Weston La Barre
Weston, L. B. (1947). Duygu ve Davranışlarımızın Kültürel Kökeni. (Çeviren: Y. İzbul). Ders notu.
Psikolojide, duygu ve davranışlarımızın fizyolojisine öteden beri ilgi duyulagelmiştir. Acaba Fizyolojik değişmelerin kökenleri, ruhsal durumlarımızda mı aranmalıdır? Yoksa duygu dediğimizde, içimizdeki Fizyolojik değişmelerin bilincimize ulaşan etkilerini mi dile getirmiş oluyoruz? Dikkatler bu gibi sorular üzerinde yoğunlaşmıştır. Öte yandan Fizyolojide ise, korku, acı, öfke, ve benzeri duygularımızın vücuttaki çeşitli belirtileri ayrıntılarıyla incelenmiş ve tanımlanmıştır... Oysa duygularımızın açıklanmasında önemli bir araştırma alanı daha vardır ki, bugüne kadar gerektiği ölçüde değerlendirilmemiş olduğu görülüyor. Bu, duygularımızın kültürel boyutudur.
Antropologlar, insan davranışlarından söz ederken içgüdülerimiz kavramını çok dikkatli kullanmayı öğrenmişlerdir. Alan araştırmalarını kendi kültür grubundan çok farklı kültür toplulukları arasında sürdürmek durumunda olan bir antropolog, insan davranışlarının anlam çeşitliliği konusunda çok boyutlu bir duyarlılık geliştirmek gereğini her zaman hissetmiştir. Öyle durumlar olmuştur ki, böyle bir duyarlılık, içine girdiği toplulukta önce kendi güvenliğini sağlayabilmesi için hayatî önem taşımıştır. Böyle zor durumlarda işi küçük bir mahcubiyetle atlatmak, talihin lütfu sayılabilir. Yabancı kültür toplulukları ile ilişki kuracak bir araştırmacı için, karşılaşabileceği davranışların sembolizmi konusundaki bilgi eksikliği, iletişim ve analaşabilirlik açısından en zayıf noktasıdır. Bu konuda kişinin kendi kültürü içindeki alışılmış duygu aktarımı davranışları rehberlik edemez. Duyguların anlatımında başvurulan sembolik davranışların kültürden kültüre farklılıklar göstereceğini unutmamak ve içine girilen topluluktaki bu tür davranışların taşıyabileceği anlamlar için tetikte olmak temel şarttır. Kültürden gelen davranışların içgüdülere dayalı evrensel davranışlar olmayıp öğrenme yoluyla sonradan kazanılan, geleneksel sembolik davranışlar oldukları akıldan çıkarılmamalıdır.
Bu görüşlerimizi bir dizi örnekle belgelemek yerinde olacaktır. Meselâ eksen omuru dikensi çıkıntısı bağlantıları üzerinde kafanın öne ve arkaya sallanmasının, olumluluk ve olumsuzluk ifadelerinin doğal ya da içgüdülere dayalı anlatımı olduğunu söyleyenler olmuştur. 1930’larda yazan, Davranışçı ekolden Holt, bu sözde evrensel “evet” ve “hayır” işaretlerinin kökenini, bebeğin anne göğsünü araması ya da reddetmesi davranışlarında aramak gerektiğini savunuyordu. İnsanın memeli türlerden olduğu gerçeğine dayandırılmak istenen bu tez, ilk bakışta pek parlak bir açıklama gibi görünüyor. Ama ne yazık ki, kültürler üzerine sahada yapılan gözlemlerle doğrulanmıyor.
Yalnızca Uzakdoğu yörelerini ele alsak dahi, olumluluk ve olumsuzluk belirten işaretlerin kültürden kültüre ne kadar büyük bir çeşitlilik taşımakta olduklarını hemen görürüz. Bir kere, Japonya’nın kuzey bölgelerinde yaşayan Ainu’lar arasında bu tür kafa işaretleri bulunmamaktadır. Ainu’larda, olumsuzluk işareti için genellikle sağ el kullanılır. Sağ eline sağdan sola sallandıktan sonra göğüs hizasına getirilmesiyle olumsuzluk işareti verilmiş olur. Her iki elin de zarif bir hareketle göğüs hizasına kaldırılarak, avuç içleri yukarı bakacak şekilde aşağı doğru salıverilmeleri ise olumluluk ifadesi taşır...
Zenci Pigme topluluklarından Semang’lar arasında, “evet” anlamında baş sert bir hareketle öne uzatılır; “hayır” anlamında bakışlar yere indirilir... Habeşler, “hayır” anlamında başlarını sağ omuza doğru sert bir hareketle çevirir; “evet” demek için başı geriye atarken kaşlarını da kaldırırlar. Borneo’lu Dyak’lar için kaşların kaldırılması “evet”, hafifçe çatılması “hayır” anlamına gelir. Mauri’ler kafayı ve çeneyi kaldırmak suretiyle “evet” derler; Sicilya’da ise aynı hareket “hayır” anlamını taşır.
Kalküta’daki Bengalli...”evet” anlamında başını omuzdan omuza bir çember çizecek şekilde hızla çevirecek ve bunu genellikle dört defa tekrarlayacaktır. Delhi’li bir Müslüman ise, aynı anlamda başını çaprazlamasına geriye atarken boynunu da hafifçe çarpıtacaktır. Öte yandan Kandiyan’lı Singalliler, başlarını öne ve çaprazlamasına sağa doğru eğecek, çeneyi tarifi imkânsız ölçüde zarif bir hareketle hafifçe içe bükecek, çoğu zaman kollar kısmen çapraz ve avuç içleri yukarı bakar durumda ayaklarını da çapazlayarak eğileceklerdir. Bu, karşısındakini fevkalâde hoşnut bırakan, inanılmaz güzellikte bir harekettir. Singallilere birşey uzattığınızda, sol avuç içiyle sağ kolu dirsekten destekleyerek, sağ elleriyle alacaklardır. Böyle bir davranışın içgüdülere dayanmadığı sonucuna varmak herhalde zor olmasa gerek.
Bir keresinde annesinin küçük bir çocuğa, kendisine uzattığım şekerlemeyi nasıl alması lâzım geldiğini öğrettiğini kendi gözlerimle gördüm. Kimbilir o sırada benim davranışlarım onlara ne denli kaba ve görgüsüz görünmüştür. Çünkü kibar bir Singallinin yapacağı gibi, verdiğim şeyi iki elimle birden uzatacağım yerde, yalnız sağ elimle uzatıvermiştim. Aynı şeyi Pencap veya Sind’deki Müslüman bir dilenciye bu defa sol elimle uzatmış olsaydım, muhakkak ki aldığı gibi yere fırlatır, üzerine şiddetle tükürür ve bana etinden nefret etmeyi yine kendi kültüründen öğrenmiş olduğu o mendebur hayvanın adıyla küfrederdi. Onun üyesi bulunduğu kültürde, sol el sadece belirli özel kişisel maksatlar için kullanılabilir. Yiyecek maddeleri için asla...