Ahmet Hikmet Müftüoğlu
Müftüoğlu, 1971, 149-151. Mensur şiir.
Müftüoğlu, 1971, 149-151.
Mensur şiir.
Ulu Tanrı!
Gün batıyor; sevgili korkun gönlümde doğuyor. Kumral akşam bana sessizlikler içinde büyüklüğünü fısıldıyor... Bu alaca karanlıklar arasında bir kulun, dilmaç kullanmadan, öz bilgisiyle sana diller dökmek istiyor... Ödünç giyim almadan, kendi çaputlarıyla karşına çıkmak diliyor.
Onun yalvarışlarını dinlemez misin?
Kanadı incinmiş, karnı acıkmış bir serçenin ötüştüğünü anlarsın! Boynu bükük, benzi uçuk bir çiçeğin istekçiğini duyarsın... Bugün bir Türk’ün, yıpranmamış, sesini birinci olarak sana eriştirmek isteyen suçunu bağışlasan gerektir.
Ey, yüce gökleri ışıklı yıldızlarla, azgın denizleri köpüklü dalgalarla süsleyen Tanrı!... Kullarına kendilerini tanımak, kendilerinde özünü tanıtmak üzere onlara beyin, gönül verdin. Onlardan yüz binlerce Türkler sevgili son Yalavacının doğru izinden bu us, bu duygu kanatlarıyla yüksele yüksele uçmağına ermek istediler.
Yeryüzünün en büyük ulusu olan Türklerin yüreklerini donduran soğuk bozkırlarını, yurdlarını bırakarak sözlerini anlamak, senin öz birliğini tanımak, sana tapmak üzere yalınayak, baş açık, yad illere düştüler... Sıcak çöllere düştüler... O genişliklerde yeldirenler tutsağın oldular. Yorgun urganına sarıldılar, ilk çağda aya, güne tapan bunlar, şimdi ayın günün ıssını buldular. Kutlu oldular. Yalavacının söylediği yarlığına boyun eğdiler. Yaradanlarını bildiler. Doğru yola girdiler. İstediklerine erdiler. Ey bizi yoktan var eden Oğun sonra, seni ulatmak, birliğin sancağını yeryüzünün bir ucundan öbür ucuna iletmek, gönlü gözü kör olanlara, seni tanımayanlara seni göstermek, seni tanıtmak üzere savaşmağa başladılar. Şimşeklerine baktılar, kılıçlarını çektiler. Yıldırımlarını işittiler, toplarını kullandılar. Kanlarını uğrunda döktüler, başlarını yoluna koydular. Koca denizleri geçtiler. Yüce dağları aştılar... Yeryüzündeki sayısız kullarından, çok pek çok, onlar senin uğrunda çabaladılar. Sen de onlara ödüller verdin, dirlikler bağışladın!...
Senin ve yalavaclarının adlarına ayırdığın ünlü yerleri bütün onların yurdlarının bucaklarında sakladın. O köyde yarattığın Türklerin sana düşkünlükle yükseldiler... Bu, yücelikten onları indirme, ey sevgili Tanrı! Onları indirme... Ak bulutlardan, kara çamurlara düşürme! Düşürme kim onların yüreklerinde senin korkun, senin sevgin vardır... Sen varsın!...
Bilmeden yaptıkları suçları varsa dünkü emeklerine bağışlamaz mısın?... Bağrı karalarını bugünkü göz yaşlarıyle yıkamaz mısın?... Yürekleri karardıysa, eşiğinde yerlere sürünen alınları aktır, yüreklerinin karaltısını aydınlatmak, düştükleri uçurumdan bileklerini tutmak, onları doğru yola getirmek sana güç değildir, ey ulular ulusu!... Güç değildir!.
Şimdi, önünde çıplak gönlüyle kekeleyerek söylenen bu kulun bütün yurttaşlarıyla bir yargılayıcı bakışının yoksuludur. Ey büyük Tanrı! Sen yine onları unutma! Sen yine onları esirge!
Bak!... Sızan göz yaşlar ne ağlıyor?!... Sızlayan yürekler ne inliyor?!...