Yusuf Akçura
15 Mart 1904, Latin Harflerine Aktarılmış Metin.
Memâlik-i Osmâniyye’de garbden istifâza ile iktisâb-ı kuvvet ve terakki ârzûları uyanalı, belli başlı üç meslek-i siyâsî tasavvur ta’kîb (ébaucher) idildi sanıyorum: Birincisi Hükûmet-i Osmâniyye’ye tâbi’ milel-i muhtelifeyi temsîl ve tevehhüd ile bir “Millet-i Osmâniyye” vücûda getirmek; ikincisi hakk-ı Hilâfet’in Devlet-i Osmâniyye hükümdârında olmasından istifâde iderek bütün İslâmları hükûmet-i mezkûre idâresinde siyâseten birleşdirmek (Frenklerin “Panislamisme” dedikleri), üçüncüsü ırk üzerine müstenid bir “Türk milliyyet-i siyâsiyyesi” (Panturquisme)[1] teşkîl itmek.
Bu mesleklerden iki evvelikisinin bir zamanlar Devlet-i Osmâniyye siyâset-i umûmiyyesine te’sîr-i mühimmi oldı. Sonraki ise ancak ba’zı muharrirlerin yazılarında görüldi.
1
Millet-i Osmâniyye vücûda getirmek ârzûsu pek âlî bir gâye-i hayâlîye, pek yüksek bir ümîde doğru te’âlî itmiyordu: Maksad-ı aslî Osmânlı memleketindeki Müslim ve gayr-ı müslim ahâlîye aynı hukuk ve vezâif-i siyâsiyye bahş ve tahmîl eylemek, böylece aralarında müsâvât-ı kâmile husûle getirmek, efkâr ve edyânca serbestî-i tâmm virmek, işbû müsâvât ve serbestîden istifâde iderek, mezkûr ahâlîyi aralarındaki dîn ve neseb ihtilâfâtına rağmen yekdîğerine mezc ve temsîl ile Amerika Hükûmât-ı Müttehidesi’ndeki Amerikan milleti gibi vatan-ı müşterekle birleşmiş bir milliyyet-i cedîde, Osmânlı milleti meydâna çıkarmak ve bütün bu müşkil ameliyâtın netîcesi olarak da Devlet-i “Aliyye-i Osmâniyye”yi şekl-i zâhire-i asliyyesiyle yanî eski hudûdlarıyla muhâfaza eylemekdi. Ekseriyyet İslâm ve bir kısm-ı mühimmi Türk olan bir devletin beka ve tezâyid-i kuvvetinde, bilcümle Müslimânlar ve Türkler için fâide olmakla berâber bu meslek-i siyâsî onlara toğrudan toğruya taalluk itmiyordu. Bu cihetle hudûd-ı Osmâniyye hâricindeki Müslimânlar ve Türkler bununla o kadar meşgul olamazlardı. Mes’ele[2] bir mesele-i mahalliyye ve dâhiliyye idi.
Millet-i Osmâniyye ihdâsı siyâseti ciddî olarak, Mahmûd-i Sânî zamânında doğdu.[3] Bu pâdişâhın: “Ben tebaamdaki edyân farkını ancak câmi’, hâvrâ ve kilîsâlarına girdikleri zamân görmek isterim...” On dokuzuncu asr-ı mîlâdî ibtidâ ve vasatlarında bu siyâsetin Memâlik-i Osmâniyye’de i’tibâr kazanması, kabil-i tatbik zannolunması tabîî idi: O zamanlar Avrupa’da milliyyet efkârı Fransa İhtilâl-i Kebîriyle, nesebî ve ırkî olmakdan ziyâde, taleb-i vicdânîye müstenid Fransız kaidesini esâs-ı milliyyet kabûl idiyordu. Sultân Mahmûd ve muakkibleri iyice tefehhüm idemedikleri bu kaideye iğtirâren, ırk ve dînî muhtelif tebaa-i devleti serbestî ve müsâvât ile, emniyet ve muhâdenet-i mütekabile ile mezc ve terkîb edüb bir milleti vâhide hâline sokmak imkânına inanıyorlardı. Avrupa’da milliyyetler teşekkülü târihinde görülen ba’zı misâller de i’timâdlarını artdırıyordu. Fil-hakika Fransız milliyyeti Cermen, Selt, Latin, Grek ve daha ba’zı nesillerin birleşmesinden husûle gelmemiş miydi? Alman milliyyetinde birçok İslav anâsırı yutulmamış mıdır? İsviçre ihtilâf-ı ırk ve dîne rağmen bir millet değil midir? ilh.[4] Müşârünileyhimin bu esnâlarda bir vahdet-i siyâsiyye vücûda getirmeye çalışan Alman ve İtalyanlar’ın harekâtı da yanlış bir nazarla mesleklerinin toğrulığını isbâta hâdim vekayi’den add itmiş olmaları dahî gayr-ı muhtemel değildir.
Millet-i Osmâniyye fikri en ziyâde Âlî ve Fuâd Paşalar zamanında mer’î idi. Fransız kaidesinin ârâ-yı ümmet (Plébiscite) ile milletler teşkil itmenin resûlü Üçüncü Napolyon da bu garblılaşmış paşalara kuvvetü’z-zahr oluyordı. Sultân Abdülaziz devrindeki Fransızkârî ıslâhât ve bu ıslâhât timsâli olan Mekteb-i Sultânî, hep bu sistemin “a la mode” oldığı zamânlar semerâtıdır.
Vaktâ ki milliyyet kaidesi, Almanlar tarafından hakayık-ı vekayi’a daha karîb bir sûretde, milliyyetlerin esâsı ırk olmak üzere, tefsîr olundı ve bu tefsîrin galebesi dimek olan 70-71 seferiyle Napolyon ve Fransa İmparatorluğu tekerlendi. İşte o zamandan i’tibâren “millet-i Osmâniyye” meslek-i siyâsiyyesi, yegâne kavî müttekâsını zâyi’ etmiş oldı.
Vâkıâ Midhat Paşa, isimleri yukarıda geçen üç[5] meşhûr vezîrin, bir dereceye kadar, muakkibi idiyse de,[6] onlarınkine nisbetle daha karışık ve pek serîü’z-zevâl oldığından ve eser-i Midhat’ı ta’kîb-i da’vâ eden şimdiki Genç Osmânlılar’ın programları ise hayli mübhem bulundığından, Osmânlı milleti teşkîli hayâlinin Fransa İmparatorluğuyla beraber ve onun gibi tekrar dirilmemek üzere, oldığına hükmolunsa, hatâ idilmemiş olur zannındayım.
*
* *
“Milliyyet-i Osmâniyye” siyâsetinin adem-i muvaffakıyyet üzerine İslâmiyyet politikası meydan aldı.[7] Avrupalıların Panislâmizm didikleri bu fikr son zamanlarda Genç Osmânlılık’dan, yanî Osmanlı milleti teşkîli siyâsetine kısmen iştirâk iden fırkadan toğdı. Evvelleri en ziyâde “vatan” ve “Osmânlılık!” –ya’nî vatanda meskûn bilcümle halkdan mürekkeb bir Osmânlılık– nidâlarıyla işe başlayan Genç Osmanlı şuarâ ve siyâsiyyûnundan birçoğunun nokta-i tevakkufları “İslâmiyyet” oldı. Avrupa içinde bulunmak, efkâr-ı garbiyyeyi yakından görmek onların bu tenâsühuna en kavî sebebler idi. Mumâileyhim Şark’da bulundukları zaman, başlarını on sekizinci asır felsefe-i siyâsiyye ve ictimâiyyesiyle pek çok toldırmışlar, –içlerinden birisi (Russo)[8] mütercimi idi– ve fakat ensâb ve edyânın derece-i ehemmiyyetini tamâmen idrâk eyleyememişler ve bâhusûs yeni bir milliyyet teşkîli için, zamânın pek geçdiğini, Devlet-i Osmâniyye’nin zîr-i hâkimiyyetinde bulunan anâsır-ı muhtelifenin menfaatleri değilse bile, ârzûları böyle bir ittihâd ve imtizâcda olmadığını ve binâen aleyh Fransız kaide-i milliyyesinin Şark’da tatbîki imkânsızlığını tamâmen anlayamamışlardı. Diyâr-ı ecnebiyye de iken, ekserisi memleketlerini uzakdan daha kavrayışlı bir nazarla görmeğe, dîn ve ırkın Şark için gitdikce mütezâyid ehemmiyyet-i siyâsiyyesini ve bu cihetle millet-i Osmâniyye ihdâsı ârzûsunun beyhûdeliğini tefehhüm eylemeğe muvaffak oldılar.
Artık var kuvveti bâzûya verüb İslâm anâsırını –evvelâ Memâlik-i Osmâniyye’dekileri, sonra bütün yerküredekileri[9]– ihtilâf-ı ensâba bakmayarak dîndeki iştirâkden istifâde ile tamâmen birleşdirmeye, her Müslimin en küçük yaşında ezberlediği “Dîn ve millet birdir.” kaidesine iktifâa, bütün Müslimânları son zamânın millet kelimesine verdiği ma’nâ ile bir “millet-i vâhide” hâline koymaya çalışmak lüzûmuna kani’ oldılar. Bu bir cihetden Memâlik-i Osmâniyye sâkinâtı arasında tahallül ve teferruku da’vet idecekdi. Müslim tebaa-i Osmâniyye ile gayr-ı müslimler artık ayrılacakdı. Lâkin diğer cihetden büyük imtizâc ve ittihâda sebeb olacakdı: Bütün Müslimânlar birleşecekdi. Bu meslek, meslek-i sâbıka nazaran daha vâsi’ yeni bir ta’bîr ile âlem-şümûl (Mondiale) idi. İbtidâ sırf nazarî olub yalnız matbûât sahîfelerinde görülmekde olan bu fikir git gide tatbîk olunmak da istenildi: Abdülaziz’in son devirlerinde “Panislâmizm” sözü mükâlemât-ı diplomatikıyyede işidilir oldı? Ba’zı Asya hükümdârân-ı İslâmiyyesiyle münâsebet istihsâline uğraşıldı. Midhat Paşa’nın sukutundan yani millet-i Osmâniyye ihdâsı fikrinin hükûmetce büsbütün terk olunmasından sonra Sultan Abdülhamid-i Sânî[10] Hazretleri de bu siyâseti tatbîke çalışdı. Bu Pâdişâh Genç Osmânlılar’ın bî-amân hilâfgîrî olmakla beraber bir derece kadar onların şâkird-i siyâsetidir:
Müsâvât-ı hukuk ve serbestî-i tâmm te’mîn olunsa bile gayr-ı müslim tebaanın Osmânlı hey’et-i siyâsiyyesinde bulunmayacaklarını tefehhüm itdikden sonra; Genç Osmânlılar tebaa-i mezkûreye ve onların hâmîsi olan Hıristiyân Avrupa’ya izhâr-ı adâvete başlamışlardı. Zât-ı Şâhâne’nin siyâset-i hâzırası,[11] şu tahavvülden sonra iki Genç Osmânlı efkârıyla pek büyük bir müşâbehet gösterir...
Hükümdâr-ı hâzır Sultân, Pâdişâh, elkabı yerine halîfe sıfat-ı dîniyyesini ikameye çalışdı. Siyâset-i umûmiyyesinde dîn, dîn-i İslâm mühim bir mevki’ tutdı. Mekâtib-i nizâmiyyenin tedrîsâtında mevâdd-ı dîniyyeye muhassas zamân artdırıldı? Tedrîsâtın esâsı dînîleşdirilmek istendi. Mütedeyyinlik, müttakîlik –velev zâhirî ve riyâkârâne olsun -teveccüh-i hilâfet-penâhîyi celbe en kavî vesîleler hâline geçdi Yıldız Sarây-ı Hümâyûnu, hocalar, imâmlar, seyyidler, şeyhler, şerîfler ile doldı. Bazı mülkî me’mûriyetlere sarıklılar ta’yîn edilir oldı. Dînde salâbet, belki de makam-ı hilâfete –makam-ı hilâfetden ziyâde o makamın elyevm câlisi bulunan zâta –şiddet-i merbûtiyyet ve ubûdiyyet, gayr-ı müslim akvâma karşı nefret telkîn itmek üzere halk arasına vâizler gönderildi. Her tarafda tekkeler, zâviyeler, câmi’ler binâ ve ta’mîrine çalışıldı, hâcılar ehemmiyyet kazandı. Mevsim-i Hacc’da Dârü’l-hilâfete uğrayan hüccâc, İmâmü’l-Müslimîn’in envâ-i eltâf ve inâyâtına mazhar edilerek, gerek kendilerinin ve gerekse memleketlerindeki diğer Müslimânların makam-ı hilâfete celb ü rabt-ı kulûblerine çalışıldı. Yakin zamanlarda, Müslimân ahâlisi kesretli olan Afrika içlerine ve Çin diyârına îlcîler gönderildi. Bu siyâsetin en sağlam vâsıta-i icrâsı olmak üzere de Hamîdiye Hicâz Demiryolu inşâsına başlanıldı.
Lâkin işbu meslek-i siyâsî ile Devlet-i Osmâniyye, Tanzîmât devrinde terk itmek istediği devlet-i dîniyye (Etatthéocratique) şeklini tekrar alıyordu: Artık serbestîyi, serbestî-i vicdân ve efkârı, serbestî-i siyâsîyi, kezâ müsâvâtı, müsâvât-ı edyân ve ırkı, müsâvât-ı siyâsiyyeyi, müsâvât-ı medeniyyeyi terk itmeye, mecbûr kalıyordı. Binâen aleyh Avrupakârî hükûmet-i meşrûtaya vedâ’ etmek, tebaa-i devlet arasında ihtilâf-ı cins ve dîn vaz’iyyet-i ictimâiyyeden neş’et eyleyerek, öteden berî mevcûd olan münâferet ve zıddiyyetin artmasına ve bunun netîcesi olmak üzere de, kıyâm ve isyânların çoğalmasına ve Avrupa’da Türklüğe adâvetin şiddetlenmesine katlanmak iktizâ idiyordu.[12] Fil-hakika öyle de oldı.
Irk üzerine müstenid bir Türk milliyyet-i siyâsiyyesi husûle getirmek fikri pek yenidir. Gerek şimdiye kadar Osmânlı Devleti’nde, gerekse gelüb geçen diğer Türk devletlerinin hiç birisinde bu fikrin mevcûd olduğunu zannitmiyorum.. Cengiz ve Mongolların tarafgîr müverrihi Leon Kahun, o büyük Türk hânının bütün Türkleri birleşdirmek maksad-ı âlîsiyle Asya’yı başdan başa feth itdiğini yazıyorsa da bu müddeâsının târîhce tamâmî-i mevsûkiyyeti hakkında bir şey diyemem.
Tanzîmât ve Genç Osmânlılık hareketlerinde de, “Türkleri birleşdirmek”[13] fikrinin varlığına dâir hiç bir nişâneye rast gelmedim. Bilmem merhûm Vefîk Paşa Lehce’siyle[14], sâf Türkce yazmak ârzûsuyla bu yüksek hayâl arkasında birâz olsun dolaşmış mıdır? Şu muhakkak ki, son zamanlarda İstanbul’da Türk milliyyeti ârzû eden bir mahfil, siyâsî olmakdan ziyâde ilmî bir mahfil teşekkül itti. Bu mahfilin teşekkülünde, Osmânlılarla Almanların münâsebeti artmasının Alman lisânına ve bâhusûs Almanların ulûm-ı târîhiyye ve lisâniyye hakkındaki tedkikatına, Türk gençlerinin âgâh olmasının hayli te’sîri olmuşdur sanıyorum. Çünki bu genç mahfilde Fransız muakkiblerinde olduğu gibi, ba’zı hafîf ve déclamatoire edebiyyât ve siyâsiyyatdan ziyâde, ketûmâne, sabûrâne, müdekkikâne elde idilmiş bir ilm-i metîn mevcuddur. Şemseddin Sami, Necib Âsım, Veled Çelebi, ve Hasan Tahsin, Türkce Şiirler müellifi[15] bu mahfilin göze görünen azâsı olub İkdâm bir dereceye kadar mürevvic-i efkârlarıdır. Hükûmet-i hâzıranın bu mesleke iyi bakmamasından olacak ki hareketleri pek batî oluyor.[16]
Memâlik-i Osmâniyye’nin İstanbul’dan başka yerlerinde fikr-i mebhûsun tarafdârları olub olmadığını bilmiyorum. Lakin Türklük siyâseti de, tıbkı İslâm siyâseti gibi umûmîdir. Hudûd-ı Osmâniyye ile mahdûd değildir: Binâen aleyh kürrenin Türkler ile meskûn diğer nukatına da göz atmak iktizâ ider.
En çok Türklerle meskûn Rusya’da, Türklerin birleşmesi fikrinin pek mübhem bir sûretde vücûduna zâhibim. Henüz toğmuş İdil Edebiyyâtı Müslimân olmakdan ziyâde Türk’dür. Tazyîkat-ı hâriciyye olmasa bu fikrin suhûletle neşv ü nemâsına Memâlik-i Osmâniyye’den fazla müsâid vasat[17], Türklerin en kesretli bulundukları Türkistan ile Yayık ve İdil havzaları olurdı.
[1] Kahire baskısında “Panturquisme” kelimesi bulunmamaktadır. (Haz. Notu)
[2] Kahire baskısında “mesâile” olarak yazılmıştır. (Haz. Notu)
[3] [Yusuf Akçura’nın notu:] Selîm-i Evvel’e kadar bu meslekin ba’zı Osmânlı pâdişâhları tarafından bir tarz-ı tabîîde ta’kîb olunduğu iddiâ idilebilse de, bu ta’kîb Avrupa taklîdiyle olmayub, belki vasat îcâbından ve İslâm’ın henüz kökleşememiş olmasından neş’et eylemekde idi, binâen aleyh bahsimizden hâricdir.
[4] İstanbul baskısına bu kelime bulunmamaktadır. (Haz. Notu)
[5] İstanbul baskısında “iki” olarak yazılmıştır. (Haz. Notu)
[6] İstanbul baskısında burada “Midhat’ın siyâsî programı” cümlesi bulunmaktadır. (Haz. Notu)
[7] [Yusuf Akçura’nın notu:] Bu siyâset bir kaç asr-ı evvel de Osmânlı hükûmeti tarafından ta’kîb olunmuşdı: Yıldırım Bâyezîd Fâtih Mehmed ve Sokullu Mehmed bu fikre hidmet itmişlerdir. Selim-i Evvel’in ise hemân her hareketinde tevhîd-i âlem-i İslâmiyyet ârzûsu zâhirdir. Lâkin o zamânlar bu makalenin zemîninden hâricdir.
[8] Jean-Jacques Rousseau (1712-1778). (Haz. Notu)
[9] Kahire baskısında “kürreleri” şeklinde yazılmıştır. (Haz. Notu)
[10] İstanbul baskısında “Sultân Abdülhamid-i Sânî” şeklinde yazılmıştır. (Haz. Notu)
[11] [Yusuf Akçura’nın İstanbul baskısı için düştüğü not:] Makalenin yedi sene evvel yazıldığı unudulmasın...
[12] [Yusuf Akçura’nın notu:] Maksadım yanlış anlaşılmasın: Anâsır-ı muhtelife arasındaki adâvetin ve Avrupa ile Devlet-i Osmâniyye beynindeki münâzaâtın esbâb-ı muhtelifesi vardır, yukarıda söylenen sebeb, esbâb-ı muhtelife-i mezkûreden yalnız birini teşkîl ider.
[13] Kahire baskısında “Tevhîd-i Etrâk” şeklinde yazılmıştır. (Haz. Notu)
[14] Ahmet Vefik Paşa’nın Lehce-i Osmanî adlı eserini kastediyor. (Haz. Notu)
[15] Kahire baskısında “Türkce Şiirler müellif-i muhteremi” Necip Asım’dan önce yazılmıştır. Türkçe Şiirler, M. Emin [Yurdakul] Bey’in 1899’da İstanbul’da neşretmeğe başladığı derginin adı olduğu gibi, daha sonra yayınlanan şiir kitabının da adı olmuştur. (Haz. Notu)
[16] [Yusuf Akçura’nın notu:] Yanılmıyorsam Türk Târîhi’nin ikinci cildinin neşr olunması içün Necib Âsım’a hükûmet müsâade itmedi.
[17] Kahire baskısında “muhît” şeklinde yazılmıştır. (Haz. Notu)