Türkiye’de Doğu ve Batı medeniyetleri arasında bir terkip (sentez) arayan benim gibiler, tarih ve coğrafya arasındaki sıkı münasebetten doğan bir zarurete tercüman olmaktadırlar. Asya ile Avrupa ve Doğu ile Batı medeniyetleri arasında yaşamış bir Türkiye’nin coğrafya ve tarih kaderi böyle bir sentezi kaçınılmaz bir hal, bir zaruret haline sokmuştur. Dava iki medeniyetin ortasında bir rakkas hareketine mahkum olmak değil, ikisi arasında canlı ve orijinal bir terkip yaratmaktır. Japonya bunu yapmıştır. Hindistan da – Nehru’nun bir çok defalar ifade ettiği gibi – bu sentezi gerçekleştirme yolundadır.
Atatürk de Batı medeniyetiyle Sümer’de başlayan Orta Asya Türk medeniyeti arasında bir terkibe doğru gitmiştir. Nedense bazı Atatürkçülerimiz, onun tarih görüşünden hiç bahsetmez, hatta hoşlanmaz olmuşlardır.
Türk medeniyetinin en uzun, en canlı ve verimli devresi İslam medeniyetini vücuda getiren milletler içinde yer aldığı bin senelik tarih devresidir. Türk ve Türk İslam medeniyet tarihlerini bir kovaya doldurup denize döktükten sonra, bu kovayı Batı medeniyetiyle doldurmak imkanı yoktur. Tarih değişmez.
Kaldı ki hiçbir medeniyet saf değildir. Hepsi birer sentezdir. Bugünkü Avrupa medeniyeti Grek ve Latin medeniyetlerini terkibidir (Greko – Latin medeniyeti). Orta çağ İslam medeniyeti Akdeniz ve Arap medeniyetlerinin bir terkibidir. Bu gün, Avrupa ile Amerika’nın bir sentezi olarak yeni bir Atlantik medeniyetinin doğacağını haber verenler vardı. Her medeniyetin terkibinde başka medeniyetlerin unsuru bulunur. İngiliz tarihçisi Toynbee (Toynbi) bugün dünyada yaşayan bütün medeniyetlerin kaynaşacağı ve Avrupa medeniyetinin bu terkibe yerini vereceği iddiasındadır.
Hiçbir medeniyet, ona yabancı bir memlekete, o memleketin tarihine selam vermeden, damdan düşercesine girmemiştir ve giremez. O tarihin, canlı, değerleri arasında hallühamur olmak (ona pek çok şey katmak ve ondan pek çok şey almak) zorundadır. Medeniyetlerin tarihi bu kaynaşmaların tarihidir.
Kendi medeni tarihimizi toptan ve bir kalem silip Avrupa medeniyetini olduğu gibi almamız gerektiği sanan bir kısım aydınlarımız, Süleymaniye gibi sanat abidelerimizi vücuda getiren milli kültürümüzü yok farz edip, sıfırdan başlamanın mümkün olduğuna inananlarımızdır. Tarih, yok farz edilmekle yok olmaz. Hatta tarihlerini inkar eden milletler yok olur, fakat tarihleri kalır.