Cenap Şahabettin
“...sükût ile...ihtizâr-ı hâli seyredelim”, “Bir dimağî vedâd ü ref’etle / Kalalım serbe-ser tabiatte”, “Elem-i arza iştirâk edelim; / Mevsimin kainat-ı ye’sinden / ... olalım gam-ı zinde” söz gruplarıyla şair, can çekişen tabiatı hangi duygu ve düşünceyle seyretmek istediğini dile getirirken, metnin bütününün oluşmasına imkân sağlayan zihniyeti de ifade etmiştir. O, yanındaki sonbahar yüzlü kadına doğanın güzelliklerini dıştan seyretmeyi değil; can çekiştiğini belirttiği sonbahar ile zihinlerinden doğan dostluk ve acıma hissiyle bütünleşmelerini teklif ediyor. Bu, sonbahar karşısında alışılmışın dışında çok farklı bir tavır olarak düşünülmelidir. Gözlemlenen, daha yerinde bir ifade ile varlığıyla bütünleşilen doğadaki üzüntü hâli, metnin yalnız temasını değil; sesini ve dil malzemesini de belirlemektedir. Bu doğa-insan birlikteliği, metinde dikkatlere sunulan tablonun oluşmasını da sağlar.
Seyredilenle seyreden bütünleşmesi metnin diğer birimlerinde farklı yönlerden ele alınmaktadır. Denilebilir ki ilk birim metnin oluşmasını gerçekleştiren zihniyeti gözler önüne sermektedir. Yani doğanın bir ruha sahip olduğunu kabul etme, onunla bütünleşme ve aynîleşme isteği bu metnin zihniyetini meydana getirir.
Cenab’ın imgelerinin oluşması, ses ve görüntünün birleşmesi, görünenden hareketle düşünülenin ve hissedilenin ifadesi ve metnin çağrışım dünyasının düzenlenmesi sözü edilen zihniyetten hareketle gerçekleşmiştir. Burada her şey sonbaharın ruhu etrafında birleşir. Hatta o söyleyicinin davet ettiği sevgili bile buna uygun düşen kelimelerle tanıtılır. Bu hususu Hasan Akay şöyle ifade etmektedir: “Gerçekte Temâşâ-yı Hazan ferdî, sosyal ve psikolojik zeminiyle, sarışın sonbahar ruhunun tasviridir. Bu ise kainatın ruhunun sonbahar aynasındaki görüntüsü demektir” (Akay, 1998, 222).
Şâirin lisanı nesir gibi anlaşılmak için değil; fakat duyulmak üzere vücut bulmuş, musiki ile söz arasında, sözden ziyade musikiye yakın mutavassıt (ortalama) bir lisandır.