Halit Ziya Uşaklıgil
Berlin'de bir uzunca ikamet esnasında eskiden tanınmış zengin bir Alman ailesiyle sık sık buluşuyordum. Bu ailenin yirmi iki yaşında güzel, ve güzellikten ziyade zekasıyla, bilgileriyle dikkati calib bir kızı vardı ki son asrın genç kızı için tam delaletiyle bir enmuzec teşkil ederdi. Onun hakkında bilgileriyle dedim, zira onun muhtelif sahalarda birçok ve çeşit çeşit bilgileri vardı. Yüksek tahsil devresine gelince ilk önce kimyaya merak sarmıştı, sonra bunu terk ederek sırasıyla küçük yaşından beri meşguliyetleri arasına girmiş olan musikiye, edebiyata, resme iptila derecesine varan bir inhimak ile oradan oraya sıçrayan fikri nihayet oymacılıkta karar vermişti. Çıldırmışçasına rakseder, saatlerce tenis oynar, uzak mesafelerde otomobil kullanır; izcilerle beraber seyranlara çıkar, hiçbirinden yorulmaz ve hiçbirinde durmazdı.
Konuşması da öyle idi. Ona bir gece operada iki perde arasında keskin dişleriyle kabuğuyla beraber bir ham elma yerken tesadüf ettim, beni görünce serbest olan sol elini uzatarak gülümsedi: - Vitamin, dedi. Sonra elmasını bir kere daha ısırarak dolu ağzının içinden sordu:
- Wagner. Onu nasıl buluyorsunuz?
O akşam bu bestekarın bir eseri temsil olunuyordu. Cevabıma intizar etmeden: - Sizin şark kulaklarınız için onun gürültüsü fazla gelmiyor mu?
Ve gene beklemeden ilave etti: - Bakınız, sanatta hele musikide, resimde her şeyden evvel istinas lazımdır, yavaş yavaş bir alışkanlık olmayınca sanatın yeni tecellilerini takip etmek ve onlardan zevk almak imkanı yoktur. Siz bana garp musikisiyle de ülfetiniz olduğundan bahsetmiştiniz, onun için Wagner'den irkilmemenize şaşmayacağım, hatta o artık eskimiştir. Fakat daha yenileri? Fransızların Eric Satie'sini anlıyor musunuz? Ondan evvel Faure, Debussy, Ravel!...
Artık devam etmesine meydan bırakmadan bir cümle sıkıştırdım:
- Musiki için oldukça hazırım fakat resim hiç öyle değil...
- Ne gibi? diye sordu.
- Resimde son hareketleri anlamaktan acizim. İmpressionniste'ler (Empressiyonist), cubiste'ler (Kübist) bence başka bir dille konuşan adamlardır. Mesela üç gün evvel Leipziger Strasse'de bir sergiye girdim ve olanca müsaade, müsamaha fikirleriyle dolaştım durdum; hiçbir şeyler anlayamadan çıktım.
- Oraya yarın beraber gidelim, size delalet edeyim.
Perde fasılası bitmek üzere idi; tekrar, bu defa serbest kalan sağ elini vererek, - Herkes yerine, dedi ve: - Yarın sabah Esplanade'de saat dokuzda!.. diye ilave ederek koşa koşa ayrıldı.
O gün, o saatte buluştuk: - Ben yeniliklerden ürken bir adam değilim: anlamak şartıyla... Sanat sahasında yenilikler bir istikrar noktası buluncaya kadar araştırmalardır. İstikrar noktası bulunduktan sonra orada ne kadar kalınır? Yeniden bir araştırma hareketi başlayıncaya kadar... Bakınız, size fikrimi gıcıklayan şeylerden birini söyleyeyim: dikkat ediyorum, München'de (Münih), Berlin'de birçok binalar görüyorum ki mazruf üsluplardan hiçbiriyle tevafuk etmiyor. Sizin sokağınızda Tiergaten Strasse'de, Kurfüstendamm'da böyle birçok binalar var. Ananelerdenayrılmayan memleketlerde, mesela mimarlıkta musannaf üsluplara sadakat gösteren Paris'te böyle yeniliklere pek nadir tesadüf olunur; sizde, aksine...
- Evet, diye sözümü kesti; bizde mimarlar yenilikler ararlar; ve her araştırmadan sonra bir güzellik çıkar. Bunlardan bazılarında tevakkuf olunmaz, onlar pek az zaman içinde iflas eden teşebbüslerdir. Bakınız Rococo denilen ziynet tarzı yaşadı mı? Art Nouveau denen ve sanatın bir hezeyanı kabilinden olan üslup ne kadar sürdü? Cubiste mimarlık ne kadar yaşayacak? Ne olursa olsun bu araştırmalardan bir gün bir netice çıkar. Bu araştırmalara karşı büyük bir müsamaha ve müsaade fikriyle davranmalı...
İşte size bir misal: Bunu anane bağlılığına en ziyade esir olan İngiltere'den alacağım. Orada yapılan oyun kağıtlarını göz önüne getiriniz.
Bu kağıtlar icat olundukları zaman kral, kraliçe, oğlan nasıl tersim edilmiş ise bugün gene öyledir. Buna mukabil Alman kağıtlarını görmüşsünüzdür elbette. Bu meyanda Frankfurt'ta yapılanlar, birçok emsali gibi, ne güzel, ne yeni ve ne hoş şeylerdir. Kral, kraliçe, oğlan gene ananeye ait kıyafetleriyle fakat latif bir şekildedir!... Bu, küçük fakat belagatla dolu bir misaldir. Bu bahse tekrar geliriz.
Elini uzattı: Auf Widersehen diyerek kaçarcasına ayrıldı.
Onunla buluştuklarımız oldu ve hep bu zemin üzerinde fikirlerini dinledim. Bir gün bana ilk hamlede bir suale başladı: - Berlin'de dolaşırken, yahut Almanya'nın herhangi bir şehrinde gezerken bir Roman, yahut Gothique (Gotik) kiliseye tesadüf edince şaşmazsınız, değil mi? Fakat Cubique (Kübik) bir mabet görürseniz elbette gülümseyeceksiniz. Hiç öyle yapmayınız. Yarın ona da şaşmayanlar çoğalacaktır. Yarından ne doğacağına bugün hüküm verilemez. Aynı yenilik hadisesini kendi memleketinize de tatbik ediniz. Sizin Türkiye'de hele iç taraflarda ve hepsinden ziyade İstanbul'da, Edirne'de pek güzel camilerinizden bahsederler. Ne yazık ki bunları görmedim, fakat birkaçının resimlerini gördüm. Ne büyük mimarlarınız yetişmiş!... Bugünün bir genç mimarı size Mısır, Hint, Fas üslubunda, bir müslüman memleketinden alınmış bir üslup ile bir cami inşa ederse hiç yadıgamayacaksınız; lakin gene o genç mimar bir cubique cami yaparsa buna bir küfür nazarıyla bakmayınız. Olabilir ki orada Allahınıza gene aynı iman ile kavuşursunuz.
Diğer bir gün müsahabe edebiyat zeminine uğradı: - Siz de Türkçe edebiyatta bir teceddüd hareketine iştirak etmişsiniz. Ne kadar yazık ki mimarinize yakında şahit olamadığım gibi lisanınızı ve edebiyatınızı da tanımıyorum, fakat bildiğim bir hakikat varsa siz ve sizinle beraber olanlar birçok tarizlere, muahezelere uğramışsınızdır, elbette. Bugün gene öyle midir?
O zaman mümkün mertebe vazıh olmaya çalışarak bizde lisan ve edebiyat, hususiyetle nazım alemlerinde başlayan yenilikleri anlattım. Hele nazımda vukua gelen tahavvülleri anlatabilmek epeyce zor oldu. O lisanın hususiyetlerini kavrayamadığından teferruatı takip edemiyordu, fakat emin oluyordum ki inkılabın umumi çizgilerini ihata etmiştir. Beni sabırla, dikkatle dinledikten sonra sordu: - Siz ki bugünün neslinden evvele mensupsunuz, bu yeniliklere nasıl bir nazarla bakıyorsunuz?
- Ben her şeyden evvel munsif olmaya çalışırım. Kendi neslimin yaptığı yeniliklere nasıl hücum edildiğini unutmadığım için bugünün nesline ait yeniliklere karşı hiç inat ile, taassupla davranmıyorum, bekliyorum, bekliyorum ki bunlardan müfid bir netice çıksın.
- Siz kendi neslinizin yeniliklerinde müfid bir netice çıktığına zahip misiniz? diye sordu.
Banu kat'i bir sesle cevap verdim: - Bundan eminim.
- Öyle ise, dedi; bugünün neslinden de aynı neticeyi ümit ediniz.