Proben Der Volkslitteratur der Turkischen Stamme Derleyen: Wilhelm RADLOFF - Ignaz KUNOS Hazırlayan: Saim SAKAOĞLU - Metin ERGUN
Proben
Der Volkslitteratur der Turkischen Stamme
Derleyen: Wilhelm RADLOFF - Ignaz KUNOS
Hazırlayan: Saim SAKAOĞLU - Metin ERGUN
Evvel zamanda bir ihtiyar karının gayet sevgili bir kızı varmış ki güzellikte cihanda eşi yokmuş. Bu kız bir gün odasında oturup nakış işlerken akşamüstü pencereden bir kuş içeri girmiş, buna demiş ki:
"Sen kırk gün bir ölü bekleyeceksin ondan sonra muradına ereceksin." Ondan sonra oradan uçmuş gitmiş. Bu kız o akşam yatmış uyumuş, ertesi akşam olunca o kuş gene gelmiş, gene eskisi gibi söylemiş gitmiş. Biçare kız kuşun söylediğini anasına söyleyince anası: "Kızım o kuş acaba ne vakit gelir?" Kız da:
"Bu akşam yine gelir." demiş. Anası akşam olunca yükün içine girmiş saklamış, kuş gene gelmiş:
"Sultanım, kırk gün bir ölü bekleyeceksin, sonra muradına ereceksin." demiş, çıkmış gitmiş. Kızın anası bunu işitince:
"Kızım, gel seninle bu kuşun elinden kurtulmak için başka memlekete kaçalım." demiş, kız da:
"Nasıl olursa olsun." diye razı olmuş, bunlar o memleketten çıkmışlar. Bunlar gide gide birkaç gün sonra bir memlekete varmışlar, o memlekette bir büyük sarayın etrafında gezerlerken gece olmuş, bunlar oracıkta yatıp uyumuşlar. Kuş usuletle kızı kapıp sarayın içinde bir odaya bırakmış, neden sonra kız gözünü açmış bakmış ki kendisi bir sarayın içinde, odanın ortasında da döşek içinde bir ölü yatıyor. Kız bunu görünce aklı başından gider, fakat kuşun dediği hatırına gelip:
"Ne yapayım, bu da Allah'tan alnıma yazılmış, ne çare inşallah sonu hayırdır." diye orada oturur bek-ler. Validesi sabah olunca uykudan uyanır bakar ki kızı yanında yok:
"Eyvah, kızımı kuştan kaçırdım, gene kendi elimle kaybettim." diyerek ağlaya ağlaya oradan doğru evine döner. Kız gece gündüz hiç uyumaz, ağlar sızlar nihayet otuz dokuzuncu gün bir pencerede oturup denize doğru mahzun mahzun bakarken İran tarafından bir gemi görünür, bu gemi tam sarayın önünden geçerken kız kaptana eliyle işaret eder. Kaptan durur, kız kaptana on bin kuruş verir, bir halayık satın alır, iple halayığı yukarı saraya çeker; halayığın boynuna bir dizi altın takar, giydirir kuşatır, karşısına oturtur. Ondan sonra:
"Hele kendime bir arkadaş buldum." diye sevinerek Allah'a şükretmeye başlar, halayığa:
"Kız, sen burada azıcık bekle de ben biraz dışarı çıkacağım." der ve çıkar, sarayın odalarını dolaşır.
Bu aralık halayık odada şaşkın şaşkın etrafına bakınırken orada yatan ölü birdenbire aksırarak kalkar, yatağın içine oturur, gözünü açıp karşısında halayığı görünce: "Kız, beni sen mi bekledin?" diye sorar, kız da:
"Evet." der. Meğerse bu yatan şehzade imiş. "Bundan evvel beni kırk gün kim beklerse ben onu alırım." diye yemin etmişmiş. Bunun üzerine halayığı nikâh edip alır, şehzade buna sorar ki: "Daha senden başka kimse var mı idi?" Halayık:
"Evet, şu odada benim bir cariyem var, para ile satın aldım. Boynunda olan altınları da ben verdim." diye oradan hanımını çağırır:
"Kız, gel efendi seni istiyor!" diye hanımını şehzadeye gösterir. Zavallı kız içeriye girip işin başka türlü olduğunu görünce:
"Ne yapayım bu da Allah'tan, buna da sabrederim, bakalım Allah sonunu ne yapar." der. Aşağı yukarı hizmet etmeye başlar. Bir gün şehzade gurbete gitmek ister, hanıma: "Benden ne istersin?" der; kız da "Bir elmas küpe isterim." der. Asıl hanıma sorar, o da:
"Ben bir sabır taşı isterim. Fakat eğer bu taşı unutacak olursan gelirken geminin önü simsiyah karanlık olsun, arkası açık olsun." der. Oradan şehzade kalkıp Yemen'e doğru gider, birkaç ay sonra Yemen'e varır, orada işlerini bitirir, hanımın hediyesini alır, kızın istediğini unutur, yola çıkar, bir de bakar ki geminin önü simsiyah karanlık olur, gemi asla ileri gidemez. Kaptan gemi içinde olanlara:
"Eğer içinizde bir bedduaya uğramış adam varsa dışarı çıksın!" diye bağırır, şehzade bunu işitince kızın emaneti hatırına gelir, geri döner, sabır taşı denilen taşı alıp tekrar gemiye gelir. Bu sefer birdenbire geminin önü açılıp gemi kuş gibi hareket etmeye başlar. Biraz sonra memleketine vasıl olur, gemiden çıkar sarayına gelir, kız ile halayık merdivenden aşağı iner, karşılarlar; yukarı çıkarlar, şehzade, hanımın, halayığın hediyelerini verir. Akşam olunca biçare kız odasına gider, şehzade ile hanım yatarlar. Şehzade yatakta iken:
"Acaba bu kız sabır taşını ne yapacak?" diye hatırına gelir, merak eder, oradan hemen usuletle döşekten çıkar, halayığın yattığı odanın kapısına gelir, anahtar deliğinden gözetlemeye başlar. Kız, sabır taşı denilen mercimek kadar taşı yere koymuş:
"Ey sabır taşı! Ben vakti zaman ile anamın kıymetli bir evladı idim. Bir gün nakış işlerken pencereye bir kuş geldi, bana kırk gün bir ölü bekleyeceksin ondan sonra muradına ereceksin, dedi, oradan ben bir hâl ile bu saraya geldim, otuz dokuz gün bu yiğidi bekledim, sen olsan nasıl sabredersin ya sabır taşı?" deyince sabır taşı şişmeye başladı. "Ondan sonra o gün denizden bir gemi geçiyordu, ben bu gemiden bir halayık aldım, kırkıncı günü olunca ben bu halayığı bırakıp biraz dışarı çıktım, derken bu yiğit uyanmış, kızı görünce kendine nikâh etmiş almış. Sen olsan nasıl sabredersin?" deyince sabır taşı daha ziyade şişer. "Şimdi ben satın aldığım halayığa halayık oldum, o da bana hanım oldu; ya sabır taşı! Buna nasıl sabredersin?" demesiyle sabır taşı çatladı, "Gördün mü ya sabır taşı, sen bile sabredemedin, bu hâllere ben nasıl sabredeyim, bari kendimi helak edeyim!" (...) Şehzade bu hâli görünce dayanamayıp kapıyı kırar içeri girer, kızı kurtarır. (...):
"A sultanım, mademki beni bekleyen sendin, niçin bana şimdiye kadar söylemedin?" diye kızı kucaklar, oradan kendi odasına getirir, öteki kıza bir tekme vurur uyandırır. Kıza der ki: "Kırk katır mı istersin yoksa kırk satır mı?" Kız:
"Oh kırk satır düşmanım başına olsun, kırk katır isterim ki memleketime gideyim" der. Şehzade bu kızı kırk katırın kuyruğuna bağlar salıverir. (... ) Ondan sonra hanımı kırk gün kırk gece düğün dernek ile kendine nikâh eder, alır, kız da muradına erer.