Hazırlayan: Eflatun Cem GÜNEY
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, obaların birinde bir Yörük beyi varmış. Öteki beyoğlu beyler gibi burnu Kafdağı’nda değil; ne kimsenin bir tüyüne dokunmuş ne bir kuşun kanadına... Yerdeki karıncayı bile incitmezmiş. Daha da ağlayanla ağlar, gülenle güler, sönen ocakları yeniden yakarmış.
Sakınan göze çöp batar derler. Nasıl olmuşsa bilmeyerek birinin kalbini kırmış. O da:
— İlahi yiğit; başka bir şey demem, dilerim Allah’tan Gülen Nar’la, Ağlayan Ayva’nın derdine düşesin, demiş.
Oba beyinin de yüreğine bir ateştir düşmüş. Gayrı, bağlasalar durur mu? Demir çarık, demir asa düzülmüş yola; Gülen Nar’la Ağlayan Ayva’yı bulmak için...
Az gitmiş, uz gitmiş; dere, tepe düz gitmiş; derken bir ırmak çıkmış önüne. Yanına, yöresine bakınırken bir çoban ilişmiş gözüne:
— Çoban baba; niye bu ırmak böyle kan gibi, diye sormuş.
Çoban da:
— Sorma yolcu, sorma; nice yiğitlerin kanına girdi bu ırmak. Günün birinde de telli pullu bir gelini yedi. Dilim varmıyor demeye... Hani şu yayla yayla konup göçen yörükler yok mu? Ha işte; onlardan iki oba gelip bu ırmağın iki yamacındaki iki yaylaya konmuşlardı, yaz, bahar aylarında... Yörük değil mi, dalları ayrı ama kökleri bir... Birbirinden kız alıp kız veriyor, tuz alıp tuz veriyorlardı. Günün birinde de birinin kızını, birinin oğluna verecek oldular. Kırk gün, kırk gece toy düğün ettiler. Sonra al bayrak kaldırıp davullar dövdürerek gelin kızı alıp gittiler ama nasıl söyleyeyim; köprü yıkıldı, gelin alayı suya döküldü. O gün, bugün ırmak kanlı bir gözyaşı gibi akıyor; şu yıkılası köprü de ecel beşiği gibi hâlâ sallanıp duruyor.
Ya siz yolcu demir çarık, demir asa böyle nereye, diye sormuş.
Yörük beyi de yarasına dokunulmuş ceylan misali inlemiş:
— Sorma çoban baba, sorma; ben de bir günahsızın ahına uğradım. Öyle bir ateş düştü ki yüreğimin başına; yaktı, yandırdı beni. Şimdi dağdan dağa Gülen Nar’la Ağlayan Ayva’yı arıyorum. Derdime derman arıyorum, deyince:
Çobanın kaşları çatılmış:
— A yolcu, demiş, eceline mi susadın sen! Gülen Nar’la Ağlayan Ayva dediğin bir devin bahçesinde, ağaçlardan bir ağacın üstündedir. El ermez, güç yetmez ona. İyisi mi, ahını yellere, derdini sellere ver de gel bu yoldan vazgeç oğul!..
Daha da ne diller dökmüş ama Yörük beyi:
— Çoban baba, demiş. Ben bu başı bu yola koydum bir kere, kader ne ise öyle olur gayrı. Ne olur, biliyorsan o bahçenin yolunu göster bana, diye yalvarıp yakarmış.
Çoban dayanamamış:
— Anlaşıldı oğul, anlaşıldı; öyle bir ateş sarmış ki yüreğini, gayrı ölüm bile döndürmez seni! Şimdi, eğil de kulak ver bana: Devin bahçesi, Kafdağı’nın tepesindedir. Bura ile oranın arası altı aylık yol... Ne sağa eğil ne sola bükül ne şu ırmağa ak ne başka bir dereye dökül; alnının doğrusuna, düpe düz git. Bir gün olur, Kafdağı’na varırsan, dağ gibi bir kapı çıkar önüne. “Açıl kapım açıl!” dersin, açılır kapı. Gayrı girdin mi, girdin bahçeye. Bahçenin ortasında bir ağaç göreceksin, bin yıllık bir ağaç! İşte gülen Nar’la Ağlayan Ayva bu ağacın üstündedir ama yedi başlı devin de gözleri onun üstündedir. Allah bir kuvvet verir de bir vuruşta devin başını düşürebilirsen o, bin yıllık ağaç da eğim eğim eğilir önünde. Sen de Gülen Nar’la Ağlayan Ayva’yı koparırsın dalından. Haydi, yolun açık olsun, demiş.
Yörük beyi eğilmiş, çobanın eline varmış, doğrulmuş Kafdağı’nın yolunu tutmuş. O gitmiş, yol gitmiş; o gitmiş... Tepelerden yel gibi, derelerden sel gibi geçerek Kafdağı’na yetişmiş. “Açıl kapım açıl!” demiş, açılmış kapı. Bir de bakmış ki ne baksın!.. Başı göklere değen bir ağaç. Ağacın altında yedi başlı bir dev, dalında da Gülen Nar’la Ağlayan Ayva...
Yörük beyini görünce Nar başlamış gülmeye, Ayva başlamış ağlamaya, dev de başlamış homurdanmaya... Yörük beyinin tüyleri diken diken olmuş ama “Allah!” deyip yılan dişli hançerine sarılmış, bir vuruşta yedi başını birden doğramış devin. O zaman bin yıllık ağaç eğilmiş; Yörük beyi de Gülen Nar’la Ağlayan Ayva’yı koparmış dalından...
Meğer, Gülen Nar’la, Ağlayan Ayva dedikleri; ağlar, güler bir peri değil miymiş?.. Silkinince dalından, bir kız olmuş hemen... Gözleri ahu yazması, boyu servi dal gibi acep insan bakmaya doyar mı ki... Yörük beyi bir bakmış gözü gönlü açılmış. Sonra oturmuşlar bir taşın üstüne, kırk yılın hasretlisi gibi kalplerini dökmüşler birbirine...
Söz sözü açmış, derken Yörük beyi:
— Seni alıp bizim yaylalara götürmek isterdim ama yürekte var, elde yok. Yola, yokuşa dayanamazsın ki, demiş.
Demeye kalmamış, bir kuş olmuş peri kızı; Yörük beyinin başına konmuş. O başına konunca Yörük beyi de bir kuş olmasın mı?.. Kanat kanada dağlardan aşmış, bir göz yumup açıncaya kadar Yörük yaylasına varmışlar. Bundan ötesi düğün bayram. Vurmuş davullar gümbür gümbür; çalmış sazlar coşkun coşkun. Tamam kırk gün kırk gece toy düğün etmişler.
Onlar ermiş muradına; biz çıkalım kerevetine. Gökten üç elma düştü. Kimin ne muradı varsa onun başına...