Hüseyin Cahit Yalçın
Yalçın, 1899: 182.
Bu gülen ve seven gözlerine her bakışımda sa’adet-i hayâtımın emîn bin müjdesini bulurum. Hararetli va’atli nazarlarının nevâzişleriyle ümîdlenerek bu gülen ve seven gözlerinin içinde tecelli ettiğini gördüğüm mes’ûd bir istikbâlin karşısında, hiçbir şey söylemeden, bir istiğrâk-ı mütelezizâne ile mahzûz kalırım. Sen de hiçbir şey söylemez, susarsın. Fakat o vakt gözlerin, beni esîr eden ve mültefit ve müteşekkir gözlerin bir teslimiyet-i mes’ûdâne ile ebediyen benim olduğunu söyler; bu mahmûr- ı muhabbet gözlerindeki o sâf, berrâk lem’a-ı hüsn ü emele ebediyen müncezib olan hayâtım, bütün mevcûdiyetim minnetdâr nazarlarımla sana secde eder. Sonra bir an olur ki nazarlarımız gaşy-âver bir mu’ânaka-ı nûşîn içinde sermest olarak bütün bir hayâtın lezzet-i mev’ûdesinden nasîb alır. (Âh, insanı bütün hüviyetini sarsan bu dakikalar...).
Bu mes’ûd mu’aşâkalardan ben sana daha müncezib, daha minnetdâr; sen daha müsterih, sen daha mes’ûd çıkarız. Fakat nedir o rûh-ı endişenâkındaki şübhe ki bazen bu sâf, berrâk nazarların en mes’ûd, en müsterih dakikalarda bile bir renk-i tefekkür, bir renk-i ıstırâb ile gölgelenir? Bir şeyim yok, mes’ûdum; dersin. Fakat gözlerin, bu endişenâk, bu müte’ellim gözlerin hayır, der, şübhe ediyorum.
Biraz evvel tekmîl samîmiyet-i mahremânesiyle bana hayâtını tevdî’ eden gözlerinin ma’nâ-yı müştekîsi şimdi o kadar derinleşti ki ruhundaki hastalığın âlâmına, en mes’ûd zamanlarda bile acı bir iftirâk şübhesini fikrine telkîn ile muhabbetine bütün bütün teslîm-i nefs etmekten seni men’ eden bu hâin şübhenin verdiği ‘azaba ben de iştirâk ederim. Seni ne kadar sevdiğimi görür, bu muhabbetin ebedî olduğunu nihâyet anlarsın. O vakt gözlerinin a’mâkından gülmeye başlayan bir şems-i itminân o zulmetleri dağıtır; ve bunlar bana öyle gelir ki, gülen ve seven gözlerinin nûr-ı bahtiyârîsiyle mahv olurken kulağıma “ferdâ-yı muhabbeti görmemek için intihâr edenlerin hakları vardır” fikr-i muzlimini fısıldar.