Boratav, 1997.
Bir çamaşırcı kadın varmış. Bir gün ona kızı demiş ki:
“Anne ben hamama gideceğim.” Kalkmış gitmiş kız, girmiş hamama, bir kurnanın başına oturmuş, daha iki tas su dökmeden, usta gelmiş:
“Kızım, kalk ordan, Padişahın hanımı geldi, o oturacak” demiş. Kız kalkmış başka bir kurnaya oturmuş. Bu sefer natır gelmiş:
“Kızım, kalk ordan, falanca Beyin hanımı gelecek oraya” demiş. Hasılı kız böyle böyle dört beş kurna değiştirmiş, şurdan burdan su alıp yarım yamalak yıkanabilmiş.
Çıkmış hamamdan, iki gözü iki çeşme, ağlaya ağlaya eve gelmiş. Annesi sormuş:
“Kızım, ne ağlıyorsun?” “Anne, demiş kızcağız, ben ille zengin hamamı isterim. Ölürsem ondan sonra öleyim.”
Ertesi sabah kadın bir konağa çamaşıra gidiyor. Çamaşır yıkarken de hep ağlarmış.
Evin hanımı gelip soruyor: “Ne o Fatma Kadın, neye o kadar üzgünsün?” “Dün kızım hamama gitti; doğru dürüst yıkanamamış, horlamışlar kızcağızı. Akşamdan beri “İlle ben zengin hamamı isterim” diye ağlıyor. Onu düşünüp üzülüyorum.”
“A Fatma Kadın, ondan kolay ne var? Ben her şeyi hazırlarım, kızınla arabaya biner, şanlı şerefli hamama gider, yıkanırsınız.”
Hanım hemen kalkmış, sırmalı bir bohça hazırlamış, içinde altın tas, altın tarak.
Kadına güzel bir elbise giydiriyor, kıza da münasip esvaplar veriyor. Arabayı hazırlatıyor. Çamaşırcı kadın arabaya binip evine dönüyor. Kız da giyinip kuşanıyor.
Arabaya atlıyorlar, ana kız, hamamda arabadan iniyorlar. Bütün tellaklar bunları kapıda karşılıyor, kollarına girip en güzel kafesi açıyorlar (Eski hamamlarda, itibarlı müşterilerin girdikleri kafeste iki sedir olurmuş, karşılıklı). Biraz sonra bunların karşısındaki sedire başka bir hanımefendi geliyor. Kız hemen o gelen hanımla ahbap oluveriyor; hal hatır soruşuyorlar. Sonra girip yıkanıyorlar güzelce. Çıkınca kız çay, kahve ısmarlıyor. Ama tam o sırada Fatma Kadın farkına varmış ki zengin evin hanı mı bunlara hamamda masraf etsinler diye para vermeyi unutmuş; ceplerinde on paraları yok; kadıncağız, tir tir titrermiş, “Bu kız ne halt edecek, çıkma zamanı gelince” diye. Tam hamamcının hesabını görecekler, sonradan gelen hanım cebinden bir altın çıkarıp hamamcıya veriyor, kızla annesine para ödetmiyor. O vakit kız da: “Öyle ise bu akşam çorbayı bizim evde içelim,” diyor hanımefendiye; o da kabul ediyor.
Kız anlaşılan: “Ben şöyle, laf olsun diye, bir teklifte bulunayım. Nasıl olsa kabul etmez” diye düşünmüş... Ötede Fatma Kadın tir tir titrermiş, “Ne yapacağız şimdi” diye. Çıkıyorlar, kapıda bekleyen arabalarına biniyorlar. Arabacı soruyor:
“Nereye gideceğiz, Hanımefendi?”
“Ben nerde dur dersem, orada durursun” diyor kız. Araba gidiyor, gidiyor... Bir ara kız bakıyor ki, biraz ilerde büyük bir konak, kapının önünde uşaklar mangal yellerlermiş. Kız arabacıya, “Dur” diyor. Arabadan iniyorlar. Kız gizlice arabacıya:
“Yarın gelip bizi buradan alırsın,” diyor. Evin içine giriyorlar, bakıyorlar ki, bir koca konak, hizmetçiler, halayıklar, sıra sıra; ama herkes yaslı gibi. Meğer o evin hanımı ölmüş, o gün kırkıncı günmüş. Halayıklar, Beyin akrabası, falan, yeni bir hanım geldi sanmışlar. Kız annesiyle yanlarındaki hanımı bir odaya buyur ediyor. Bir ara kendisi çıkıp halayıklara:
“Bu gece misafirimiz var, sofrayı hazırlayın. Bey gelince de bana haber verin” diyor.
Halayıklar hemen mükemmel bir sofra hazırlıyorlar. Üç hanım oturup yemeklerini yiyorlar. Bir ara cariyenin biri “Bey geldi” diye haber veriyor. Kız dışarı çıkıyor, başına bir namaz bezi sarıp Beyin yanına gidiyor. Başlarından geçenleri bir bir anlatı yor. Çamaşırcı Fatma Kadının kızı olduğunu, hamama nasıl gittiklerini, paraları olmadığı için, orda tanıştıkları bir hanımın hamam masraflarını ödemesine karşılık, onu nasıl yemeğe davet ettiğini, hepsini anlatıyor: “Konağın kapısını açık buldum, evin yabancısı değilmiş gibi girdim. Bu gece bizi kabul edin, mahcup bırakmayın” diyor. Bey de gençmiş. Kızı yukardan aşağı bir süzüyor. Bakıyor ki güzel, hem de akıllı bir kız; hamamdan çıktığı için bir kat daha da güzelleşmiş. Adam da iyi yürekli biriymiş anlaşılan. Kıza diyor ki:
“Benimle evlen de evin sahiden hanımı ol.” Kız razı olmaz mı? Hemen bir imam çağırtıyor Bey, nikâh kıyılıyor…
Çamaşırcı Fatma Kadının bir şeylerden haberi yok, içerde ecel terleri dökermiş, “Bu kız ne halt ediyor? Nasıl çıkacağız bu işin içinden” diye. Neyse, yatma zamanı geliyor, herkes odasına çekiliyor. Kız da anasını yalnız bırakıp odasında, çıkıp gitmiş kocasının yanına... Fatma Kadının sabaha kadar gözüne uyku girmiyor. Sabahleyin kız annesine olanı biteni anlatıyor. Kadıncağız bu işlere şaşıp kalıyor, ama artık geniş bir nefes alıyor. Az sonra araba gelince, misafirlerini evine yolluyorlar. Sonra araba dönüp geliyor. Evin Beyi çok zenginmiş. Kızı da çok beğenmiş, çok sevmiş.
Arabayı, hamam takımlarını Fatma Kadınla kızına veren hanımın bu iyiliğine karşılık, bohçanın üstüne bir elmas dal koyuyor, hediye olarak. Fatma Kadın arabaya binip bohçasıyla hediyesini götürünce hanım:
“A Fatma Kadın, ben dün sana para vermeyi unutmuşum. Pek üzüldüm” diyor. O zaman Fatma Kadın da:
“Hanımcığım, diyor, bizim başımıza bir devlet-kuşu kondu.” Başlarından geçenleri bir bir anlatıyor…
Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.