Kaynak: Atlas 2011 Eylül, Sayı 222.
Çok gezen mi bilir yoksa çok okuyan mı? Net bir cevabı olmadığını bilmemize rağmen sıkça kullandığımız bir ifadedir. Çok gezenler yazılı bilginin önemini göz ardı etmiyor gibi görünse de bir şeyi iyi öğrenmenin yolunun görmek ve yaşamaktan ileri geldiğini savunurlar.
Çok okuyanlar ise gezerek harcayacakları vakitte başkalarının tecrübe ve deneyimleriyle daha kısa zamanda daha fazla ve çeşitli bilgi ile donanabileceklerini düşünürler. Aslında ikisinin de gerekli ve önemli olduğu kesindir; ancak nedense görerek öğrenmek daha basit, yazıya geçirilmiş bilgiyi okuyarak öğrenmek ise daha zahmetli bir uğraş gibi görülür.
Oysaki dünya üzerinde yazıya geçirilmemiş, başka bir ifade ile kayıt altına alınmamış birçok topluluk, birçok kültürel uygulama ve ritüeller olduğu bilinmektedir. Bu topluluklar, modern okullarda eğitim görmemiş olabilirler ancak çevreleriyle olan uyumlu ilişkileri ve gözlemleri sayesinde insanlığa öğretecekleri çok değerli bilgilere sahiptirler.
Günümüzde bunun en canlı örneklerinden biri Türkiye’de göçer yaşamı büyük bir özveriyle sürdürmeye çalışan Sarıkeçili Yörükleridir. Yıllardır bin bir güçlükle develeri ve keçileri ile yollar kat eden Yörükler bugün değişen fiziksel şartlar nedeniyle traktörleri ve kamyonları ile sınırlı bir bölgede göçe devam ediyor, zorlansalar da yerleşmemek için direniyorlar.
Deve sayısındaki azalma ile birlikte artık deve için yapılan gübürdek çanları, duluk ve yüz çanları kullanılmıyor. Devenin süslenmesi için kullanılan yılanboncuklu “keydirme”ler yapılmıyor, devenin semeri olan “havut” unu yapan usta yetişmiyor, deveye yük sararken kullanılan “gatibi kolanlar” kullanılmıyor, develerin üzerine sarılan “yanışlı” desenli giysi konulan “ala” çuvallar, “dimi” yiyecek çuvalları ve onların üzerlerine serilen çullar dokunmuyor, deve tüyünden yorganlar yapılamıyor. Artık çuvallarda yükü dengelemek için “denk yapılmıyor”, eskisi gibi çuvallara eşyalar yerleştirilmiyor “çoğşurulmuyor”. Sadece develerin sayısındaki azalma bile hem maddi unsurlarda hem de dilde kelime kayıplarına neden oluyor. Sarıkeçili Yörükleri “hıştınıp” göçerlikten vazgeçmeseler de sözlü kültüre sahip bir toplum oldukları için bu bilgiler de Yörüklerin belleklerinde kaybolmaya mahkûm gözüküyor. Örnekleri çoğaltmak mümkün olsa da asıl olan göçle yoğrulan bu göçer hayatın tecrübesinden faydalanmak gerektiği. Doğa ile sürdürülen bu yaşamda göçerin hayvanlarla ve doğa ile kurduğu bağın anlaşılabilmesi…
Bu ve benzeri birçok konu ve toplulukta kültürel kayboluşa dur diyebilmek için daha çok gezmek, görmek, okumak ve yaşananları daha sonraki nesillere ulaştırmak için yazmak gerekiyor ki bu sayede insan, çevresine ve dünyaya olan kişisel görevini yerine getirebilsin, dünya kültür mirasına katkısını sunabilsin, kişisel “göç”ünü sürdürebilsin…