Alberto Moravia
Çeviren: Egemen Berköz
Bir işe kalkışıldı mı o iş önceden düşünülmüş demektir: Eylem bazı bitkilerin toprak üstünde görünen yeşil kısmı gibidir, ama çekip koparmaya kalkınca derin kökleri olduğunu görürsünüz. Ne kadar düşündüm acaba o mektubu yazmak için? Altı ay, evet, o adam Cassia yolu üstünde yirminci kilometredeki villayı yaptıralı altı ay oluyor. Aslında bu düşünce de bana dağ başında tepemsi bir yerdeki yeni villayı görünce gelmişti. O günlerde, filmler ve resimli romanların etkisiyle olacak, kafamda kavak yelleri esiyordu. Üstelik, ben yaşlarda bir kız olan Santina'ya da kendimi beğendirmem gerekiyordu. Demiryolu bekçisinin kızıydı Santina, alığın biriydi; ama güzeldi ya da bana öyle görünüyordu. Birlikte gezdiğimiz bir akşam villayı göstererek "Önümüzdeki günlerde bu villayı yaptırana bir tehdit mektubu yazmak istiyorum" dedim. "Ne demekmiş o?" "Korkutucu... Ya paraları çıkarsın yahut canına okuruz... Gözdağı vermek için." "Ama yasak değil mi?" diye sordu şaşkınlıkla; "Yasaksa yasak... Ne önemi var bunun? Parayı bırakacağı yeri bildiren bir mektup... Ee, ne dersin?" Onu biraz olsun etkilenmiş, ürkmüş göreceğimi umuyordum; ama tersine, sanki ona dünyanın en olağan işini önermişim gibi biraz düşündükten sonra, "Ben bu işte varım, ne kadar isteyeceksin" demez mi!? Demek olağan sayıyordu bunu; ondan aşağı kalmak istemedim ben de. "Bilmiyorum... Yüz, iki yüz bin." Ellerini çırptı: "Ne güzel... Bana da bir şeyler alırsın artık." "Elbette." "Ee, ne bekliyorsun öyleyse, ne duruyorsun?" "Düşünecek zaman bırak" dedim sonunda. Böyle işte, bir şaka yüzünden o mektubu yazmak zorunda kalmıştım.
Villanın sahibi sık sık arabasıyla Storta'dan, annemin manav dükkânının önünden geçerdi. Boyalı kartonlardan yapılıp panayırlarda takılanlara benzeyen koca bir burnu, kapkara pos bıyıkları vardı. İri yarıydı, devetüyü renkli paltosuyla tam bir ayı. Villanın bodrumu güzel kokular yapılan bir laboratuvardı. Gerçekten alt kat pencerelerinden yemek kokuları yerine, bu türlü kokular geliyordu. Hiç hoşlanmamıştım adamdan, bu da başka bir nedeniydi mektubu yazmamın. Ama ona ne kadar bozulsam da, yüz bin liret yüzünden Santina beni ne kadar kışkırtsa da o günlerden birinde, villa'dan az uzakta, üç maskeli adam bir soygun yapmamış olsalardı, bu mektubu yazmazdım. Gazeteler her şeyi yazıyordu. Romalı bir tüccar olan şoför kaçmaya çalışırken öldürülmüş; araba bir çukura saplanmış, yolcuların nesi var nesi yoksa alınmıştı. "Şimdi o mektubu yazmanın tam sırası" dedim Santina'ya o akşam. Şaşkınlıkla "Niçin?" diyordu. "Çünkü" dedim, "mektubu soygunculardan biri yazmış gibi yapacağız; olanlar yüzünden adam korkacak ve paraları sökülecek." Santina'nın hayran hayran bana baktığını görünce ekledim: "Göreceksin, yüreklilik-yüreksizlik yok... Yalnız bilinçlilik bilinçsizlik var... Bilinçlilik yüreksizliktir, bilinçsizlik yüreklilik. O adam şimdi bilinçsiz... Dağ başında, yalnız bir villada oturmanın ne demek olduğunu, sözün gelişi; kolayca soyulabileceğini bilmiyor, daha doğrusu biliyor, ama anlamış değil... Bu yüzden bilinçsiz yani yürekli... Ben mektubumla, onu bilinçli ya da yüreksiz yapacağım... Birden bire tehlikede olduğunu fark edecek, o zaman korkacak ve paraları sayacak." Aylardan, hatta yıllardan beri hep düşündüklerimdi bunlar; sözler ağzımdan sanki bir kitapta okumuşum gibi çıkıyordu; Santina, hayranlığını belirtti gerçekten: "Söyle bana, bunların hepsini nasıl düşünebiliyorsun? Çok zekisin!" Koltuklarım iyice kabarmıştı: "Bu bir şey mi? Beni tanımıyorsun daha."
Öylesine sevinmiştim ki dakika geçirmedim. Santina'yla Storta'daki tütüncüye gittik, hemen oracıkta, bir masada mektubu yazdık: "Ölü soyucu, uzun zamandır peşindeyiz ve paranın çok geldiğini biliyoruz. Sonunun Vaccarino'nunkine benzemesini istemiyorsan, Cassia yolunda otuzuncu kilometre taşının altına, yarınki salı günü, gece yarısından önce yüz bin liret bırakırsın. Maskeli adam."
Vaccarino, önceki gün öldürülen tüccardı. Santina bir milyon isteyelim diyordu, ama olmazdı bu: Ona, bir milyon için bir adamın kelleyi koltuğa alabileceğini; yüz bin içinse, epey düşüneceğini, sonunda da paralara kıyacağını açıkladım.
Santina evine gitti; ben de, biraz daha Storta'da dolandıktan sonra, hava kararınca, bisiklete atladığım gibi o adamın villasına yollandım. Kıştı. Güney batmaktaydı, batı kıpkızıl, ağaçlarsa kara görünüyordu. İki ağaç arasında da alacakaranlık, ama ortaklık açık...Villanın parmaklıklarına uçar gibi vardım, bisikletten inmeden bir elimle bir direğe tutundum, ötekiyle mektubu deliğe attım. Yol, tam burada, iki dönemeç arasında, düz uzanır. Ben mektubu deliğe atarken, dönemeçlerden, Roma yönündekinden, villa sahibinin arabası çıkıverdi.