Türk Halk Öyküleri Hazırlayan: Ali Püsküllüoğlu
Türk Halk Öyküleri
Hazırlayan: Ali Püsküllüoğlu
Bir söz vardır "Kambersiz düğün olmaz." diye... Kambersiz düğün olur mu, olmaz mı bilemem. Ama "Kamber"siz "Arzu" olmaz, bunu bilir, bunu söylerim.
Şu da var ki sevgili okurlar, "arzu"suz, yani isteksiz hiçbir şey olmaz.
Bu olmazları bir yana koyup gelin size Arzu ile Kamber'in öyküsünü anlatayım. Bilen var, bilmeyen var bu öyküyü. Varın bir kez de benden dinlemiş olun.
***
Gün başka gün, dem başka demken Güneydoğu Anadolu'da, Gaziantep mi desem Urfa mı, işte oralarda, hâli vakti yerinde bir adam vardı. Adı da Behram'dı. Behram'dı ya, oralılar Behram Ağa derlerdi.
İşte bu Behram Ağa, günün birinde, yabancı ülkeleri görmek diledi.
"Param pulum var, eşim, oğlum var; bir de yabancı ülke göreyim de görgüm artsın." diye mi düşündü artık, neylediyse hazırlanıp yolculuğa başladı.
O zamanlarda uçaktan, trenden, otobüsten, arabadan geçtim; attan, deveden başka binecek, kahvelerden ve hanlardan başka inecek yoktu.
Behram Ağa, parasını, pulunu, karısını, oğlunu, birkaç da adamını alıp bir küçük kervan hâlinde Suriye'ye, çöle gitmek; Arap ülkelerindeki kentleri, Halep'i, Şam'ı, Kahire'yi görmek üzere yola çıktı. Çıktı ya daha Suriye topraklarına geçer geçmez, ıssız bir
yerde bu küçük kervanın önünü uğrular, yol kesiciler çevirdi. Kervanı soydukları, parayı pulu aldıkları yetmezmiş gibi uğrular, Behram Ağa'yı, karısını, adamlarını kılıçtan geçirdiler. Üç dört yaşlarında var yok olan çocuğuna ise dokunmadılar.
Dokunmadılar ya, n'ola dokunaydılar.
"Neden?" derseniz... Çocukcağız çöl ortasında ne yapsın anasız babasız, kim-siz kimsesiz?
Uğrular çekip gidince bir kum tepesinden olan biteni gözlemiş olan bir adam, gelip çocuğu aldı. O yörede bir köy vardı, adam o köydendi. Köyün varsıl kişilerinden biriydi.
Adam, çocuğu alıp evine götürdü.
Karısına, "Oğlan oğlan diyordun, al sana bir oğlan! Kızımız Arzu'ya bir kardeş olarak büyüt onu." deyip çocuğu onun kucağına verdi. Sonra da onu nasıl bulduğunu, çölde gördüğü o korkunç olayı anlattı.
Kadıncağız bir yandan acındı bir yandan da oğlan çocuğu olmadığı için sevindi. Çocuğu bağrına bastı.
Böylece çocuk, onların oğlu oldu.
Adını "Kamber" koydular. Kızları Arzu ile birlikte, ondan hiç ayırt etmeden büyütmeye başladılar.
Aradan yıllar geçti.
Arzu ile Kamber, ağlaya güle, uyuya büyüye, gele gele okul çağına geldiler. Ve de bir sabah, Arzu'nun babası, onları ellerinden tutup okula götürdü. "Eti senin kemiği benim." diyerek hocaya teslim etti.
Çocuklar, o zamanın göreneğince yere diz çöküp ders almaya başladılar.
Dersti, öğrenmeydi, bilgiydi, görgüydü derken yıllar su gibi akıp geçti. Arzu ile Kamber, bu süre içinde her bir şeyi öğrendiler. Yaşça başça da geliştiler. Arzu, on dördünde dünya güzeli bir kız; Kamber de o yaşlarda, yakışıklı bir delikanlı oldu. O zamana değin birlikte ağlamış, birlikte gülmüşlerdi, birbirlerini de bacı kardeş bilmişlerdi.
Ama elin ağzı durur mu?
Günün birinde, Kamber'den yüz bulamayan bir komşu kızı, Arzu'ya Kamber'in çölde bulunmuş bir çocuk olduğunu, kardeş olmadıklarını söyleyiverdi.
Arzu, "Sen nereden biliyorsun bunu? Yalancı, kara çalıcı!" dedi ama içine de bir kurt düştü. Bir yandan da "Ah ne olurdu Kamber gerçekten de çölde bulunmuş olsaydı." diye düşünüyordu. Çünkü bir zamandan beri, Kamber'e karşı beslediği kardeşçe sevgi, tanımlayamadığı, ad koyamadığı bir başka sevgiye dönüşmekteydi. Kamber'i görmeden edemiyor, bağda tarlada, boyuna yanında olmak istiyordu.
Şom ağızlı kızın o sözünden sonra Arzu, "Nasıl etsem de bu gizi çözsem? Nasıl etsem de gerçeği öğrensem?" diye düşünmeye, sıra kollamaya başladı.
Bir gün, baktı ki Kamber biraz düşünceli, analarının yanında, ona sokulup "Neden böyle dalgınsın Kamber? Çölde bulunmuş çocuğa dönmüşsün." deyiverdi.
O vakit Arzu, baktı ki ne göre? Anası kaş göz etmede, bir yandan da "Kız, o ne biçim söz öyle?" demede. Arzu, "Demek söylenen doğruymuş ." diye düşünüp odadan kaçtı. Daha sonra da oralarda duramadı, aldı başını, köyün alt yanındaki bahçelere gitti.
Kamber, "Arzu'ya n'oldu böyle?" diye düşündü. Neden "Çölde bulunmuş çocuğa dönmüşsün." dediğini de öğrenmek istedi. Oraya buraya baktı, gördü ki Arzu yok ortalıkta. "Her zamanki gibi bahçelerden yana gitmiştir." diye düşünüp oraya gitti. Baktı ki Arzu, bir hurma ağacı dibinde uyumada. Kamber, uyandırmaya kıyamadan, uzun bir süre seyretti onu. "Tanrım ne de güzel!" diye geçirdi içinden. Arzu'nun bu denli güzel bir kız olduğunu hiç ayrımsamamıştı o güne değin. Kamber'in içinde, ılık ılık bir şeyler kaynamaya başladı. Başladı ya, "Tanrım, ne oluyorum böyle ben? Deli miyim neyim!" diyerek içindeki isteği susturmaya çalıştı.
O sırada Arzu uyandı. Baktı ki Kamber yanı başında. Bir gören olur, bir duyan olur, yerin kulağı vardır diye düşünmeden sarılıp öptü Kamber'i. Kamber, neye uğradığını şaşırıp Arzu'ya iki tokat attı ki ne tokat! Arzu'nun ağzından burnundan kan gelmeye başladı. Ama gık bile demedi Arzu. Gidip az ötedeki çeşmede ağzını burnunu, yüzünü yıkadı. Sonra Kamber'in yanına geldi. Ona, "Kamber!" dedi, "Biz kardeş değiliz. Bunu böyle bilesin."
O zaman Kamber:
"Şuna da bak!" dedi, "İki tokat yedi diye beni kardeşlikten çıkarıyor." Arzu, baktı ki Kamber işi anlamıyor, o vakit, durumu mâni ile anlatmaya karar verip aldı bakalım Kamber'e ne söyledi?
ARZU Vurma bana Kamber'im, Ben kardeşin değilim, Dünya dünyaya gitse, Sensin benim sevgilim.
O böyle söyleyince Kamber daha çok kızdı. Aldı bakalım Kamber, Arzu'ya ne söyledi?
KAMBER Kız, o nasıl söz öyle? Biz kardeşiz, bu böyle, Ne ben bunu duyayım, Ne de sen gene söyle.
Kamber böyle deyince Arzu, "Demek hâlâ inanmıyor kardeş olmadığımıza." diye düşünüp aldı bakalım ona ne dedi:
ARZU Neden böyle söylersin? Bağrımı kan eylersin, Bir gün anlarsın ama, O zaman ah eylersin.
ALDI KAMBER Ben Kamber'im, sen Arzu, Böyle bilirler bizi, Ne derler sonra söyle, Görseler hâlimizi?
ALDI ARZU Bülbül dallara konar, Yanar içim, ah, yanar, Kardeş olmadığımızı Köyde bilmeyen mi var?
Arzu böyle deyince Kamber, "Peki, köyde bilmeyen yok da bu yaşımıza geldik, niye yüzümüze söyleyen çıkmadı?" dedi. Arzu da "İnanmıyorsan git anama sor, o sana gerçeği söyler." dedi.
Onlar böyle konuşadursun, biz haberi öteden verelim:
Arzu'nun bir amcası vardı, uzakça bir köydeydi. İşte, bu amcasının oğlu, büyümüş, evlenme çağına gelmişti. Delikanlının babası, "Yabancı olacağına kendi dağımızdan bağımızdan olsun." diye düşünüp Arzu'yu oğluna almaya karar verdi. Bu karara varınca da atladığı gibi atına, süre vara, gele gele kardeşinin köyüne geldi, evine indi. Selam sabah, hoş geldin beş gittinden sonra, isteğini Arzu'nun anasıyla babasına bildirdi. Onlar da "Biz de böyle düşünüyorduk, uygunu da budur." deyip o saat Arzu'yu amcası oğluyla nişanladılar.
Nişanladılar ya bundan ne oğlanın ne kızın haberi vardı. O vaktin töresince olup bitmişti iş.
Olup bitmişti ya dur bakalım Arzu ne diyecek, Kamber n'eyleyecek, öteki delikanlı nişleyecek?
Arzu ile Kamber eve döndüler ki ne göreler? Şekerler ezilip şerbetler içilmekte, sözden söze geçilmekte.
"Bu da ne ola?" diye düşünmelerine kalmadı, Arzu'nun anası işi açıkladı. Amcası da "Kendi bağımızın gülüne kendi bağımızın bülbülü... Yabancı ne gerek!" dedi.
Onlar böyle deyince Arzu, "İyi hoş ya bakalım ben kocaya varmak istiyor muyum?" dedi.
O vakit, "Hele hele!" dediler, "Hele şuna bak hele! Bir de büyüklerine karşı geliyor. Nerede görülmüş, nerede duyulmuş bu? Sus bakalım!" O susadursun, biz haberi Kamber'den verelim:
Kamber, Arzu'nun aşkına karşılık vermemiş, "Biz kardeşiz." demiş de başka bir şey dememişti ya içine de bir kurt düşmüştü. "Acep gerçeği nasıl öğrensem?" diye düşünüp duruyordu. Bir gün, köy dışına doğru yürüdü. Bir kuyu başına gelip bir yudum su içmek, elini yüzünü yıkamak için eğlendi. O su çekerken öteden yaşlı bir kadın çıkıp geldi. Oflaya puflaya Kamber'e yaklaştı. Kamber, "Nine, nereden gelir nereye gidersin?" diye sorunca yaşlı kadın, "Dereköy'den gelirim, senin geldiğin köye giderim. Giderim ya oğul sen kimsin? De hele." deyince Kamber ona kim olduğunu söyledi.
O zaman kadın, "Ha, demek sensin Kamber? Seni bu köye getirdiklerinde ben de bu köyde oturuyordum. O gün bir oğlumu toprağa vermiştim. Demek yaşasaydı şimdi senin gibi bir delikanlı olacaktı!" dedi.
Kamber, "Ne söylüyorsun sen nine? Ben babamın oğlu değil miyim yani?" diye sorunca da yaşlı kadın, "Kamber'im, oğlum!" dedi, "Artık çocuk değilsin. Bunu öğrenmen gerek. Senin baba bildiğin o adam, sana baba oldu olmasına ya, sen onun öz oğlu değilsin. Senin ananı babanı çölde uğrular öldürmüş. Baba bildiğin Han Ali, seni bulmuş. Alıp oğul edindi seni, baktı büyüttü, bu yaşa getirdi."
"Demek öyle nine?" dedi Kamber.
"Öyle" dedi yaşlı kadın. "Han Ali'nin, Arzu'dan sonra çocuğu olmadı. Olmadı ya yine de Tanrı'nın sevdiği biriymiş, senin gibi bir oğul buldular." Kadın böyle deyip yoluna gitti. Kamber eve dönünce Arzu'yu yüzü asık buldu.
Kardeşi olmadığını öğrenip buna iyice inanınca kıza karşı içinde bir sevda ateşi yanmaya başlamıştı bile.
Arzu, Kamber'deki bu duygu değişikliğini ayrımsamıştı. Ayrımsamıştı ya, "Hele dur bakalım, biraz da o üzülsün." diye düşünüp soğuk davranıyordu. "Kamber, Kamber." diye dilinden düşürmediği adını bile söylemiyordu.
Aradan günler geçti.
Geçen günlerle birlikte, Arzu ile Kamber'deki sevda yalımı sönecek yerde, için için arttı. Göz göze geldiklerinde kızarıyorlar, artık birbirlerine kardeş gibi davranmıyorlardı.
Arzu'nun anasıyla babası ise durumu görmüyordu, ayrımsamıyordu. Onlar, kızlarına nişanlı gözüyle bakıyorlar, gizli gizli de Kamber'e bir kız arıyorlardı.
...
Bu arada Arzu ile Kamber ise yavaş yavaş birbirlerine yaklaşıyorlardı. Yüreklerinde büyüyen sevdaları onları birbirine daha çok bağlıyordu. Artık onları kimse ayıramazdı.
Günlerden bir gün, Arzu'nun babası ölür. Kamber evin erkeği olarak bütün sorumluluğu üzerine alır. Kamber bir gün eve geldiğinde Arzu'nun amcasını otururken görür. Arzu'nun amcası oğlunun nişanlısıyla düğün gününü konuşmaya gelmiştir. Kamber, o günlerde kendisine küs olan Arzu'nun yüzüne bakmadığını bu yüzden de amcasının oğluyla evleneceğini düşünerek evi ve köyü bırakıp gitmeye karar verir. Arzu onu aradıysa da bulamaz. Fakat Kamber gelinceye kadar bekleyeceğini söyler. Bir gün yanına yiyecek de alarak çölde Kamber 'i aramaya gider. Hurma ağacı altında yatan bir adam görür. O adamın Kamber olduğunu anlayan Arzu, baş ucunda bir süre onu seyreder. Sevdiğine kavuşan Arzu, Kamber 'i eve dönmeye razı edemez. Ağlayarak eve döner.
Arzu'nun amcası bir gün düğün alayını da alarak gelinini almaya gelir. Arzu, üzüntüsünden hastalanıp yatağa düşer. Amcası onun bu hâline çok üzülmektedir. Arzu, amcasına kırk gün beklemesini ve "Eğer iyileşirsem süre sonunda beni almaya gel." dedi. Amcası da "Kırk gün kırk gece düğünü sürdürürüz, sonra seni gelir alırız." diyerek gider.
Kamber, Arzu bir daha gelmediği için kendisini sevmediğini düşünüp çöllerde dolaşmaya devam eder.
O çöllerde dolaşadursun.
Arzu'nun bir gizdeşi vardı. Derdini, gizini ona açmak, Kamber'e ulaştırmak istedi. Kız, Arzu'ya, "Aman Arzu" dedi, "Bunca zamandır arkadaşız. Gizdeşiz. Niye söylemezsin bana derdini? Şimdiye bir umar bulurduk. Yine de buluruz, hiç üzülme. Sen bir mektup yaz. Ben onu Kamber'e ulaştırmanın bir kolayına bakarım."
Bunun üzerine Arzu, aldı kâğıdı kalemi, Kamber'e şu şiiri yazdı:
Felek beni bağıbandan eyledi, Dost bağına giremedim, ağlarım. Elimle diktiğim bağın, bostanın Güllerini deremedim, ağlarım.
Ne çok olur bu çöllerin ceylanı, Kovalar avcılar vururlar onu, Her gün bekliyorum nazlı yâr seni Kıymetini bilemedim, ağlarım.
Kimse bilmez benim yârim kim imiş. Ele düğün bayram, bana gam imiş, Bilemedim bu ne biçim dem imiş, Öldüm öldüm, ölemedim, ağlarım.
Arzu, şiiri gizdeşine verdi ki Kamber'e ulaştıra diye. Arkadaşı alıp koynuna koydu. Arzu, gizdeşine güveniyordu ama yine de "Aman kimseler duymaya!" demekten geri durmadı.
Gizdeşi, "Kaygılanma sen!" dedi, "Ancak, ben yalnız başıma dağa gidemem. Bunu kardeşimle göndermek zorundayım. O, Kamber'i çok sever. Benden nasıl giz çıkmazsa ondan da çıkmaz."
Böyle deyip Arzu'nun içine su serpti. Aradan üç gün geçti geçmedi, Kız, Kamber'in mektubuyla çıkageldi. Kamber, Arzu'ya şunları yazmıştı:
Ela gözlüm sana tutkun olalı, Şu benim çektiğim bir Mevla bilir, Yâr niçin açılmaz gülün dikenin? Gönül ne yaz bilir ne şifa bilir.
Mecnun olup gezdim dağı, çölünü. Deremedim yâr bahçesin gülünü, Âşık olan anlar âşık hâlini, Yalandır, doğrudur, pekâlâ bilir.
Deli gönül düşmüş ağlar elinden, Başım döner aşkla sevda yelinden, Çekmeyen ne bilir âşık dilinden, Mecnun'un derdini bir Leyla bilir.
Arzu, bunları okuyunca gözlerinden sicim gibi yaşlar akıtıp yüzünü yastıklara gömdü.
Gömdü ya, birkaç gün sonra, anası baktı ki kızının yüzüne renk gelmede. "Demek iyileşiyor." diye düşünüp ona daha iyi bakmaya, bir dediğini iki etmemeye başladı. Bir an önce sağlığına kavuşmasını istiyordu kızının.
Arzu ile Kamber ise gizdeşleri aracılığıyla birbirlerine sevda şiirleri yazıp öylece söyleşir oldular.
Onlar söyleşedursun.
Gün günü kovaladı, gün ayı. Arzu'nun amcasından istediği kırk günlük süre doldu. Arzu, Kamber'le mektuplaştıkları için olacak, iyiden iyiye kendine gelmişti. Kırk birinci gün oldu. O gün öğleye doğru, Arzu, bir de baktı ki ne göre? Amcası çıkıp gelmekte öteden! "Eyvah ki eyvah! Bu kez kurtuluş yoktur, ola ki Tanrı canımı ala." diye düşünüp ne yapacağını, ona karşı nasıl davranacağını tasarlamaya başladı. Sonunda, gerçeği söylemenin daha iyi olacağına karar verdi. Böylece amcasını karşıladı, atını ahıra çekip ona güler yüz gösterdi.
Hoş geldin beş gittinden sonra, amcası "Arzu" dedi, "Kırk gün dedin, işte kırk birinci gün. Seni almaya geldim."
O zaman Arzu, "Babamın kardeşi, biricik amcam." dedi, "Ne diyeyim bilmem ki sana? Ama gerçeği söylemem gerek. Bilesin ki ben Kamber'i seviyorum. Ondan başkasına dünyada varmam."
Arzu böyle deyince o zaman amcası, "Demek işin içinde iş varmış da biz bilmiyormuşuz." dedi, "Her şey zorla olur da sevgi zorla olmaz. O hâlde sen bilirsin. Var dileğine er."
Böyle deyip oğluna almaktan vazgeçtiğini bildirdi.
İşte, sevgili okurlar, derler ki Arzu hemen o gün Kamber'e haber salmış, "Gele de evime erkek ola!" diye. Kamber de "Çok naz âşık usandırır." diye düşünüp köye dönmüş. Bir düğün kurulmuş, güzel bir düğün olmuş. Darısı sevenlerin başına.
Kimileri de Arzu ile Kamber'in kavuşamadıklarını söyler.
Ama biz, böyle duyduk, böyle anlattık Arzu ile Kamber'in öyküsünü. Yanlış diyen de doğru diyen de sağ ola.