeğin nasıl beslendiğini, kimi zaman da bahçesini sulayan bir bahçıvanı görürüz.
Lumiere Kardeşler konusu gündelik yaşam olan filmler çekmenin yanı sıra dünyanın başka yerlerinde, farklı kültürlerde ve ülkelerdeki ilginç yerleri, olayları kaydetmek için de çalışmışlardır ama icatlarının ticari olarak geleceği olmadığını, para kazandırmayacağını düşünürler. Auguste Lumiere, kendisinden icadını satın alarak kullanmak isteyen bir gence (ki bu gencin adı George Melies’dir) şu nasihati verir:
“Delikanlı, buluşumun satılık olmadığına şükret; yoksa bu hiç kuşkusuz senin iflasına yol açardı. İcadım bir süre bilimsel bir merak olarak sömürülebilir; bunun dışında ticari hiçbir değeri yoktur.”