Claude Lévi-Strauss
Kaynak: Lévi-Strauss, C. (1985). Irk ve Tarih. (Çev. R. Erdem & H. Bayrı). İstanbul: Metis Yayınları. ss.49-52.
(...) Avrupa kıtasında, önce çakmaktaşından kabaca yontulmuş aletler kullanan Homo cinsinin farklı türlerinin yaşadığını; bu ilk kültürleri, taşı daha ustaca yontan ve sonra beraberinde cilâ yapıp, kemik ve fildişini işleyen kültürlerin izlediğini; daha sonra belli evrelere ayırabileceğimiz, madenciliğe kadar uzanan, çömlekçilik, dokumacılık, tarım ve hayvancılığın ortaya çıktığını biliyoruz. Bu halde, birbirini izleyen bu biçimler kimileri üstün, kimileri aşağı olmak üzere bir evrim ve bir ilerleme doğrultusunda sıralanmaktadırlar. Fakat eğer bu doğruysa, acaba söz konusu ayrımlar bizim aralarında benzer farklılıklar sergileyen çağdaş biçimleri ele alma yöntemimizi kaçınılmaz olarak etkilemezler mi? Bu yeni dolambaçlı yolla birlikte, önceden vardığımız sonuçlar yeniden sorgulanmak durumuyla karşılaşıyor.
İnsanlığın başlangıcından beri yaptığı ilerlemeler o denli belli ve o denli açıktır ki, bunları tartışmak için yapılacak her girişim sonunda gelip bir retorik [hitabet] çalışmasına dayanacaktır. Ancak yine de bunları düzenli ve sürekli bir dizi içinde sıralamak sanıldığı kadar kolay değildir (...).
İki süreç arasında karşılıklı hiçbir bağlantı kurulamasa bile, kültürler için doğru olan her şey ırklar konusunda da doğrudur: Avrupa’da Neandertal insan, Homo sapiens’in en eski biçimlerinden önce gelmedi; tersine bunlar onların çağdaşları, belki de öncelleriydiler. Ve Güney Afrika’nın pigmeleri, Çin ve Endonezya’nın devleri gibi, insanımsıların en değişik tiplerinin [de], aynı bölgede var olmasa bile aynı zaman içinde birlikte var oldukları reddedilmemektedir.
Bir kez daha tekrarlayalım ki, bütün bu söylediklerimiz insanlığın ilerleme gerçeğini yadsımıyor, tersine bizi bu gerçekliği daha temkinli kavramaya davet ediyor. Tarihöncesi[ne ilişkin bilgilerin] ve arkeolojik bilgilerin gelişimi, bizim zaman içinde ard arda dizilmiş olarak düşünmeye zorlandığımız uygarlık biçimlerini alan içinde sergilemek eğilimindedir. Bu iki şeyi ifade eder: Öncelikle ilerleme ne kaçınılmazdır ne de süreklidir; atlamalar, sıçramalar ya da biyologların dediği gibi değişinimlerden (mutasyonlardan) kaynaklanır. Bu atlama ve sıçramalar sadece daha ileri doğru ve sürekli aynı yönde olmazlar; yön değiştirerek giderler, bunu çeşitli yönlere hamle olanakları bulunan, ancak bunların hiçbiri aynı yönde olmayan satrançtaki ata benzetebiliriz. İlerlemekte olan insanlık, her bir yeni hareketiyle onun için artık tırmanılmış olan basamaklara yeni basamaklar ekleyen, merdiven çıkmakta olan bir adama pek benzetilemez; bu ilerleme daha çok zar atmakta olan ve şansı zarların üzerine dağılmış bir oyuncuyu hatırlatır; her atışında zarların farklı sonuçlarla halının üzerine saçılışını görür. Birinde kazanılan, sürekli öbüründe kaybedilir ve tarih sadece zaman zaman birikimseldir, yani kısacası sonuçlar uygun bir bileşim oluşturmak için toplanırlar.
Söz konusu birikimsel tarihin salt bir uygarlığa ya da tarihin belli bir dönemine özgü olmadığının en inandırıcı örneği Amerika’dır. Bu uçsuz bucaksız kıta, insanın gelişini büyük bir olasılıkla İÖ. yirminci bin yıldan önce, kuşkusuz son buzullar sayesinde Bering boğazını geçen küçük göçebe topluluklarla görmüştür. Yirmi ilâ yirmi beşinci bin yılda, yeni bir doğal çevrenin kaynaklarını tepeden tırnağa tarayarak kendi yiyecek, zehir ve ilaçları için en çeşitli bitki türlerini (birçok hayvan türüyle birlikte) evcilleştiren ve -hâlâ çok gariptirmanyok gibi zehirli maddeleri temel gıda maddesine veya diğerlerini uyarıcı ya da uyuşturucuya dönüştüren; hayvan türleri üzerindeki farklı etkilerine göre yine birçok zehir ve uyuşturucuyu düzenleyen; dokumacılık, seramik ve değerli metal işçiliği gibi zanaatleri doruk noktasına vardıran bu insanlar, birikimsel tarihin dünyadaki en şaşırtıcı gösterilerinden birini başarmışlardır. Bu müthiş eserin değerini anlamak için Amerika’nın Eski Dünya uygarlıklarına katkısını ölçmek yeterlidir. En başta, kuşkusuz çeşitli kullanımlarıyla Batı kültürünün dört temel direğini oluşturan patates, kauçuk, tütün ve koka (modern anestezinin temeli); belki de daha Avrupa gıda düzeninde yaygınlaşmadan önce, Afrika ekonomisinde devrim yapan mısır ve yer fıstığı ve sonra kakao, vanilya, domates, ananas, biber, fasulyenin, pamuğun ve kabakgillerin birçok türü. Ve yine aritmetiğin ve dolaylı olarak modern matematiğin temeli olan sıfır, Hintli bilginlerin bulmasından -ki Avrupa’ya da bunlardan Araplar aracılığı ile gelmiştir- en az beş yüz yıl önce Mayalar tarafından biliniyor ve kullanılıyordu. Kullandıkları takvimin, aynı devirde Eski Dünya’da kullanılandan daha doğru olması belki de bu nedenledir. İnkaların siyasal düzeninin sosyalist mi totaliter mi olduğu konusu üzerine çok yazılıp çizildi. Şu bir gerçek ki İnka, Avrupa’nın yaşadığı aynı tip olayları yüzyıllarca önce yaşıyor ve çok daha modern formüller kullanıyordu.
Ok zehiri konusunda son zamanlarda yeniden uyanan ilgi, Amerikalı yerlilerin dünyanın diğer bölgelerinde kullanılmayan birçok bitkisel maddeye uygulanan bilimsel bilgilerinin, gerektiğin de hâlâ birçok katkılar sağlayabileceğini göstermektedir.