Üyelik İşlemleri
Hoşgeldin
edebiyat dostu
Menü
Menü
Ana Sayfa
Eserinizi Ekleyin
Yeni Eklenenler
Yazarlar
İletişim
Hakkımızda
Menü
Kategoriler
Hikaye
Şiir
Makale
Deneme
Yazı Türleri >>
Köşe Yazısı
Biyografi
Destan
Efsane
Eleştiri
Fıkra
Gezi
Günlük
Hatıra
İnceleme
Masal
Mektup
Röportaj
Sohbet
Söylev
Tiyatro
Edebi Örnekler
Kısa Kısa
Belgeler
Tarih
Psikoloji
Sosyoloji
Felsefe
Arkeoloji
Sinema
Fotoğraf
Bilim
Teknoloji
Hayvanlar Alemi
Uzay
Müzeler
Mimari Anıtlar
Ders Özeti
Etkinlikler
>>
Nasa'nın Kamerasından Dünya
Haberler
Yüzakı
Ömer Seyfettin
Mehmet Efendi, on senedir kasabada oturuyordu. Köydeki tarlaları, bağları, bahçeleri ortak elinde kalmıştı. Aziz ahbabı Ali Efendi ile dertleşirken:
Hepsini yanmış, kül olmuş farz ediyorum. Artık dünyada bir tane olsun doğru adam yok, dedi.
Faziletin varlığına inanan Ali Efendi:
Var ama, sen bulamıyorsun, diye başını salladı. Mehmet Efendi taştı:
Yok, yok, yok! Vallahi, billahi yok! Herkes yalancı, herkes dolandırıcı. Denemediğim ne hısım kaldı ne akrabam. Kardeşim bile beni aldattı.
Öyleyse git, malının başında otur.
Doğru söylüyorsun. Ne yapayım ki burada işlerimi bırakamıyorum.
Köydekilerini sat.
İttifak etmişler. Kimse almıyor.
Ali Efendi, dünyada doğruluğun, faziletin hâlâ var olduğunu biliyordu. Fakat nasıl ispat etmeliydi? Mehmet Efendi gibi kötülerin hilesine tutulanlar, imanlarını da bozuyorlardı. Gel zaman, git zaman, bir gün gelecekti ki artık kimse kimseye güvenmez olacaktı.
Benim tanıdığım bir çoban var. Çok doğrudur, dedi.
Çoban mı?
Evet...
Mehmet Efendi, yarasının üzerine yeni bir yara açılmış gibi suratını acı acı ekşitti:
Hele o çobanlar, diye derin derin bir ah çekti. Bin beş yüz koyunumdan nihayet elli tane bıraktılar.
Pekâlâ, bu elli koyunu benim söylediğim doğru adama ver. Yüz yapsın!
Mehmet Efendi güldü:
Şaka etme.
Sahi söylüyorum.
Ali Efendi, tanıdığı çobanı anlatmaya başladı. Bu, dünyada yalan nedir bilmez bir adamdı. Gayet saftı, ömrünü dağlarda, meralarda geçirirdi.
Ali Efendi, methettikçe Mehmet Efendi yumuşadı:
Bari şu benim koyunları ona versek, dedi.
Ertesi gün yaylaya haber gönderdiler. Çobanı kasabaya çağırttılar. Mehmet Efendi, onunla anlaştı. Elli koyunu bu çoban gezdirecek, elli koyunun verdiği kârdan beşte biri kendine ait olacaktı. Koyunlar köyden getirtildi. Bu küçük sürü ile çoban çıktı, gitti. Günler, haftalar, aylar geçiyordu. Mehmet Efendi, Ali Efendiye rastgeldikçe:
Bu çoban doğru çıkarsa, köydeki bütün işlerimi de ona bırakacağım, diyordu.
Göreceksin, göreceksin!
* * *
Bir sene sonra, bir cuma sabahı Mehmet Efendi evinin alt katındaki odada otururken "Doğru Çoban"ı karşısında gördü. Elinde büyük bi toprak kapla ıslak bir post vardı. Bunları selam vermeden sedirin yanındaki pencerenin içine bıraktı:
Hoş geldin.
Hoş bulduk.
Otur bakalım...
Eyvallah.
Koyunlardan ne haber? Doğurmadılar mı? Çoban:
Hepsi kısırmış, dedi.
Hiçbiri doğurmadı mı?
Hayır.
Yünlerini ne yaptın?
Daha kırpmamıştım. Mehmet Efendi anlamadı:
Ne demek?
On iki tanesini çaldılar.
Ey? Geriye ne kaldı?
Otuz sekiz. Otuz ikisi geçen sonbahar kelebek oldu, öldüler.
Ey? Geriye ne kaldı?
Altı. Beşini kurt yedi...
Geriye ne kaldı?
Bir! İşte bu bir koyuna da gözüm gibi bakıyordum. Evvelki akşam sağdım. Sütüyle şu yoğurdu yaptım. Dün sabah yayladan inerken zavallı uçuruma yuvarlandı. İndim, başına gittim, bir de gördüm ki ölmüş. Daha soğumadan yüzdüm. İşte postu.
Çoban eliyle pencerenin yanındaki ıslak deriyi gösteriyordu. Mehmet Efendi, kır sakalını sol eliyle tuttu. Önce kızardı, sonra sarardı. Çoban susmuyordu:
Yoğurt iki buçuk okka... Yarım okkası benim. Pöstekideki hakkımı size bağışlıyorum!
Mehmet Efendi hiç sesini çıkarmadı: Ayağa kalktı. Yoğurt kabını eline aldı, yavaş yavaş "Doğru Çoban"ın önüne geldi. Dolu kabı bütün kuvvetiyle kafasına geçirdi:
Al hakkını kerata, diye yumruklamaya başladı. Tekmeleye tekmeleye kapıdan dışarı attı!
Bu esnada Ali Efendi, dostunun ziyaretine gelmişti. Kapıda çobanı, suratı yoğurt içinde görünce şaşırdı, sordu:
Bu ne hâl?
Saf çoban, uğradığı haksızlıktan şaşırmış gibiydi. Fakat yine mantığını kaybetmemişti. Acı bir serzeniş tavrıyla:
Ne olacak efendim, dedi, hesabını doğru veren işte böyle yüzünün akıyla dışarı çıkar.
?!..
Eklenme Tarihi:
23 Mayıs 2013
Yorumlar
Yorum yapabilmeniz için üye girişi yapmalısınız...
Yazarın sitemizdeki eserleri
Bahar ve Kelebekler
-
Ömer Seyfettin
(
Hikaye
)
Balkan Harbi Ruznamesi'nden
-
Ömer Seyfettin
(
Hatıra
)
Diyet
-
Ömer Seyfettin
(
Hikaye
)
Eski Lisan Hastadır
-
Ömer Seyfettin
(
Kısa Kısa
)
Forsa
-
Ömer Seyfettin
(
Hikaye
)
Keramet
-
Ömer Seyfettin
(
Hikaye
)
Kızıl Elma Neresi?
-
Ömer Seyfettin
(
Hikaye
)
Millî Dil
-
Ömer Seyfettin
(
Kısa Kısa
)
Tenkidin Faydası
-
Ömer Seyfettin
(
Eleştiri
)
Yeni Lisan
-
Ömer Seyfettin
(
Makale
)
Yeniliklerin Şuuru Edebiyattır
-
Ömer Seyfettin
(
Kısa Kısa
)
Yüksek Ökçeler
-
Ömer Seyfettin
(
Hikaye
)
Yüzakı
-
Ömer Seyfettin
(
Hikaye
)
© Metinlerin telif hakları yazarlara ya da yasal temsilcilerine aittir.