Ebuzziya Tevfik
Yeni Osmanlılar
Bir ulusun sadece hakkı değil, âdeta insanlığın var oluşunun ve tüm mutluluğunun kaynağıdır hürriyet. Dünyada insanoğlunun iyilik ve güzellik adına meydana getirdiği ne varsa hepsinin temeli dönüp dolaşıp hürriyete dayanır.
Mesela, insanları insan yapan en büyük nedenlerden biri olan nefsini bilme, tanıma ve ona güvenme hürriyet olmadıkça asla meydana gelemez.
Her topluluğun en büyük koruyucusu olan vatan sevgisi, yurt sevgisi dediğimiz şey de ancak hürriyetle mümkün ve devamlıdır. Özgür bir idare altında bulunan yerlerde düşmana karşı asker durur. Hür memleketlerde ise ahali askerden çok daha fazla çalışır.
Egemenliğine sahip bulunan bir halk için vatan, bizzat o halkın öz evi, belki de sarayı gibidir.
Bir kere, elde mevcut olan siyasi tarihlerde medeniyetin beşiği sayılan Eski Yunanistan'ın ahvaline bakılsın ki o kadar küçük olan bir toprak parçasının ahalisi, Asya'nın yarısına sahip bulunan koca İran Devleti'ne karşı direnmiş hatta yer yer ve zaman zaman ona karşı nasıl zaferler kazanmıştır. Aklı işleyen hiçbir kimse için zerre kadar şüphe kaldırmaz bir gerçektir ki Eski Yunanlılar, o zamanki yeryüzünde yerleşmiş ve yaşamakta bulunan öteki uluslardan -tabiat verimleri bakımından- daha üstün ve daha belirli bir imtiyaza sahip değillerdi. Tarih bilenler için uzun uzadıya açıklamaya ihtiyaç yoktur. Eski Yunanlıların ulaşmış oldukları üstünlük ve olgunluğun tek temeli, yönetim tarzlarındaki geniş ve sağlam prensiplere dayalı hürriyetti. Başka bir deyişle, onlar her alandaki gelişme ve evrimleşmelerini sadece düzenli bir hürriyete borçluydular.
Eski Yunanistan, tarih alanından silindikten sonra, büyüklük ve yücelik alanları bu sefer de Roma Devleti'ne kaldı. Roma Devleti'ni ise o zamana kadar uygarlaşmış çevrelerce hiç de bilinip tanınmayan bir yarımadanın bir köşesine toplanmış birkaç bin insan kurdu. Ama işte böylesine hor ve hakir bir toplulukla başlayan bir devlet, sırf hürriyet sayesinde hükümet merkezi olan şehri o zamanın bütün dünyasının başkenti yaptı. Uzun yüzyıllar bilinen üç büyük kıtanın pek çok yerlerine tam bir cihangirlikle hükmetti.
Roma'dan sonra cihan medeniyetinin Doğu dünyasına, başka bir yarımadadan çıkarak az zaman içinde bir şafak ışığı gibi doğuya ve batıya yayılan Müslüman savaşçıları nail oldular. Müslümanların bu üstünlüğünün en büyük sebebi yine hürriyetti. Çünkü İslam kanunları, bütün dinlerin içinde hürriyeti en çok öngören, hatta bunu tanrısal bir adalet olarak tanımlayan bir yapıya sahipti.
Şurası da çok dikkate layık değil midir ki din adına Tanrı'nın adını yüceltmek için savaştan savaşa koşan Müslüman kumandan ve askerleri, İslamlığı kimseye ve hiçbir zaman zor kullanarak kabul ettirmeye yönelmemiş, tam tersine herkesi tutum, fikir ve davranışlarında hür bırakmıştı. Hâl böyle olduğu için, bir iki asır içinde Müslüman ordularının fethettikleri bunca geniş ve sayısız ülkeler halklarının hemen hepsi kendiliklerinden bu yeni din yolunu kabul ettiler. Tatarlar (Moğollar) ki zaptettikleri ülkelerde sokak başlarına tapındıkları putları dikmişler ve halkı cebir yoluyla o putlara tapınmaya zorlamışlardı, sonradan yine kendileri, kendi zaptettikleri yerlerin asıl halkının dinine ve milliyetine girerek tarih alanından silindiler.
İslam devlet ve hükümetlerinde ne zaman ve ne kadar geniş ölçüde bayındırlık ve uygarlık kendisini göstermişse bu zamanlar daima şeriatın halka olabildiğine özgürlük verdiği dönemlere rastlamıştır. Endülüs Emevi Devleti, Abbasi Devleti'nin ilk çağları, Beni Ahmer Devleti hep bunun olumlu örneklerini teşkil ederler. Öte yandan, Müslüman geçindiği hâlde birtakım çarpık ideolojilere sapan devletler zamanında ise ülkeler durmadan haraplığa ve yoksulluğa sürüklenmiştir.
Orta Çağda, Avrupa halklarında insanlığa ve uygarlığa hizmet eden ve dünyaya bayındırlık adına bazı armağanlar bırakan hemen hemen tek bir devlet vardır. Bu da Venedik ve onun bir çeşit sömürgesi sayılan Ceneviz'dir. Bunlar, özgürlüğü en başta gelen ilke olarak kabul etmiş küçük birer cumhuriyetti. Hürriyete verdikleri büyük önem sayesinde dünyanın dört bucağında etkili ve zaman zaman da egemen olmuşlardı. Aynı çağda müstebit (baskıcı) birçok Avrupa imparatorluk ve krallıklarının insanlığa pek çok zararları dokunmuştur ama yararları o nispette azdır.
Bugün, Avrupa'nın ulaşmış bulunduğu çok büyük ilerlemenin ilk temel taşı, Fransız İhtilali'dir. Bu ihtilalin tek itici gücü, hürriyete karşı duyulan derin ve sonsuz susuzluktu. Fransız İhtilali sadece kendi ülkesine hürriyeti getirmemiş, bütün ülkeler için hürriyetin gerekli anayasasını da dünyaya ilan etmiştir.
Gerçekten de o ne heybetli hâlmiş. Bir bendi:
Uzağa gitmeye ne hacet? Bizim tarihlerimize şöyle bir göz gezdirecek olsak hemen görürüz ki yiğitlik ve mertlik bakımından en parlak dönemlerimizden biri de I. Selim zamanıdır. O zamanda ise hürriyet âdeta istenilen haddi de aşmış hem de kat kat aşmıştı. Yeniçeriler, padişahın çadırına kurşun atacak derecede özgürlük içindeydiler.
Gerçi hürriyetin aşırılığı, çoğu zaman birtakım zulümlere yol açmaktadır. Böylesine bir hürriyet arzu edilecek şeylerden değildir. Ama bunlar bir yana, kişisel haklarla sınırlanmış ılımlı bir özgürlük, insanoğlunun havası suyu kadar önemlidir. Hele günümüzde böyle bir hürriyetten yoksun olmaya imkân yoktur. O zaman öyle bir cemiyet, bir insan topluluğu değil; bir hayvan topluluğu karakterini taşır.
Ama şunu ileri sürenler vardır: Halkımız; bilgi, kültür bakımından henüz özgürlüğü hazmedecek bir seviyeye gelmemiştir. Evet, biz de şurasını tasdik ederiz ki çektiğimiz bunca zulüm ve haksızlıklar da esasen bu bilgi ve kültür noksanlığından, eğitim yetersizliğinden ileri geliyor. Eğer halkımızın genel eğitimi yeterli olsaydı -bin bir yerde emsali görüldüğü üzere- hürriyetini derhâl ve bilek gücüyle elde ederdi. Zulüm ile cahillik, en önemli organlarından birbirine bitişik doğmuş ikizlere benzerler; bunlardan birinin ölümü ötekinin de ölümü demektir. Başka bir deyişle birisi öldürüldüğünde öteki de kendiliğinden ölür.
(... )
Bir de şu nokta var: Kültür ve eğitimce özgürlüğe tahammüllü ve hazırlıklı olmak sözlerinden anlaşılmasın ki cahil bir halka siyasi ve kişisel haklar verilirse yönetim ve devlet düzeni altüst olur. Burnumuzun dibindeki Karadağ Beyliği'nin durumu bile bu görüşün sakatlığını ispat için yeter bir belge sayılabilir.
Ülkemizde çok karışık ve birbirinden farklı haklar olduğu ileri sürülebilir. Halka özgürlük verilecek olursa bu durumun büyük tehlikeler doğuracağı iddia edilebilir, nitekim edilmiştir de. Ama biz daha önceki birçok yazılarımızda, böyle bir tehlikenin hiçbir zaman söz konusu olmayacağını defalarca yazıp açıklamıştık. Bundan dolayı bunu şimdi yeniden tekrarlamaya lüzum görmüyoruz.
Bütün şartlar elverişli bulunduğu hâlde, hâlâ böyle esirlik zinciri altında tutulmakta oluşumuzun sebebini bir türlü anlamamaktayız ve durumun ölçülüp biçilmesini kamuoyuna terk ediyoruz.