Fuzuli
Hazırlayan: M. Nur DOĞAN Günümüz Türkçesiyle
Hazırlayan: M. Nur DOĞAN
Günümüz Türkçesiyle
Rum (Anadolu) ülkesinin birkaç zarif insanı; Anadolulu dedik ya, mesele anlaşılıyor.
Hem ilim sahasında ince manalara vakıftılar hem de söz söyleme yolunda inciler saçmakta idiler.
Kimi, sırlardan nükteler çıkarıyor, Şeyhî'den ve Ahmedî'den söze başlıyor,
Kimi Halîlî ve Nizâmi'nin vasıflarını övüp duruyordu.
Anlamışlardı ki güzel söz söyleme kabiliyeti kudretimce bende de var.
Doğrularımın ve yanlışlarımın anlaşılması için benim mest-likte sözüm vardır.
Ben hastayı bir oyun ile imtihan okuna hedef yaptılar.
Nazikçe dediler ki ey söz üstadı! Dünyaya gizli bir hazine ortaya çıkarsana;
Leylâ Mecnun Acemlerde çoktur, lakin Türkler arasında bu hikâye yoktur.
Gel, bu destanı yaz da bu eski bahçeyi tazeleyiver.
Bir Arap kabilesinin faziletli, asil bir önderi vardır. Halk tarafından sevilen ve sayılan bu kişi itibarını ve mirasını bırakacak bir erkek evlattan mahrumdur.
Oğulsuz insan telef olmuş sayılır. İnsanı ölümsüz kılan halefidir.
İnsanın bekası beşeriyetin ve dünyanın düzeni nesil ile olur.
Evlat can mücevherine bedeldir. Dünyada evlat bırakan, adını ebedîleştirir.
Bir erkek evlat özlemi ile yanıp tutuşan kabile başkanı, türbelere adaklar adar, bıkıp usanmadan Allah'a yalvarır. Duaları kabul edilir ve kusursuz bir erkek evlat sahibi olur.
Aşağıda dünyaya gelen bu çocuğun ilk hâlleri anlatılır.
Güneş gibi yükselmeye kabiliyetli, İsa gibi daha çocukluğunda kâmil (idi).
Yeryüzüne düşer düşmez hâlini bilerek figana başladı.
Son gününü önceden düşünerek gözyaşı döktü ve feryat etti.
Hâl diliyle konuşur olmuştu. Diyordu ki: "Ey cefacı dünya! Anladım ki senin gamın çoktur ve bu gamları çekmeye bir usta yoktur."
"Her nerde gam bulunursa ihmal etme, topla hepsini benim dertli gönlüme sal!"
"Hem bana gam çekme olgunluğu bağışla hem de (böylece) âlemi gamdan halas eyle."
"Beni daima gam esiri kıl!.. Kerem eyle (gamdan) nasibimi az eyleme."
Dadısı onu kandan temizleyerek bu kara yerden kaldırdı.
Onu taze gözyaşıyla yıkayarak süt yerine ciğerinden kan verdi.
Kavim ve kabilesi sevinerek o küçüğe Kays adını verdiler.
Kays büyüyüp on bir yaşına gelince mektebe yazdırırlar. Aynı mektepte okuyan ve başka bir kabilenin başkanının kızı olan Leyla ile birbirlerini sevmeye başlarlar.
Mektepte onunla birçok melek gibi kız, arkadaş oldu.
O kızlar içinde peri kızı gibi birisi Kays ile muhabbet kurdu.
Dalgalı zülüfleri, canın boynuna (dolanmış) halka halka belalı bir zincir gibiydi.
Siyah gözü için sürme bir ar (vesilesi) idi ve sürme, kara benine tutkundu.
Yanağı için allığın rengi bir utanma (sebebi) idi ve allık asla ona aldatıcı bir renk vermemişti.
Lal dudakları ve inci dişleri, her an gül yaprakları üzerinde bir dişi şebnem manzarası gösterirdi.
(Ağzı) konuşma kapılarını açsa, ölülere ruh (can) müjdesi verirdi.
Şahin bakışlı, ahu gözlü, şirin davranışlı ve tatlı sözlü idi.
Âlem zülfü telinin tutkunuydu ve herkesin sevgilisi idi. Adı Leyla idi.
O emsalsiz (güzel) de Kays'ı gördüğünde bin zevk bulup kendini kaybetti.
Kays onu görerek helak oldu, bin arzu ile derdine düştü.
Birbirinden farklı hâlleri bir oldu, sanki iki bedende bir can vardı.
Vefa yazısını meşk ediyorlar ve aşkları gittikçe artıyordu.
O iki pak (insan) bir nice müddet, böyle sevinçli günler geçirdiler.
(Fakat) bir yerde aşk bulundu mu, gizli kalmaz ve aşka düşenin (artık) rahatı kaçar.
Aşk ateşine alamet, kınama ve ayıplama alevlerinin baş göstermesidir.
Böylece bu efsane dilden dile dolaşmaya başladı ve macera bütün cihana şöyle yayıldı:
"Kays, Leyla'nın esiri olmuş; Leyla da ona gönlünü kaptırmış."
Böylece alevlenen macerayı Leyla'nın annesi öğrenir.
"Niçin kendine yazık ediyorsun da iyi adını kötüye çıkarıyorsun?"
"Niçin kötü diller seni kınasın!.. Namusa uygun bir iş midir bu?"
"Senin aşka giriftar olduğunu, yabancılarla düşüp kalktığını söylüyorlar!.."
diye Leyla'ya çıkışır ve artık onu okula göndermez. Kays okulda sevgilisini göremeyince üzüntüden çılgına döner. Başını alır ve çöllere gider, Mecnun (aşk cinnetine, çılgınlığına uğramış) diye anılmaya başlar.
Gördü ki cennete huri gelmiyor, güneş doğmuş ama henüz ışık yok... Gün, güneşsiz sanki gece oldu, mektep gözüne sanki zindan kesildi. Mekteptekiler her gün onun akşama kadar süren feryat ve figanından azap çekiyorlardı. O aşk yolunun üstadı, vasiyetini bitirdikten sonra vahşet (yalnızlık) yolunu gözeterek arkadaşları ile ilgisini kesti.
Güneş misali sahraya düşüp yalnız başına ve kayıtsızca yürümeye başladı. Rastladığı her taşa gözyaşlarını döküp dağın ve çölün taşlarını lal taşına döndürdü. Gözyaşlarını her yana öyle saçtı ki her taraftan bin ırmak aktı. Tanığı yalnızca bela bulutuydu; yağmur, gözünün yaşı; şimşek ise ahıydı. Feryat ile doldurup bu dünyayı feryada getirdi bütün hayvanları ve kuşları.
Mecnun'un babası oğlunu kurtarmak için Leyla'yı ona isterse de Mecnun (deli, çılgın) oldu diye kızı vermezler. Mecnun çöllerde ceylanlarla, güvercinlerle arkadaşlık eder. Gittikçe Leyla'dan çok aşkın büyüsüne kapılır. Babası onu, dua edip iyileşmesi için Kabe'ye götürür. Mecnun Kabe'de şöyle dua eder:
"Ey, küçük büyük her cins insanın, çatısı yüce ve değeri yüksek mihrabı!"
"Ey, sevgilinin çadırının kumaşı rengindeki örtüsü vefa tohumunun kabuğu olan!"
"Ey, göğsüne Hacer gibi taş basarak gözlerinden zemzem gibi yaş akıtan!"
"Ya Rabbi, bu mukaddes beyt hakkı için; bu safalı mabed hakkı için, bende aşkın binasını Kâbe'nin temelleri gibi daim eyle."
"Gönlüme her lahza, her zaman ve her an aşk derdinden gamlar sal!.. "
"Âlem içinde nerede gam varsa benim gönlümü o gama giriftar eyle!.. "
Mecnun'un duası kabul edilir ve bütün vaktini çöllerde aşk derdiyle geçirir. Bu arada Nevhel adlı bir yiğit bir mecliste Mecnun'un bir şiirini duyar, çok etkilenir. Başından geçenleri de öğrenince ona yardım etmek ister.
O devirde adil, itibarlı ve akibeti uğurlu biri vardı. Kılıcı ile ordunun önündeki engelleri ortadan kaldıran ve herkesin çok iyi tanıdığı birisiydi. Adı Nevhel idi.
Hem aşk yolunda çok koşturmuş hem de zamanın çok eziyetlerine uğramıştı...
Nevhel, Leyla'nın kabilesine savaş açarak kızı zorla almayı ve Mecnun'a vermeyi düşünür. Fakat Mecnun, Leyla'nın kabilesinin kazanması için dua eder. Her savaşta kazanan Nevhel, bu savaşta yenilir. Sonunda Leyla'yı zorla almaktan vazgeçtiğini Mecnun'a söyler. Bunu duyan Mecnun beddua etmeyi bırakır. Nevhel sırf yiğitliğini kazanmak için bir savaş daha yapar ve savaşı kazanır. Bu arada İbn-i Selam adlı zengin ve itibarlı Bir Arap beyi Leyla'yı görür görmez ona âşık olur.
O devirde Araplar arasında asılda, nesilde itibarlı birisi vardı. Anlayışı yüksek, güzelliği göz alıcı, hâl ve hareketleri hoş, ahlakı güzeldi. Bir geçitte o güzele (Leyla'ya) rastladı ve yüzüne bir bakış attı. Canında ve ciğerinde takat kalmadı, ateşe düşmüş civa gibi mahvoldu.
Nevhel birçok mal bağışlayarak Leyla'yı istemeleri için elçiler gönderir. Leyla'nın anne babası kabul eder ve evlenirler. Ancak Leyla İbn-i Selamı kendinden uzak tutmayı başarır.
"Canım ve tenimdeki ıztırabımı gör; gönlümün hâlini sor da cevabımı işit."
"Mektebe gittiğim ve dersimi ezberlediğim zamanlardı..."
"Ansızın gözüme bir şahıs göründü. Onun bir peri olduğunu anladım... "
"Her lahza benim karşıma geçer ve der ki: "Âdemoğlunu eş seçme! Yoksa bir vuruşta, anında hem seni hem de onu yok ederim!"
Mecnun'un Zeyd adlı bir dert ortağı vardır.
Zeyd adlı sözünde durmasını bilen ve eşi az bulunan bir sohbet arkadaşı vardı. Fazilet ve olgunlukta ün yapmış, güzellik ve ahlakça tanınmıştı. Bir güzele, Zeynep adlı çok güzel bir sevgiliye tutulmuştu. Muhabbetin çok çilesini çekmiş, kınama ve ayıplamanın çok belasına uğramıştı. O biçare ve kederli âşık daima Mecnun'a yaklaşır, ona aşkının yüksekliğinden bahseder, hocasına dersini gösterirdi.
Mecnun, Zeyd'den Leyla'nın evlendiğini öğrenir. Mecnun, Leyla ile İbn-i Selam arasında nelerin olup bittiğini bilmediği için ona acı bir sitem mektubu gönderir.
"Ey ahde vefası olmayan sevgili! Ey düşmanıma gül, bana ise diken olan yâr!.. " "Ne oldu sana da sözünden döndün? Neden böyle yeminini bozmaya çabaladın?" "Yalnızlığına mı tahammül edemedin de bir eş istedin?" "Ey hayat suyunun pınarı! Sen benim canımın içinde gizlisin."
"Bir an bile gözümden uzak olmadın, vuslatına ermek bir başkasına nasıl nasip oldu?"
Leyla da ona olan biteni anlattığı bir mektup yazar.
"Ben inciyim, müşteri olan başkaları. Alım satım iradesi bende değil." "Benim elimde bir iradem olsaydı, senden başka yârim olmazdı." "Benim neşeli olduğumu sanma, bir gam tuzağına tutsağım." "Al duvağım, aslında benim kefenimdir, ben mezardayım, kocada sanma. "
Mecnun'un ahı tutar. İbn-i Selam ölür, Leyla baba evine döner. Kocasının ölümünü fırsat bilen Leyla iki yıl gecesini gündüzünü matemle geçirir. Aslında Mecnun için ağlamaktadır.
Zeyd, Leyla'nın kocasının öldüğünü ve onun baba evine döndüğünü öğrenir. Mecnun'a olan biteni anlatmak için çölün yolunu tutar. Zeyd, İbn-i Selam'ın öldüğünü haber verince Mecnun'un sevineceğini zanneder ama aksine Mecnun feryat eder ve ağlar. Mecnun, bu duruma şaşıran Zeyd'e şöyle der:
"Ey vefalı dostum! Bu yolda beni ardan hayadan yoksun mu sanıyorsun?
O, benim dostumun düşmanı değildi. Ona hem o âşıktı, hem ben.
O, canını vererek kavuştu, kendi mertebesinde en yükseğe çıktı.
Âşık odur ki canını feda eyler cananına.
Canana hiç meyletmesin, kim ki kıymaz canına!
Âşığın kemali, canını canana vermektir;
Vermiyorsa canını, inansın noksan olduğuna!"
Çektiği acıya dayanamayan Leyla, her türlü ayıplanmayı göze alarak çölde Mecnun'u aramaya gider. Ne var ki Mecnun dünya zevklerinden tamamen uzaklaşmış, ilahî aşka ulaşmış, sadece ruhu ile yaşar olmuştur ve tanınmaz hâldedir.
O ay (yüzlü) her yanı arayarak gezerken birdenbire kederli bir kişiye rastladı. Nezaketle söze başlayıp "Kimsin?" diye seslendi.
O kederli aşk tutsağı başını kaldırıp ona "Ben Mecnun'um." diye cevap verdi.
Leyla dedi ki: "O peri gibi güzeldir, yüzü ve endamı gönül alıcıdır.
Sen yüzü kırışmış, beli bükülmüş, matem esiri bir zavallısın.
Sen sefil birisin. O, âlemin azizidir; sen aciz ve güçsüzsün, o ulu bir kişidir."
Mecnun dedi ki: "Aşk ehli hor ve hakir olur. Neşe ve eğlence güzellere yaraşır."
Leyla, Mecnun'dan kendisini ispat etmesi için bir şiir söylemesini ve geçmişi hatırlatmasını ister. Bunun üzerine Mecnun, olan biten her şeyi anlatır. Leyla onun Mecnun olduğuna inanır ve derin bir acıyla gözyaşı döker.
Ağlayarak dedi ki: "Ey benim gözümün ışığı! Ey vahşilerle dost, benimle düşman olan!.. Sen benim söylediğim sevgili ve gönül derdimin tabibi imişsin.
Eğer seni tanıyamadım ise şaşma çünkü ben kendimden geçmişim, mestim; mest olanın da işi zaten hep hatadır."
Mecnun ise hâlâ onu tanımamıştır.
Mecnun dedi ki: "Ey bana sırrını açan ve lütufkâr sözleri ile beni şereflendiren! Kimsin? Bana adını açıkla, bu çölde ne arıyorsun?
Tatlı tatlı sözler söylüyor, gönlümün hâline acıyorsun.
Bu, gönlümü alıp başımın üzerine gölge salmak boşuna değil.
Mademki bende anlama ihtimali yok ey güzel insan, sen kendinin kim olduğunu söyle!"
Leyla âdeta ona yalvarır:
"Canının arzusu, hasta ve yaralı gönlünün muradı olan Leyla benim.
Eğer hasta isen tabibin benim; yok, eğer âşık isen sevgilin de benim.
Gel, vuslat meclisine mahrem ol da bir an için olsun benimle beraber bulun."
Mecnun, Leyla'nın bu sözlerine rağmen ona ilgisiz davranır.
"Aşk, vuslat binasını sağlamca kurup mana âleminde seninle beni buluşturdu; Bu görünüşe değer verme perdesi kalktı. Artık hiçbir zaman şekle esir olmam! Bende görünen sensin. Kendim yoğum; var olan şey senden ibarettir.
Eğer ben, ben isem sen nesin ey yâr? Ve eğer sen, sen isen ben zavallı, neyim? Ey vefalı sevgili! Mecnun benim, divaneliğe de ben layığım. Sen hâlini değiştirme, Leyla ne diye Mecnun olsun?"
Leyla, Mecnun'un başka bir makama yükseldiğini anlar.
"Olgunluğunun ulaştığı dereceyi sınıyor, hâlinden haberdar olmak istiyordum. Şimdi ne hâlde olduğunu anladım. Bu, çok yüce bir mertebedir. Allah mübarek etsin.
Aferin, tertemiz bir insanmışsın! Lekesiz yaratılışlı bir toprak imişsin!
Maşallah, arzu ateşini yatıştırmak ve kanaat işte böyle olur.
Şimdi hâlin bana aydın oldu. Kemalinin gerçek derecesini öğrendim.
Senin bakmaya temayülün olmadıktan sonra bendeki bu yüz güzelliği ne işe yarar?"
Evine dönen Leyla annesine sırrını açıklar. Gidip Mecnun'u görmesini ve duasını almasını vasiyet ederek umutsuzluk içinde genç yaşta ölür. Mecnun bu acı haberi Zeyd'den öğrenince yanık ciğerle bir ah çeker. Zeyd'in ardına düşüp Leyla'nın mezarına gider, üstüne kapanıp mezarı kucaklar. Önce ona sonra da ecele niyaz eder:
"Ey ay yüzlü! Bu yolda benim yoldaşımdın; yoldaş, yoldaşı bırakıp gider mi? Ey ömür! Gel şimdi sen de sona er! Çünkü âlem gözüme zindan oldu. Yârim var iken âlem hoş idi; madem artık yâr yok, o hâlde her şey yok olsun! Ey ecel! Seni arzuluyorum; kerem et, elemlerimi gider, gamlarımı kaldır!" Bu kararsız ve zavallı âşık "Leyla" diyerek tatlı canını verdi.
Mecnun'u derin bir keder içinde Leyla'nın yanına gömerler. Oraya bir mezar taşı dikerler. Zaman içinde hikâye dilden dile yayılır, bu mezar halk arasında kutsal bir yer hâline dönüşür. Zeyd buranın türbedarı olur. Bir gün o mezara yaslanıp uykuya dalar. Rüyasında bir güzel bahçe içinde birçok güzeller arasında iki çok güzel insan görür. Oranın neresi bu insanların da kim olduğunu sorar. "Burası cennet bahçesidir. Yanlarındaki huri ve gılmanlardır. Bu iki seçkin insan da Leyla ve Mecnun'dur." cevabını alır.