Eric Hobsbawm
Kaynak: Eric Hobsbawm, “Giriş: Gelenekleri İcat Etmek”, Geleneğin İcadı içinde, Der. Eric Hobsbawm-Terence Ranger, Çev. Mehmet Murat Şahin, Agora Kitaplığı, 2006, s. 1-3.
Dünyada en eski -ve çok geride kalmış bir maziyle bağlantılı- izlenimi veren şey, herhalde kamusal törenlerdeki tezahürleriyle Britanya monarşisini kuşatan debdebeli merasimlerdir. Hâlbuki modern haliyle bu merasimler, ancak geç on dokuzuncu ve yirminci yüzyılın ürünüdürler. Eski gibi görünen ya da eski olma iddiasındaki “gelenekler”in kökenleri sıklıkla oldukça yakın geçmişe dayandığı gibi, bazen bu geleneklerin icat edilmiş oldukları da açık bir gerçektir... İcat edilmiş gelenek” terimi geniş kapsamda ama belirsiz olmayan bir anlamda kullanılmıştır. Bu terim gerçekten icat edilmiş, inşa edilmiş ve formel düzlemdeki kurumsallaşmış gelenekleri olduğu kadar, kolayca izi sürülemeyecek bir şekilde kısa ve belirlenebilir bir zaman diliminde -belki de birkaç yılda- ortaya çıkmış olan ve büyük bir hızla yerleşmiş “gelenekleri” de kapsamaktadır. Britanya’daki Kraliyet Noel yayını (1932’de kurulmuştur) bunlardan ilkine, kurumsallaşmış geleneklere örnek oluşturur; Britanya Futbol Federasyonu’nun Kupa Finali’ne eşlik eden pratiklerin ortaya çıkması ve gelişmesiyse ikinciye, yani hızla yerleşen geleneklere bir örnektir. Elbette bu geleneklerin hepsi aynı derecede kalıcı değildir, ancak burada bizim öncelikli meselemiz, söz konusu geleneklerin hayatta kalma şansları değil, ortaya çıkmış ve yerleşmiş olmalarıdır.
“İcat edilmiş gelenek”, alenen ya da zımnen kabul görmüş kurallarca yönlendirilen ve bir ritüel ya da sembolik bir özellik sergileyen, geçmişle doğal bir süreklilik anıştırır şekilde tekrarlara dayanarak belli değerler ve davranış normlarını aşılamaya çalışan bir pratikler kümesi anlamında düşünülmelidir. Aslında, mümkün olan her yerde bu pratikler, hemen kendilerine uygun düşen bir tarihsel geçmişle süreklilik oluşturmaya girişirler. Bu olgunun çarpıcı örneklerinden biri, Britanya parlamentosunun on dokuzuncu yüzyılda yeniden inşa edilmesi sırasında bilinçli bir tercihle Gotik üslûbun seçilmesi ve İkinci Dünya Savaşı sonunda, parlamento sarayının yeniden inşasının da yine aynı şekilde, bilinçli olarak aynı plan üzerinden yapılmasıdır. Kaldı ki, yeni geleneğin eklendiği tarihsel geçmişin mutlaka uzun bir geçmişe dayanması, zamanın karanlıklarına dek uzanması gerekmez. Tanımları gereği geçmişle bağları koparan devrimler ve “ilerici hareketler” kendilerine özgü bir geçmişe (her ne kadar belli bir tarihte, örneğin 1789’da, bu geçmiş bir kesintiye uğramış da olsa) sahiptirler. Yine, belli bir tarihsel geçmişe referanslar bulunmakla birlikte “icat edilmiş” geleneklerin özgüllüğü, bu sürekliliğin büyük ölçüde yapay ve uydurma olmasında yatar. Kısacası, yeni durumlara uyarlanmış, eski durumları akla getiren formlara bürünmüş, ya da yarı zoraki tekrarlarla kendi geçmişlerini oluşturarak bugünde karşılığını bulan geleneklerdir bunlar. Modern dünyanın sürekli değişimi ve yenilenmesi ile bu dünyada toplumsal hayatın en azından bazı kısımlarını değişmez ve sabit bir yapıya oturtma girişimleri arasındaki karşıtlık, son iki yüzyılın geçmişi araştıran tarihçileri açısından “geleneğin icadı”nı son derece ilginç bir yere koymaktadır.
Bu anlamıyla ‘gelenek’i (tradition) ‘geleneksel’ denen toplumlara hakim olan ‘görenek’ten açıkça ayırmalıyız. İcat edilmiş olanları dahil olmak üzere bütün geleneklerin amacı ve özelliği değişmezliğidir. Gönderme yaptıkları gerçek ya da icat edilmiş geçmiş, tekrar gibi, sabit (norm olarak formalize edilmiş) pratikler dayatır.