Namık Kemal
Namık Kemal, Hadika gazetesi, 9 Ocak 1873.
Güllü Agop Efendi’nin tiyatrosuna ait neşriyatı gördüm.
Tiyatroyu ne kadar sevdiğimi ve ona dair olan âsâr ile ne kadar tevaggul ettiğimi ta’rif iktizâ etmez. Binâenaleyh müsaadenizle ben de bahse karışmak istiyorum.
Fakat söze oyuncuların şapka ve fes giymelerine veyâ isimlerine Efendi, Monsieur, Madame, Mademoiselle, Hanım, Hanım Kız denilmesinden başlayamayacağım.
İ’tikâdımca bunların tiyatroya tealluk eder yeri ve hele iki enemmiyetli gazetede bir kaç ekibin fikrini ve kalemini işgal etmeğe hiç değeri yoktur.
Kendimi öyle hakem menziline koyup da filân şu sözünde filân dab u kavlinde isâbet veyâ hatâ etmiş gibi muhâkemât ile bahsi hallekmeğe kalkışmak dahî maksad ve salâhiyetimin hâricindedir. Yalnız tiyatroya ve bizim tiyatroya dâir olan fikrimi hulâsaten beyân etmek istiyorum, ihtimâl ki bir dereceye kadar izâhına hizmet edebilir.
Fkremce tiyatro esâsen öyle ma’rifet veyâ ahlâk mektebi değil, âdeta bir eğlencedir, hattâ bir takım hazing fâcialar da tiyatroları eğlencelikten çıkaramaz.
Bilmem ki, hayr-ül-mâ-kiriyn [Düzenliyenleyenlerin en hayırlısı: Tanrı] insanı ne garip bir imtihâna uğratmış! En ziyâde safâ-bahş olmak lâzım gelen şeyler gönüllere en büyük hüzünler irâs ediyor! Gönüllere en büyük hüzünler irâs eden şeyler de en ziyâde safha-bahş oluyor.
Bir güzel gurup veyâ tulû gözönüne alınsın da düşünülsün böyle bir temâşâdan gözleri eşk-I teessürle dolmaz veyâhûd eşk-i teessürle dolu gözlerini böyle bir temâşâdan çevirir bir sahib-i kalb var mıdır?
İnsan dünyada bir güzel temâşâsı kadar ne ile eğlenebilir? Dünyada insana bir güzel temâşâsı kadar hüzm irâs edecek ne bulunur?
Bir gönül aşkın-zâtından değil hatta hüznünde bulduğu lezzeti başkasında bulabilir mi? Aşkın-zâti değil hattaaksa- y-ül-gayân[isteklerin en sonu] olan visali kadar bir kalbi mahzun edecek ne vardır?
Yine tekrar ederim. Tiyatro eğlencedir. Fakat fikrimce beşerin icâd ettiği eğlencelerin cümlesine müraccah ve cümlesinde fâidelidir.
Ma’lûm ki cümlesine müreccahtır dediğim benim zevkime müteallik bir şiydir. O halde tabiatiyle davâmı isbât edemem. Fakat isbât ile uğraşmağa ihtiyac da yoktur.
Çünkü Mademoiselle Fint [?] hazretlerini dinlemek veyâ görmek için baştan ayağa göz kulak kesilmiş bir adamı ‘Flamme’ den çıkarıp da Güllü Agob’a götürmek için değildir.
Fakat ‘eğlencelerin çümlesinden müfiddir’ davâsını zannımca isbât edebilirim. Meydana koyuşuma nazaran isbât ihtiyacında bulunduğum ise umûr-ı ma’lûmedendir.
– Tiyatro nedir?
– Âdeta taklid.
– Neyi taklid ediyor?
– Ahvâl-i beşeri.
Şu dört ibârecik tiyatronun en fâideli bir eğlence olduğunu meydana çıkarmağa kâfidir zannederim. Eğlencede ibret-bahşlıktan büyük ne fãide tasavvur olunabilir? Evet,’işde eğlence bulunur. Fakat eğlencede iş bulunmaz.’ Şurası da var ki insane her iş ile eğlenebilir. Ancak her insane iş ile eğlenemez.
Binâenaleyh cem’iyet-i beşere fâideli eğlenceler de lâzım görünür.
Tiyatro ise, cism ü can bulmuş bir hayâl-i şâir-ânedir. Gûya ki insanı elinden tutar, görüllerin hayâ perdelerini birer birer açarak en gizli köşelerini gezdirir. Temâşâ edenler ahlâk-ı beşeri kaffe-i maâli ve deniyyât ile gözlerinin önünde tecessüm etmiş görürler. Vicdânın en kuvvetli hissi ve en mükemmel mürebbisi olan meftûniyet ve nefret derhâl heyecân eder. Bu heyecân ise, kalbin en rikkatli veyâ en mühşerih olduğu bir zamana tesâdüf ettiği için tabiatiyle te’siri ziyâde olur. Onun içindir ki ahlâkça tiyatronun hizmetini gazetelerden, kitaplardan ziyâde sayarlar. Ben de bu i’tikâda mâilim. Çünkü tiyatrolar kadar gazette ve kitab önünde gözyaşı döküldüğünü görmedim. Riyâ gibi, hased gibi bir seyyienin oyuncular kadar hakîm ve edîb elinde terzîline ihtimal tasavvur edemem.
Hatta bir derece fâidelidir ki Avrupaca âsâr-ı medeniyyetin en büyük sâiklerinden addolunmuştur. İngiltere’nin Cromwell vakâyi’ine yardım eden esbâbın en büyüklerinden biri de Shakespeare’in Kayser [Julius Caesar] trajedisidir.
Fransa’da papaslarla zâde-gâna Molière’in komedileri belki Voltaire’in kuvve-i kaleminden ziyâde zarar etmiştir. Fransa inkilâb-ı azîminde halkın gösterdiği vatan ve hürriyet meftûniyyet-i fedâkâr-ânesinin gönüllerde husûlüne Corneille’in âsâr-ı merd-ânesi kadar belki hiç bir şey hizmet etmemiştir. Goethe’nin, Schiller’in oyunlarından Almanya’nın ahlâkınca hâsıl olan tesîrâtı ta’dât etmek lâzım gelse bir büyük cild kitaba sığmaz.
Biz daha şimdi bir tiyatro peydâ ettik. Bi-t-tabî daha şimdiden mükemmel olmasını isteyemeyiz.
Çünkü birşelin bidâyetinde kemâl beklemek anaların âlim çocuk doğurmasına intizâr kabılından olur. Fakat noksanının az olmasını ve hiç olmazsa gittikçe azalmasını itemekde hakkımız meydandır. Zirâ kusûr olur ki acemilik dahî ma’zûr tutulamaz. İ’tikadımca telâffuzda olan fenalık tiyatroda mevcûd olan nekâyisin âzamı sayılır.
Çünkü tiyatronun lisâna hizmet menfaatini iskât ettikden başka şu telâffuz bir dereceye kadar maskaralıktan kurtulabilmek kabil olamayacağı için infiâlât-ı nefsâniyyeye bütün bütün mânidir.
Oyunlar ekser Avrupa lisânlarından terceme olunmak bahsine gelince bu bir kabâhat ise mes’ûliyeti tiyatroya değil ashâb-ı kaleme aitdir. Maa-mafih tiyatro tercemesinde o kadar büyük bir zarar da göremiyorum. Tiyatroda envâi cinâyâtın taklidi görülür. Fakat ashâb-ı teşrî’ bunda sû-i emsâl kâfidir. Edebiyâtsızlık yolunu edebiyât içinde aramağa kimse olamaz zannederim.
Edebiyâtın vatanı yoktur. Bir fikr eğer sâhih ise, bir lisândan edeceği te’sîri diğer lisânda da tamamiyle icra eder. İngiltere, Almanya şâirlerinin bu kadaraâsârı Fransızcaya nakl olunmuş, tiyatrolarda oynanıyor. Yalnız tercemeden dolayı kuvve-i belâgat azalıyor. Tiyatroca olan letâfet ve te’sîrine hiç halel gelmiyor.
Hakikat insan, aşk ve ismeti uğruna fedâ-yı cân eder bir kız veyâhûd zürefâ beynine düşmüş bir câhil-i cesûr görünce milliyet ve kıyafet mi düşünür? Düşünse bile o mütâlaanın tes’îrât-ı kalbiyesince ne hükmü olur?
Şâyan-ı dikkat bir şey daha var. Tiyatro edebiyâtın en güç cihetidir. Bir derecede ki an binden mütecâviz müellife mâlik olan Fransa’da güzel tiyatro yazar on edîb yoktur. Ya edebiyâtımızın hâline nazharan bizde kaç tiyatro müellifi bulunabilecek?
Hususiyle Avrupa’da bir oyun yüz kerreye kadar oynanır iken Istanbul’da ancak üç beş kerre seyr olunduğunda Güllü Agob Efendi’nin tiyatrosu Fransa’nın en büyük tiyatrosundan ziyâde te’lifâta ihtiyec gösterir. O kadar eser nerede bulunacak?
Fransa’da tiyatronun muallim-i evveli addolunan Corneill, İspanyolca’dan ve Almanya edebiyâtının mûcidlerinden olan Goethe, Fransızca’dan oyun tercüme ettiğini düşündükçe bizim oyunlar sırf bizim âsârdan olsun demeğe dilim varmıyor.
Tiyatromuz için benim arzu ettiğim madde şimdilik oyuncuların ıslah-ı lisânıyle tiyatro yazan müellif-i kirâmın ıstılâh-perverliğinden biraz feragât buyurmalarıdır. Evvelleri ıstılâh paralamak yalnız yazıya münhasın tutularak muhâveratda mûcib-i istihzâ addolunur.
Şimdi yazı bu kadar sâdeleşip dururken muhâveratda zincirleme râbıtalar, mütetâbi’ izâfetler isti’mâline başlarsak hakikaten garib olur.
Herkes[in] tiyatroda aradığı lisân-ı vicdân değil midir? Yoksa öyle Van ağzı, Nergist iğlâkâtı hiç çekilmez.